Header Ads Widget

test banner

Uhuvvet Risalesi Üzerine Bir Eleştiri (2) / İştirak-i Emval Düsturu ve Şeyhlik Üzerine


Nursi ihlas risalesinde iştirak-i emval düsturunu anlatıyor. Örnek veriyor ve “nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar” diyerek aynı şekilde biz de uhrevi yani ahirete bakan işlerde bunu yapıyoruz demeye getiriyor. Yani Nursi’nin dediği şu siz risalelerin elle çoğaltıldığı bir dönemde risaleyi yazarsanız bu kitapları okuyan her insanın imanı kurtulduğunda siz de zamanında bu işlere yardım ettiğiniz için her insan için 1 sevap puanı alıyorsunuz. Aslında o imanı kurtulan kişiye ne o risaleyi açıkladınız ne risaleyi ona ulaştırdınız ne de risaledeki fikirleri siz ortaya attınız, ama siz fabrikadaki çarklar gibi bir bütünün bir çarkısınız ve ortaya çıkan işten sevabınızı alıyorsunuz.


Nursi ne bir ayet ne de bir hadis ile bunu temellendirmiyor. “ehl-i hakikat mâbeyninde meşhud ve vakidir. Ve vüs’at-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezasıdır.” diyerek bunun Allah’ın rahmetinin bir gereği olduğunu ve açık bir gerçek olduğunu söylüyor.

İştirak-i emval düsturunu nasıl anlamalıyız? Buradan birçok mana çıkabilir. Ben önce çıkan bir tane manayı eleştireceğim, daha sonra ise bu düsturu başka bir şekilde yorumlayarak Nursi’ye destek vereceğim. İştirak-i emval düsturuna değinme nedenimi Uhuvvet risalesindeki pasajı eleştirirken çözüm kısmımda daha iyi anlayacaksınız.

Allah için insanın niyeti mi önemli yoksa ortaya çıkan sonuç mu önemli? Yani ben halis niyetle Nursi’ye yardım ediyorum ve bu sayede binlerce kişinin imanı kurtulunca hepsinin sevabını ben de alıyorum. Benim zaten o mantıkla cennetlik olmam gerekir değil mi? Peki günahlar ve sevaplar gerçekten böyle rakamla tutulan şeyler mi eğer öyleyse biz zaten cennetliğiz çünkü sevap kazanmak çok kolay. Ramazan ayında Nursi’ye yardım ederim, Nurlar sayesinde 100 bin kişi hidayete ermişse bir de Ramazan da ettiğim için 100.000x100.000 sevap elde etmiş olurum. Bu mantıkla münferit takılmak aptallık, herkes bir cemaate girmeli. Cemaatler kötü iş bile yapsa önemsiz, çünkü iyi işlerinin sevapları bana yazılıyor. Peki ben nefsimi terbiye etmiş miyim? İyi bir insan mıyım? Hakkaniyetli bir insan mıyım? Bunların hiçbirinin önemi kalmamış oluyor? Yani cennete girmek matematik hesabıyla oluyorsa, dilsiz şeytan olarak da takılabiliriz. Ne demek mi istiyorum? Daha düne kadar Gülen’i öve öve bitiremeyen bazı Nurcuların 15 Temmuz’dan sonra benim gibi hiçbir şeyden haberi olmayanlara vatan haini deyip alkışlamasından bahsediyorum. Hadi biz size göre hakkettik ya Mor beyinciler vs. bari onlar için siyasetçiler ile konuşsaydınız ateist solcular kadar sessinizi çıkarsaydınız olmaz mıydı? Olmadı…

Niye yukarıdaki olayı örnek verdim, çünkü hayatı boyunca nefis terbiyesi yapmış, dini ilimler ile meşgul olmuş kişilerin bir arpa boyu yol alamadığını görüyorum. Hangi kriter ile? Hakkaniyetli olma ve mazlumun yanında olma kriteri ile. Aynı şey Gülen cemaati için de geçerli, o kadar yaşlı ilahiyatçılar var bir tanesi çıkıp statükoya bir laf söyledi mi? Bir tane eleştiri getirdiler mi? O kadar pislik dökülüyor, çıkıp ses çıkaran bir tane kişi çıktı mı? Dönen pislikleri zaten geçmişten beri biliyorlarsa orası ayrı bir vahamet.

