Header Ads Widget

test banner

Tarihi Yeniden Okumak veya Modernlikle Yüzleşmek (5)



Bir önceki yazıda İslamcıların yaptığı anakronizm’den bahsetmiştim. Aynı yerden devam edersek, İslamcıların modern öncesi dönemin sorunlarına da değinmediğini görüyoruz. Mesela kimse insanlara Osmanlı’nın geleneksel dönemini anlatırken doğan bebeklerin sadece %40’nın yetişkinliğe ulaşabildiği bir dünyadan bahsetmiyor. Hastalıkların olduğu bir dünyadan bahsetmiyor. Açlığın olduğu bir dünyadan bahsetmiyor. Şiddetin olduğu bir dünyadan bahsetmiyor (herkesi geçtim padişahların kendileri bile yeri geldiğinde çok acı şekilde öldürülüyordu). Bugüne kıyasla adaletsizliğin olduğu bir dünyadan bahsetmiyor. Bu söylem üstü kapalı olarak sanki modernliğin bugün faydalandığımız tüm getirileri geleneksel dönemde de varmış fakat modernliğin getirdiği veya çözemediği sorunlar önceden yokmuş gibi gerçek dışı ütopik bir geçmiş algısı oluşturuyor insanlarda. Ne olduğu belli olmayan bir “İslami” yönetime geçilirse o ütopyaya yeniden dönülebileceğini iddia ediyor. Oysa hikayemizde gördüğümüz gibi modern öncesi geleneksel sistem modern dönemdeki kadar etkili sonuçlar üretmediği için modern olan geleneksel olanın yerini aldı.

Eğer durum bu değil deniyorsa, o günden bugüne nasıl geldik kendi bakış açılarından açıklamaları lazım insanlara. Mesela bebek ölüm oranlarındaki azalmadan, pek çok hastalığa çok etkili tedaviler geliştirildiğinden bahsettim. Eğer II. Mahmut’un yaptığı gibi Avrupa’daki tıp bilgisini Osmanlı’ya getiren modern bir tıp fakültesi kurulmasaydı ve bu giderek daha da yaygınlaştırılarak bugünkü modern sağlık sistemi oluşturulmamış olsaydı bu alanlarda bu kadar etkili sonuçlar elde edilebilir miydi? Bazıları medreseler reforme edilseydi gibi önerilerde bulunuyor bu konularda. Burada kast edilenin ne olduğunu açmaları lazım. Fakat eğer kast edilen şey bazı medreselerin kadavra üzerinde uygulamalı tıp eğitimi veren, sadece tıp derslerinin alındığı, Avrupa'daki kitapların çevrilerek okutulduğu ve en önemlisi uzmanlaşma nedeniyle insanların temel eğitimden sonra yıllarca sadece tıp eğitimi aldığı üzerine yıllarca uzmanlık yaptığı vs. eğitim kurumlarına dönüştürülmesiyse, şikayetleri sadece isimlendirme ile ilgili demektir zira tüm bunların yapıldığı bir medrese artık modern tıp fakültesi olmuş demektir. Tüm bunları yapmadığımızdaysa modern tıp nasıl oluşacaktı? Yani bizim anladığımız şekliyle medrese başta anlattığım geleneksel tarım toplumları dönemine ait bir kurumdu. Onu ortadan kaldıran veya önemini yitirmesine neden olan şey Tıbbiye adında Fransızca eğitim yapan bir kurumun kurulması değil artık uzmanlaşma, zaman yönetimi (45 dk lık ders saatleri 15 dk teneffüsler vs.), deneysel bilim vs. modern kavramların ortaya çıkmış olmasıydı. Medrese bunları alıp uyguladığında kendisi Tıbbiyeye dönüşüyor, alıp uygulamadığındaysa Tıbbiye ile efektif sonuç üretme noktasında yarışamıyordu. Bunları veya benzerlerini diğer kurumlar için de söylemek mümkün. Mesela niçin ülkelerini işgal eden Batılı ülkelere karşı mücadele eden pek çok Müslüman lider işin sonunda dönüp Batı'nın uşağı olmakla itham edilmektedir? Zira Batı modernleşme konusunda İslam ülkelerinden daha ileride olduğu için bu ülkeleri sömürebilmektedir. Batılı ülkelerle mücadele eden ve özellikle Batı'ya karşı zafer kazanan hareketler de genelde İslam ülkelerinin daha modernleşmiş kesim ve/veya kurumlarından çıkmaktadır zira Fransa'ya karşı daha etkili mücadeleyi Tunus'un taşrasındaki medresede okuyan öğrenciler değil Sorbonne'da okumuş Habib Burgiba gibi adamlar vermektedir (eğer tersi olsaydı zaten Fransızlar Tunus'ta olmazdı geleneksel sistem Fransa'nın meydan okumasına etkili bir karşı koyuş sağlamış ve Fransızları püskürtmüş olurdu geleneksel dönemlerde olduğu gibi) Fakat işin sonunda bu tür liderler dış güçlerden ülkelerini kurtardıktan sonra hem kısmen kendileri de milliyetçilik, sekülerlik gibi modern kavramların etkisinde yetiştikleri için hem de modernleşmeye ülkelerinin ihtiyacı olması yüzünden Batılı ülkelerinkine benzer kurumlar ve sistemler oluşturdular. Bu da gelenekselci kesimde bu kişilerin satılmış olduğu, dinsiz olduğu, Batı uşağı olduğu gibi fikirlerin oluşmasına neden oldu ve halen oluyor. Oysa sorun bu kişiler değil modernliğin kendisiyle yaşanan çatışmalardır.

