Header Ads Widget

test banner

Yine mi Cemaat?!

İlhan Gökalp, Selçuk Aktürk, Enes Gökçe, İsa Hafalır, muhabbet ettiler. Muhabbetin başlığı “Yine mi Cemaat?!”


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Söyleşinin başında geçen birkaç konuya eleştirel olarak temas etmek isterim. Değinmek istediğim bazı noktalar olacak.

    1. Mehdilik meselesi, kendi literatürü içinde oldukça teknik bir konu olup, birden fazla metnin bir arada ve derinlemesine incelenmesini gerektirir. Bu konuda, bireysel okumalarla, arama motorları aracılığıyla ya da hazır makale düzeyindeki çalışmalarla fikir edinmek mümkündür. Ben, yorum düzeyinde kestirmeden şunu söyleyebilirim:

    Müslümanlar içinde mehdilik kavramının suistimal edildiği inkâr edilemeyecek bir vakadır. En uç örneklerinden tutun, F.G. örneğindeki gibi akıllıca görünen türlerine kadar birçok biçimi olmuştur. "Seçilmişlik" eleştirisi, bu bağlamda gayet yerindedir.

    Ancak, bu suistimallere dayanarak mehdiliği yalnızca "kurtarıcı beklentisi" eleştirisine indirgemek de oldukça yüzeysel görünmektedir. Bu bakış açısı, bir bakıma en üst "mehdîler" olarak görülebilecek peygamberlere kadar uzatılabilir ya da onlarla ilişkilendirilebilir. Yani, Homo sapiens'in peygamber beklentisi ile Mehdî beklentisi aynı temele oturtulabilir.

    Bu konudaki özet görüşüm şudur:
    Mehdilik ve müceddidlik, imanın şartı olmadığı gibi, olamaz da. Ancak, böyle kişilerin inananlara yardımcı olmak üzere ortaya çıkmasında aklen bir imkânsızlık, vicdanen de bir sakınca görmüyorum. Rahatsız edici olan şey; bu kavramların, eleştirildiği üzere, çok fazla suistimal edilmiş ve edilmeye devam ediyor olmasıdır.

    YanıtlaSil
  2. 2. Ayasofya meselesi ise, bildiğim kadarıyla Bediüzzaman’ın “Kalbe ihtar edilen içtimâî hayatımıza ait bir hakikat” ifadesiyle başlayan şu metninde geçer:

    “Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslamdır…” ve
    “…Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir-iki gün baktım.”

    Buradaki benim okumam şudur:

    Otuz beş senedir siyaseti fiilen terk etmiş bir insan, bazı sosyal ve siyasal gelişmelere dayanarak, İslam adına bir hassasiyet göstermiştir. Laiklik baskılarıyla geçen bir dönemin ardından, ezanın aslına döndürülmesi gibi bir hizmetin, benzer şekilde Ayasofya'nın da aslına (camiye) döndürülmesiyle tekrar edilmesini — metinde belirttiği alt gerekçelere dayanarak — önermiştir.

    Yani bu, İstanbul’un fethinde geçen “İstanbul’u fetheden kumandan ne güzel bir kumandandır” hadisi gibi bir gelecek işareti, öngörü ya da kehanet değildir. Bunu bu şekilde yorumlamak; yani metne kehanet anlamı yüklemek, onu anlamından saptırmak ve zorlamak olur. Zaten söyleşide konuklar da, bu yaklaşımı sergileyenleri haklı olarak eleştirmektedir.

    YanıtlaSil
  3. 3. Asker temsillerinin sıkça kullanılması mesekesi de, tıpkı Ayasofya örneğinde olduğu gibi, bazı kişilerin metinlere yanlış anlamlar ve kehanetler yüklemesinden kaynaklanmaktadır. Bu metinlerden temel olarak beslendiklerini söyleyenlerin, bu kadar açık anlam hataları yapmaları ise ironik bir durumdur.

    Bediüzzaman, Osmanlı’nın son döneminde, doğuda Kafkasya Cephesi’nde talebeleriyle birlikte gönüllü bir milis kuvveti olarak savaşmış, bu sırada Ruslara esir düşmüştür. İnsanın meşgul olduğu şeylerden etkilenmesi ve temsillerini bu alandan seçmesi doğaldır.