Hayat bir yolculuk senelerce okuyorsunuz, ibadet ediyorsunuz, nefis terbiyesi yapıyorsunuz peki sonuç ne? Küçük bir çocuk gibi kral çıplak diyebiliyor musunuz? Bir ateist gibi çıkıp başkasının hakkını savunabiliyor musunuz? Hayır. O zaman siz hiç değişmemişsiniz ki, başladığınız noktadan bir adım öteye gidememişsiniz ki. Sizin sevaplarınız günahlarınız hesaplansa ne hesaplanmasa ne, siz gene aynı sizsiniz.

Elbette Allah’ın muradını bilemeyiz, Nursi’nin burada dediği gibi çok rahmetli de davranabilir. Bir hayat kadının susamış bir köpeğe verdiği su menkıbesini bilirsiniz. Bu menkıbeden çıkarılacak ders istediğimiz gibi yaşayalım en son bir köpeğe su verip biz de cennete girelim değildir. Bu açıdan iştirak-i emval düsturu ile Nursi’nin yaptığı hesap doğru da olabilir, kesinlikle böyle bir şey olamaz diyemem, ama bizi ilgilendiren bir durum değil. Allah’ın hangi davranışımıza bakacağı bizi ilgilendirmez. Yani iştirak-i emval düsturu varsa ne güzel ama bunu alıp cemaatleşmeyi bir araç olmaktan bir amaç olmaya çıkarmak için kullanamayız. Yani Nursi zaten bir cemaat kurmuş ve mevcut üyelerini daha mutlu yapmak için onlara iştirak-i emval düsturunu anlatıyor ve Allah’ın rahmetine ben inanıyorum diyerek onlara ümit veriyor. Ama Nursi iştirak-i emval düsturunu anlatıp cemaatleşmek gerekiyor diye sıfırdan bir cemaat kurmuyor. Nursi’nin bu sayfaların yazıldığı yıllar keşke üzerinde yazsaydı, belki çok çetin bir imtihandan geçtikleri bir dönemde yazılmış satırlar olabilir.

Bugün iştirak-i emval düsturu tam tersi şekilde uygulanarak cemaatin içinde bir kısım insanların işlediği suçların hepsi yani günahlar toptan herkese fatura ediliyor.

Said Nursi İhlas risalesinin devamında “eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid’a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.” diyor.

Nursi devamında mesleğimizin kardeşlik olduğunu kimsenin kimseye şeyh olamayacağını belirtiyor. Bu kısımda Nursi’nin niye tarikatları eleştirdiği akla gelebilir. Ama Nursi’yi zaten Nursi yapan en önemli özelliği geçmişi radikal bir şekilde eleştirmesi ve ortaya yeni şeyler koymasıdır. Nursi statükodan taraf olmamıştır, her daim ortaya yeni fikirler atmıştır. Peki Nursi’yi örnek alan biz Nursi’yi %100 takip mi etmeliyiz yoksa onun gibi eleştirisel bir bakış ile onu da eleştirip ortaya yeni şeyler mi koymalıyız? Aynı soru Atatürk için de sorulabilir. Bugünkü Kemalistler 100 yıl önce Atatürk’ün koyduğu çizgide mi hareket etmeli yoksa Atatürk nasıl o dönemde en çağdaş ülkeler Batı ülkeleri olduğu için onları örnek almış bizim de bugün aynısını yapıp Batı örneklerini örnek mi almamız gerekir? Eğer Atatürk ne yaptıysa onu yapmalıyız derseniz ki bugün çoğu Kemalist bu şekilde hareket ediyor ve Batı Demokrasinin 1923-1938 yıllarındaki ilkel halini bugün uygulamaya çalışıyorlar ve o ilkel hal de başörtüsünün yasaklanması gibi ilkel yasaklara sebep olabiliyor. Ama Atatürk’ün vizyonunu örnek alırsanız, Kadınların seçme ve seçilme hakkını çoğu Batı ülkesinden daha önce Türkiye’de uygulayarak bir nevi Batı’dan aldığımız Demokrasiyi onlardan çok daha önce geliştirmişiz, bu açıdan bakınca değil Kadınların üniversite eğitim hakkının engellenmesi tam tersi belki ilkokul eğitimini teşvik için karma eğitim sistemi mutlak uygulanmaz ve çoğu kız çocuğunun da okuması sağlanabilir. Tabi bunu yaptığımız da Batıyı geçmiş olmayız çünkü onlar hali hazırda karma eğitim sistemini mutlak uygulamıyorlar belki 50 sene önce buna geçmemiz gerekirdi.