Yani meydan okuma dış güçlerden, onların içerideki uşaklarından hatta kişilerden gelmiyor gözle görülmeyen yeni bir yaşam ve anlayış tarzından geliyor. Geleneksel kabullerin sorgulandığı, sekülerleşmenin ve rasyonelleşmenin arttığı, iş yapışta uzmanlaşmanın öne çıktığı, ekonomide globalleşmenin, ticaretin, para ekonomisinin, endüstrileşmenin, tarımsal üretimin üretildiği yerde tüketildiği daha statik bir üretim ve yaşam şeklinin yerini aldığı, bir yandan bireyselliğin arttığı, din, kabile gibi geleneksel aidiyetler çözülürken milliyetçilik denilen yeni bir biz kavramının ortaya çıktığı, ulus devlet denilen ve insanların bedenlerinden, çocuklarına kaç yaşında ne öğretileceğine, oturdukları evlerin standartlarından tarlaya ekilecek ürünlere kadar hayatın her alanını en ince ayrıntısına kadar karışan örgütlenmelerin ortaya çıktığı, şehirlerin büyüdüğü, tüm bunlara uygun yeni daha seküler bir hukuk sisteminin ve tüm bunlarla uyumlu daha eşitlikçi toplumsal organizasyonların oluştuğu vs. yeni bir yaşama ve algılama şekli bu meydan okumaya neden olan. (burada kasıt eşitliksizliklerin ortadan kalkması değil öncesinde formal olarak Avrupa'da sınıf farklarının olması veya Osmanlı'da kimin ne renk giyeceğine, hangi başlığı takacağına karışılması gibi durumların ortadan kalkmasıdır).

