Biz öldüğümüz ve bir toprak hâline geldiğimiz zaman mı diriltileceğiz? Bu, (akıldan) uzak bir dönüştür!* (Kâf, 3)
Arzın Kalbi
Yeryüzü, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da yeryüzünün kalbidir. Ve tevazu ile alçakgönüllülük gibi insanı amacına kavuşturan yolların en yakını da topraktır.
Belki toprak, gökyüzünü direksiz ve tuğlasız bina edene, semanın en yüksek yerinden daha yakın bir yoldur. Zira kâinattaki faaliyete ve hayata en uygun olan ve en çok görüldüğü yer topraktır.
Hakikat ararsan açık bir nokta, Allah kula yakın, kul da Allah’a. Hakk’ın gizli hazinesi toprakta...
Benim sadık yârim kara topraktır.
Hayat Aynası
Nasıl ki rahmetin aynası su üzerindedir, hayatın ve yeniden can vermenin sahnesi de toprak üstündedir. Çünkü, şeffaf olmayan maddi bir şeyin aynası ne kadar ince, soyut olursa, o nisbette şeklini net gösterir. Ve nurani ve soyut bir şeyin de aynası ne kadar kesif olursa, o nisbette yansımayı parlak gösterir.
Mesela, havada yalnızca güneşin zayıf bir ışığı görünür. Suda güneş, ışığıyla görünürse de renkleri belirgin değildir. Fakat toprak, çiçeklerinin renkleriyle, güneşin ziyasındaki yedi rengi de gösterir.
Dileğin varsa iste Allah’tan, almak için uzak gitme topraktan. Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan...
Benim sadık yârim...
Toprağın Babası
Hadislerde rivayet edildiğine göre, bir gün Hz. Peygamber, kızı Fâtıma'nın yanına gittiğinde, eşi Hz. Ali'yi evde göremedi. Mescid-i Nebevî'de uyumakta olduğu haberini alan Resûl-i Ekrem oraya gittiğinde, uyumakta olan Hz. Ali'nin üzerindeki hırkanın sıyrıldığını ve vücudunun toprağa bulandığını gördü.
Elbisesindeki toprağı eliyle silkelerken, "Kalk Ebû Türâb, kalk!" diye seslendi. O günden sonra Hz. Ali (r.a.), "Ebû Türâb" yani toprağın babası lakabıyla anılmaktan hayatı boyunca iftihar ederdi.
Toprak, aynı zamanda tevazunun, mahviyetin, en derin anlamda kendini bilmenin yolu gibidir. "Kulun Rabbine en yakın olduğu an, onun secde halidir." hadis-i şerifi de buna işaret eder.
Zira toprak, bir insanın toprağa dönmeden önce öğrenmesi gereken bir "ders"tir. Hatta su yokken toprakla abdest alınabilmesi dahi, belki onun ne denli kutsal ve temiz bir unsur olduğunun alametidir. Bu ders, insanın varlık amacını gösterir ve dünyadaki geçici varlığını anlamasının yoludur.
Karnın yardım kazmayınan belinen, yüzün yırttım tırnağınan elinen. Yine beni karşıladı gülünen...
Benim sadık yârim...
Topraktan Çıkanlar
Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.(Tâ-Hâ, 55)
Hayatı veren ve idare eden o olduğu gibi, hayatı alarak ölümü veren de yine odur. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir yaratma ve ölçü iledir, öyle de dünyadan gitmesi de aynı şekilde bir hikmet ve tedbirle olduğundan, ölüm de hayat gibi bir yaratma iledir.
Çünkü, en basit hayat tabakası olan bitkilerin ölümünde bile, hayat kadar, belki daha düzenli bir sanatın ve ilmin eseri görülüyor.
Meyvelerin çürümesi, çekirdeklerin dağılmasıyla gerçekleşen ölüm, sümbülün hayatıyla sonuç veriyor; o çekirdek bir hayattan başka bir yüksek hayata geçiyor.
Demek ki, çekirdeğin ölümü sümbülün hayatının başlangıcıdır; belki hayatının aynı hükmünde olduğu için de ölüm, hayat kadar yaratılmış ve muntazamdır.
Bu durumda insanın ölümü, görünüşte çözülme ve bir yok oluş olduğu halde, ölüm hakikatte insan için sonsuz bir hayata ünvan, başlangıç ve giriş oluyor.
Âdem'den bu deme neslim getirdi, bana türlü türlü meyve yetirdi. Her gün beni tepesinde götürdü...