Aynı şekilde Nursi’yi eleştirmez onu aynen tekrar edersek, biz Nursi’nin takipçisi mi oluruz?

Atatürk ya da Said Nursi bugün yaşasa 100 bilmem kaç yaşında olsalar sizce hala aynı fikirleri mi savunurlardı? Eğer bunu kabul ederseniz, insanların belli bir noktadan sonra eğitim hayatını tamamlayacağını ve mutlak bilgiye ulaşacağını kabul etmiş olursunuz, eğer bu doğru olsaydı 1000 yıl önce yaşayan çoğu kişinin fikirleri üzerine yeni bir şey koyamamamız gerekirdi. Atatürk’ü de Said Nursi’yi de bugün rahatça eleştiremezsiniz ve reaksiyoner bir tavırla karşılaşırsınız. Peki bu tavır kaç yüzyıl daha sürecektir, kaç yüzyıl daha onların fikirlerinin mutlak doğru ya da mutlak doğruya en yakın fikri olduğunu savunacaksınız? Ancak bir peygamberin yani olağanüstü sıfatlara haiz bir insanın fikirleri bu derece evrensel olabilir. Diğer insanlar dünyanın en zeki insanları bile olsa kendi ömürleri kısıtlı olduğu için çok kısıtlı bir tecrübeye sahip olacaklardır ve o kısıtlı deneyimleriyle bazı çıkarımlarda bulunacaklardır, dönemlerini aşsalar bile en fazla kaç yüzyıl daha o fikirler ile tutunabilirler ki? Bilimsel fikirler bile çürütüldüğünü düşünün, kişi deney yapıyor ve neredeyse mutlağa yakın bir bilgi elde ediyorken bu bilgi bile ileride çürütülebiliyor. Bu açıdan onların takipçisi olmak onların her dediğini papağan gibi tekrar etmek midir yoksa onlar ne yaptıysa onu mu yapmaktır?

Nursi kendi döneminde tarikatları eleştiriyor. Niye? Çünkü zaten zamanında dinde yeni bir heyecan olarak başlayan bu yapılar artık fonksiyonunu devam ettiremez noktaya gelmiştir. Atatürk de bunun farkında olduğu için bazı sert acımasız önlemler almıştır. Nursi’nin dediği gibi şeyhlik postu varsa orada ihlas tam anlamıyla sağlanamaz, müritler arasında rekabet olur. Bu konuda aklıma Yunus Emre dizisi geldi, TRT 1’in en iyi dizilerinden biridir. İzleyenler varsa orda müritler arasındaki rekabet çok güzel ifade edilmiştir. Nursi’de tarikatların bu bozuk sistemini nazara veriyor ve bizim aramızda kardeşlik var diyor, şeyhlik olamaz diyor. Nursi tarikatların bozuk sisteminin farkında ve o sistemi tekrar etmiyor, o sistemin zararlarını bildiği için kardeşlik sistemini öneriyor peki kardeşlik sistemi başarılı olabildi mi? Nursi bugün şeyh gibi mi görülüyor ya da kardeş gibi mi görülüyor? Gülen bugün şeyh gibi mi görülüyor yoksa kardeş gibi mi görülüyor? Gülen’in kurduğu sistemde şeyh postu yok diyebilir miyiz? İnsanların daha iyi pozisyonlar için rekabet etmediğini söyleyebilir miyiz? Mesela TSK’nın imamı olmak için rekabete girilmediğini söyleyebilir miyiz? Sezai olaylarından sonra hala söyleyebilecek var mı? Keşke Nursi’nin kardeşlik sistemini daha iyi analiz etseydik ve ona göre düzgün bir sistem kursaydık. Peki Nursi tarikatların sistemini eleştirirken bugün hala nasıl daha tarikatlar var onlar bu hatalarını görmüyor mu? İşte onlar statüko oluyor, Atatürk’ün sert, acımasız önlemlerine rağmen bitmeyen statüko (acımasız önlemler statükoyu doğurabilir) yani olağan koşulları savunan kişiler değişimi engelliyor. Peki insanlar niye daha iyi olmak istemez ki? Çünkü daha iyi olmak bazılarının menfaatine zıttır. Siz şeyhlik postunu alırsanız mevcut şeyh ve ondan sonra şeyh olması muhtemel adaylar bellidir. Bu kişiler bunu kabul etmez, etmeyeceği için de bir değişim mümkün değildir. Aynı şekilde Gülen cemaatinin de bu derece yozlaşmış olmasına rağmen değişmemesi de bu yüzdendir. Tasfiye edemezsiniz çünkü ederseniz çoğu kişi makamını kaybedecektir, ellerindeki gücü kaybedecektir. Hatta cemaat devlet sistemi gibi mensuplarını maaşlı çalıştırmaktadır. Cemaat çoğu insanın ekmek kapısı olmuştur artık siz tasfiye ettiğinizde binlerce kişi işsiz kalacaktır. Buna izin vermezler tıpkı zamanında hattatların matbaaya izin vermediği gibi. Daha doğrusu kralların hattatları bahane göstererek matbaayı geciktirdiği gibi.