Modern İslamcılar kendilerinin de içerisinde yaşadıkları ve parçası oldukları bu yaşama ve düşünme biçimiyle kolay yoldan mücadele edebilmek için modernliği Batı olarak tanımlıyor ve dışsallaştırıyorlar. Böylece gözle görülmeyen fikri ve ideolojik olarak çok ciddi bir meydan okumayı kişilere (mesela Atatürk) veya jeopolitik güçlere (mesela ABD, İngiltere, NATO vs.) indirgemek mümkün olabilmektedir. Mesela Batılı değerlerden uzaklaşıp modernliğin başka bir uygulaması olan Rusya veya Çin benzeri bir otokrasiye yanaşmak zatı itibariyle İslami bir tercih gibi algılanabilmektedir. Oysa modernlik ve Batı iki farklı kavramdır. Batı’nın kendisi de daha en baştan itibaren kendi içerisinde modernliğin ortaya çıkardığı sürtüşmeleri kendi içerisinde yaşayarak bugünlere geldi (mesela kilisenin bilimle yaşadığı çatışmaları, Galileo vs. düşünelim veya Fransız devriminde geleneksel düzenin Aydınlanma fikirleriyle yıkılmasını düşünelim ki bir yandan Aydınlanmayla oluşan fikri çatışmalar, diğer yandan ticaret ve sanayinin tarımın yerini almasıyla ortaya çıkan sosyal çatışmalar 1789 yılında bir devrimle sonuçlandı fakat devrimin artçı sarsıntıları 19. yy boyunca eski düzenin yeniden gelmesi, tekrar gitmesi şeklinde yaşanan gel-gitlerle devam etti ve devrim belki de ancak 1905 yılında kiliseyle devletin ayrılmasıyla tamamına erdi, yani Batı'nın geleneksel sistemi de az uz çatışmalar yaşamadı modernlikle).

İslam dünyası Batılıların işgali altındayken veya Batıcı yönetimler Müslüman ülkelerde iktidar olduğu sürece modernliği Batı ile özdeşleştiren bu söylem İslamcıların modernlikle yüzleşmekten kaçabilmelerini sağladı belki de. Sonuçta niçin alternatif üretmiyorsun sorusunun cevabı basitti, izin vermiyorlar. Oysa gelinen noktada pek çok ülkede İslamcılar yönetimleri devraldıkça bu söylemin sorunu daha net olarak görülmektedir. Bu kişiler modern hayatın temelinde yer alan pek çok şeyi gayri İslami görüp, İslami'yi de sadece geleneksel İslam anlayışı olarak tanımladıkları sürece bir çıkmaza girmeleri kaçınılmaz zira biz modern zamanlarda yaşıyoruz ve biz modernliği gayri İslami ilan etsek bile modernliğin hayatımıza soktuğu şeyler hayatımızdan çıkmayacak. Çıkacak deniyorsa buyurun çıkarın insanların hayatından bunları. Buyurun alternatif çözümleriniz neyse gösterin sonuçta artık iktidardasınız. Mesela medreseler nasıl ıslah edilecekse buyurun ıslah edin, İslami hukuk nasıl olacaksa buyurun İslami kanunlar yapın, İslami insan hakları nasıl olacaksa buyurun İslami insan hakları yapın isterseniz adına da kul hakları deyin, İslami finans nasıl olacaksa buyurun finansın İslamisini yapın. Yani Halep oradaysa arşın burada. Ama tabi ki böyle bir şey olmadı ve olmayacak zira tüm iddialarına rağmen tüm İslami olma iddiasındaki rejimler özünde modern ulus devletler ve IŞID gibi yapılar dahil hepsi modern zamanların ürünü. Zaten başka türlüsü de mümkün olamazdı.