Benim sadık yârim...
Gidenler.. Gündüz Gece
Bütün hayvani ve insani doğumlar, birer silah altına almak ve vazife başına gelmektir; ölümler ise birer terhisat ve paydostur.
Bütün sesler ya vazife başlangıcındaki zikir ve tesbih ya da paydostan gelen şükür ve ferahlıktır.
Hayat vazifesini bitirenler, bu geçici dünyadan, manen neşeli ve dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.
Nasıl ki güneşe karşı duran bir nehrin yüzünde kabarcıklar parlar, gider; gelenler de aynı parlamayı gösterip sönüp giderler. Bu sönmek, parlamak vaziyeti yani zıtlık noktasındaki aynadarlık, yüksek daimî bir güneşe işaret eder.
Öyle de zaman nehrinde sürekli akan ve yer değiştiren ve tazelenen şu varlıklar, var olmalarıyla onun varlığına şahitlik ettikleri gibi; hayat ve ölüm değişimleri ve nöbetleşmeleri ile de ebedi, sonu gelmeyen bir hayat sahibine işaret eder.
Kudretle hayat verilip görevleri bittiğinde, ölümle terhis edilen şu varlıklar, tekrar geldikleri yere gönderilir. Gelecekten gelip şimdiye uğrar, kudret dairesinden ilim dairesine geçerek maziye dökülürler.
Nasıl ki rüya, uyku âleminde hayalî bir varlık tarzına işaret ediyorsa; öyle de bu geçiş, varlıkların belki ilmen belki hayâle yakın bir boyutta devam etmelerine delalet eder.
Nice güzellere bağlandım kaldım, ne bir vefa gördüm ne bir fayda buldum. Her türlü isteğim topraktan aldım...
Benim sadık yârim...
İstirahat Vakti
Ölüm mahlukat için bir nimettir de. Çünkü, ihtiyarlık, hastalık, geçim gibi insana dair hayat şartlarını ağırlaştıran, yoran olumsuz birçok şey vardır ki, ölümü bazen hayatın pek üstünde bir nimet olarak gösterir.
Örneğin, güzel çiçeklerin âşıkları olan kelebek, sinek, arı gibi canlıların kışın şiddeti içinde hayatları ne kadar zahmetli, ölümlerinin ise ne kadar rahmetli olabileceği anlaşılır.
Evet, uyku nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir, öyle de onun büyük kardeşi olan ölüm dahi insan için aynen nimet ve rahmettir.
Havaya bakarsam hava alırım, toprağa bakarsam dua alırım. Topraktan ayrılsam nerede kalırım...
Benim sadık yârim...
Toprağın Bağrı
Öyleyse, madem toprağın içine giren hiçbir şey başı boş kalmıyor, hayata, rahmete, güzellik ve süsleyişe kaynak oluyor, elbette toprak altına girmek ve toprak ananın kucağına sığınmak, arkasındaki hakiki ve daimî ve manevî çiçekleri seyretmek daha ziyade sevilir ve iştiyaka lâyıktır.
Hem madem insanın yüzde doksan dokuz ahbabı bir başka diyara gider ve insan zamanla yalnız, tek başına kalır; o dahi oraya gidecek. Bunun için insan oraya yönelir, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister ve sevinerek, gülerek gider.
Evet, başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadır. Hem vefat etmiş baban, kardeşin, evladın, komşun, okul arkadaşın oradadır.
Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürkme, kabirden korkma, başını çevirme. Merdane kabrine bak, dinle ne talep eder. Gül ölümün yüzüne, bak ne ister...
Her kim ki olursa bu sırra mazhar, dünyaya bırakır ölmez bir eser. Gün gelir Veysel’i bağrına basar...
Benim sadık yârim kara topraktır.
—Aşık Veysel
"Hâlbuki o ölü yeryüzü de (öldükten sonra dirilme husûsunda) kendileri için bir delildir. (Biz) onu dirilttik ve ondan dâneler çıkardık da bundan yiyorlar."* (Yâsin, 33)
—Katre
Not: Bu yazı, Risale-i Nur'dan seçilen pasajların günümüz Türkçesine uyarlanarak yorumlanmasıyla hazırlanmıştır. Anlam bütünlüğü korunarak bazı cümleler yeniden düzenlenmiş, sadeleştirilmiştir. Bu çalışmada yapay zeka asistanından dil, üslup ve düzenleme desteği alınmıştır. Olası yanlış yorumlamalar ve eksiklikler yazara aittir.
0 Yorumlar