Devlet de böyledir daha iyi hale getirmek içi reform yapmanız çok zordur, çünkü izin vermezler, statüko çok güçlüdür. Daha düne kadar TSK ülkede çok güçlüydü her konuda ayrıcalıklıydı, kaç senede kaç tane anayasa değişikliğiyle o güç kırılabildi. Kenan Evren darbe ile geldikten sonra anayasaya o kadar çok yetki ve güvence koymuş ki TSK lehine, bunları kırmak için önce birlik olup anayasayı değiştirmeniz gerekiyordu. 2008 yılında başörtüsü yasağını kaldırmak için anayasa değişikliği yapıldığında AYM bu değişikliği iptal etmişti ve AKP’ye kapatılma davası açılmıştı. Çok basit bir düzenleme yapacaktınız oysaki, ama değiştirtmiyorlardı. Kimi zaman normal hukuki yollarla değişim imkansızdır o yüzden insanlar kanlı devrim yapar. Mesela padişahlar asla o koltuğu bırakıp cumhuriyet sistemine geçerler mi? İnsanlığın ilk ortaya çıktığı andan itibaren saltanat yönetimi egemen ve siz bunu değiştirmek istiyorsunuz ve insanlık bunu son 200 yılda ancak başarabildi.

Gülen Cemaati bir devlet değildir, o yüzden onu değiştirmeye uğraşmak istemiyorum, değişmiyorsa ben ayrılırım, onlar ne yapıyorsa yapsın. Devlet ise öyle değildir, değişmiyorsa değişmeyen halinde yaşamaya mecbursunuzdur. Ya da göç edip gurbette acı içinde yaşamaya devam edersiniz.

Ahmet
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Cemaatte bir abi sohbet yapacagi zaman, onun tasidati yapilirdi, sohbetin etkisini artirmak icin, abi soyle ucar boyle kacar, kahvede tavla atip okay, oynadigim adam bir anda sohbet abisi olunca farkli bir havaya burunurdu.
    Said Nursinin olayifa bana oyle gelir, bircok yetiskin insan Ustad der bediuzzaman der. Anlamadigin context senin gozunde her derde deva imandizligin karsindaki en onemli silah gibi gorursun.
    Oysaki kutsallastirmadan okudugun zaman, hicbir etkisinin olmadigini, kullandigi bir cok benzetme ve hikayelerin baska kaynaklardan alinti oldugunu gorursun.

    YanıtlaSil
  2. Bir uctan digerine savrulmaya gerek yok bence. Her derde deva degildir elbet ama faydali guzel kitaplardir, insani dusunmeye sevkeder. Elestirilmez degildir elbet ama hic bir etkisi yok demek de dogru degil. En azindan benim tecrubem bu yonde. Baska kaynaklardan alinti yapmis olmasi bir eksiklik degil, entellektuel birikimin ifadesidir.

    YanıtlaSil