Geçenlerde Halil Berktay sosyalizm tecrübesi üzerinden bu konulara değindiği bir yazı dizisi kaleme aldı. 20.yy’da devrimler yaparak çeşitli ülkelerde iktidarı ele geçiren sosyalistlerin aslında yapısal olan sorunlarıyla yüzleşmemek ve tahayyül ettikleri ütopyanın hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini kabul etmemek için ütopyanın gerçekleşmesini sürekli daha ileri tarihlere ertelediklerini ve ütopya gerçekleşene kadarki dönemde devrimi koruma gerekliliğini de diktatörlüğün gerekçesi olarak kullandıklarını anlattı bu yazılarda. Benzer sorun İslamcılar için de geçerli. Onların da bir ütopyası var ve bu ütopyaya ulaşmaları mümkün olmadıkça, bir yandan sürekli ütopyanın gerçekleşmesini ileri tarihlere erteliyorlar (Tüm Müslüman ülkeler geliştiğinde faizsiz finans sistemi kurulacak gibi. Peki bugün niye olmuyor? Veya bugün olmamasına neden olun sorunlar yarın nasıl ortadan kalkacak? Bunları düşünmek yerine yarın kurulacak deyip geçiyorlar, yarın olsun hele düşünecekler.) Yine bir nevi kendi devrimlerini koruyabilmek için onlar da otoriterliğe doğru yol alıyorlar zira çözüm üretemeyince rıza üretmek mümkün olmuyor, rıza üretemeyince otoriterlik tek çözüm oluyor. Şunu görmek gerekiyor ki İslamcıların sorun yapısaldır. İslamcılar bir alternatif üretecekse bile bunu ne iktidara gelmeleriyle yetersizliği iyice ortaya çıkmış olan bu sığ söylemle yapabilirler, ne de Avrasyacı otoriter bir milliyetçiliğe kaymaları ideolojik olarak İslamcılığı kurtarabilir.

Burada şunu da belirtmek istiyorum ki ben erken cumhuriyet söylemindeki gibi bir Osmanlı düşmanlığı veya modernlik güzellemesi yapıyor değilim. Osmanlı kendi dünyası içerisinde çok başarılı bir devletti. Geleneksel İslam toplumlarının ürettiği sanat, estetik, felsefe, ahlak şahsen benim için çok değerli, halen hayatıma anlam katıyor. Dahası objektif olarak bakmaya çalıştığımda da görüyorum ki bu medeniyet saygıyı hak eden bir medeniyet. Bir medeniyet diğeri kadar hızlı değil diye, diğeri kadar motor gücü oluşturamıyor diye, diğeri kadar çok üretim yapamıyor diye, diğeri kadar kapital yığamıyor diye diğerinden aşağı olmaz ve bence geleneksel İslam medeniyetinin sanatında, felsefesinde, ahlakında hala faydalanabileceğimi çok şey var ve yeniyi inşa ederken hala bize ilham verecektir tüm bunlar. Fakat şu noktanın fakında olmak lazım, biz modern zamanlarda yaşıyoruz ve dünya yeniden geleneksel tarım toplumlarına doğru gitmeyecek. Yani modernlik bizim için bir veridir. Oysa özellikle 19.yy. öncesi için söylersek Osmanlı bilimi modern bilim değildi. Osmanlı hukuku modern hukuk değildi. Osmanlı devleti modern devlet değildi. Osmanlı insanı modern insan değildi (burada modernliği bir durum olarak kullanıyorum olumlu bir değer yüklemiyorum). Oysa en radikal İslamcılar dahil bugünün Müslümanlarının ezici çoğunluğu modern insanlar. O nedenle ister Osmanlı'da ister diğer geleneksel İslam toplumlarında modern sorunlarımıza doğrudan çözümler aramak beyhudedir. Geleneksel İslam medeniyetini altın çağlaştırmak yanlıştır. Kendi döneminde bu medeniyetin relatif olarak Batı'nın ilerisinde olması bizim için gurur kaynağı olabilir fakat bu geleneksel İslam medeniyetinin bugünün ilerisinde olduğu anlamına gelmez. İslam dünyasında eğitim seviyesinin en yüksek olduğu, sağlık hizmetlerinin en yüksek seviyede olduğu, bebek ölümlerinin en düşük seviyede olduğu, ortalama hayat süresinin en uzun olduğu, kişi başına milli gelirin en yüksek olduğu ve hatta insan haklarına saygının en yüksek olduğu zaman bugündür.