    Ayrıca, dine dair eserlerinde “memur”, “asker” gibi tabirler; kulluk ilişkisi içinde doğru ve etkili çağrışımlar yapan kavramlardır.

    Bir diğer önemli husus da, Bediüzzaman’ın insanları, bir yöntem olarak, tabiatlarına ve mesleklerine uygun bir yöne sevk etmeye çalışmasıdır. Bu yaklaşım, kolaylaştırıcı bir yöntemdir.

    Örneğin (genelde lahikalarda) öğretmenlere, doktorlara, hâkimlere veya askerî personele hitap ederken onların kavrayış alanlarına uygun temsil ve benzetmeler kullanır.

    Kapsayıcı, uzlaştırıcı bir dil kullanır; “güzel gören, güzel düşünür” ilkesini hem teoride hem pratikte hayata geçirmeye çalışır.

    Bu bağlamda, sözü edilen metnin aslı da muhtemelen şudur:

    "Ben Sözler’i yazarken, ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı şuunat-ı askeriyye nev’inde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum.

    Sonra hatırıma geldi ki: Belki istikbalde, şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı can edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum."

    "İşte, mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki evvel yetiştin. Yirmi dört aded Sözler’i meşâgil-i dünyeviyye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-ü zannımı teyid etti."

    Bu metinde geçen “belki” ve “hüsn-ü zan” ifadeleriyle birlikte bakıldığında, Bediüzzaman’ın burada açık bir işarette bulunmadığı, bir ihtimal üzerinden bir teşvik ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.

    İlk muhatap olan Hulusi Yahyagil'in şahsında, bu tür okuyucuların ve talebelerin varlığına dair bir ümit ve teşvik dile getirilmiş görünmektedir.

    YanıtlaSil
  4. 4. Son olarak, söyleşide değinilen "iman, hayat ve şeriat" ayrımı, Risale-i Nur'da Mehdilik konusunun nasıl ele alındığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu da yine bağlamsal ve teknik bir okumayı gerektirir.

    Ben kimseyi kırmak istemem, özellikle suça bulaşmamış samimi insanları… ancak teorik okuma bir yana, söz konusu şahsın — bırakın “rehber insan” olmasını — ülkesine ve kendi sevenlerine yaşattıkları da ortadadır. Bu sitede yazılmış, sayıları yüzleri bulan yazılar bunun açık belgeleridir.

    Bu bağlamda, Mehdilik konusunun şahıs merkezli değil, şahs-ı manevî eksenli ele alındığı ve temsilcisine dair yoruma açık bir çalışmayı aşağıdaki linkten incelemek mümkün:

    https://sorularlarisale.com/makale/risale-i-nurda-mehdilik

    YanıtlaSil
  5. 5.İlk defa duymuş olduğum "devrin imamı" söylemini f.g nin sohbetlerinde ifade edip etmediğini bilmiyorum. Ancak, benzeri bir hikaye aşağıdaki linkte yer amaktadır:

    https://www.timeturk.com/tr/2012/12/10/fethullah-gulen-neden-said-i-nursi-yi-ziyaret-etmedi.html

    Bu yazıda, tanışmanın 1957 yılında olduğu anlatılmaktadır. Said Nursi ise 1960 yılında vefat etmiştir. Başka bir eleştirel kaynağa göre, 1971 darbe teşebbüsü davasına kadar adı geçen Nur talebeleriyle İzmir’de yakın temas içinde olmuş, ancak bu davadan sonra ilişkileri büyük ölçüde kopmaya başlamıştır.

    Meselenin rivayet kısmı bir tarafa bırakılacak olursa, Bediüzzaman, kendisine yemek gönderen ev hanımlarına dahi selam gönderen biridir. Ayrıca Risale-i Nur’un farklı illere yayıldığı yıllarda, ilgili isimlere doğrudan ya da dolaylı olarak gönderdiği tebrik ve selamlar Lahikalar’da sıklıkla yer alır.

    Sanırım, dünya liderimiz gibi kendine güvenen biri olarak o da, yeni bir hareket kurmaya karar vermiş, başarılı olmuş ama bugün en ağır ithamlarla anılır olmuştur.

    YanıtlaSil