Dünyanın geldiği noktaya baktığımızda artık modernleşmeye diğer medeniyetlerden önce başlamış Batı medeniyetinin dünyanın geri kalanı üzerinde mutlak bir hegemonya kurduğu 19.yy'da yaşamıyoruz. Tam tersine başta Doğu Asya olmak üzere Batı dışı pek çok toplumun Batı'ya meydan okuduğu, Batı'nın kendine olan güveninin sarsıldığı, içe kapanma emareleri gösterdiği bir zamanda yaşıyoruz. Ne yazık ki gelinen noktada İslam ülkeleri sadece Batı'nın değil Doğu'nun da gerisinde kalmaya başladılar. Dindar Müslümanların modernlikle bu yüzleşmeyi bir an önce yapmaması durumunda ne yazık ki ne dünyanın geri kalanına, ne de kendi çocuklarına söyleyebilecekleri bir sözleri kalmayacağını düşünüyorum.

-Ahmet Şeker
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. İŞİD(DAEŞ) olduğunu iddia ettiği gibi islami değildir.

    işidin uluslararası ismi ISIS dir. Islamic State of Iraq and al Sham kelimesinin baş harfleri. sözde islami devlet kuran bir terör örgütü. kim kurmuş müslümanlarmı? trup bile daeşi obamanın kurduğunu söylemesine rağmen nasıl oluyorda bu örgüt islam devleti oluyor. doların simgesini bilirsiniz. $ ama normalde yazılmışınıda görmüşsünüzdür. S üzerinde 2 I şeklinde aslında 2 S 2 I birleşmiş şeklidir. kısaca doların simgesi ısıs birleşmiş halidir. daha ne olarak görmek isteyenler aşağıdaki linki tıklayıp resim halini görebilir.

    https://3.bp.blogspot.com/-zAaf1wT6oBA/VDrW0btl5lI/AAAAAAAABbE/boRPJ6wLCks/s1600/%C4%B0sis-ve-Dolar-%C4%B0%C5%9Fareti.jpg




    YanıtlaSil
  3. Dünyanın, çalıştığı yerde SEN, oturduğun yerden birşeylerin düzelmesini beklemen, hakikate ihanet etmek demektir.

    üretimin yok, icadın yok, bilimin yok, teknolojin yok, felsefen yok, sosyolojiden, psikolojiden anlamıyorsan, strateji dediğin 3 e alıp 5 e satarak üreticiden daha çok kar yaptığını düşünerek ticaret yapıyorsan, anlamak istemediğin gerçek şudur: cehaletinin kurbanı olursun, köleleşirsin ve tarihin çöplüğüne gidersin.

    Evet, Dünya islama muhtaç, müslümanlara değil. Dünyayı kurtaran kahraman modundan çıkmak lazım artık. İslama ve kurtarılmaya en çok ihtiyacı olan biziz BİZ.

    “Her şeyi ayakta tutan biziz! Biz olmazsak olmaz!” düşüncelerine kendinizi kaptırmışsanız, ganî (sizden ve her şeyden müstağni) ve aziz olan Allah, bulunmaz hint kumaşı olmadığınızı size er geç gösterecek demektir.


    Gerçekler hiç kimsenin hoşuna gitmiyor. Herkes yalandan, yanlıştan medet umuyor. Sonra dönüp soruyor: Neden bu haldeyiz?

    İnsanların çoğu gerçeklerin değil, hoş ama boş sözlerin peşinde. Bu dün de böyleydi bugün de böyle. inş. Yarın da böyle olmaz.

    insanı anlamak ve mevcut sorunlara çözüm üretebilmek için önce insan olmak lazım; zira insanın halinden ancak insan olan anlar.

    hayvanların dahi bu konuda “insanlardan” daha duyarlı olduklarını söyleyebilecek bir noktaya geldik malesef. internette bir çok havyanın insanlardan daha duyarlı örneklerine rastlayabilirsiniz.

    Sizi şartlar ve realiteler zorla değiştirmesin, kendi isteğiniz, iradeniz ve aklınızla, kendinizi değiştirin.

    sürüklenerek, yuvarlanarak, savrularak değişmek, değişmek demek değildir. sadece başkalaşırsınız.







    YanıtlaSil