Header Ads Widget

test banner

Deniz Kenarında İki Dost


 "...Kesinlikle o fecr (sabah namazı meleklerce) şahit olunan (makbul bir ibadet anı)dır."(İsrâ, 78)

Sahildeki ıhlamur ağacı, karşısındaki bankta oturan adamı uzun yıllardır izliyordu. Her sabah namazından sonra, aynı saatte gelir, aynı yere otururdu. Bir parça simit yerken, her şeye dikkatle bakardı. Yoldan geçenler onu fark etmezdi. O ise, her sabah dünyanın biraz daha kendisinden uzaklaştığını sezerdi. Yıllar içinde o bankta nice insan oturdu: İşe gitmeden önce bir sigaralık mola için duran işçiler, köpeğini gezdirenler, balık tutmaya gelenler... Çoğu sadece oturur, ne ufka ne de denize bakardı. Adamın gözleri ise denize dalar, gökyüzünde uçardı. Ağaç, onun bakışlarını biliyordu artık. Bir adamın tempolu koşusunu, bir işçinin yorgun adımlarını, genç öğrencilerin sessizliği bozan hareketlerini... Yaşlı adam bunları izlerken kimi zaman başını sallar, kimi zaman derin düşüncelere dalardı. Bir Sabah Bu sabah da gelmişti. Ekmek gibi kutsal gördüğü simidinden bir parça kumrulara atarken kendi de yiyor, etrafı seyrediyordu: Yanlarından bir kadın geçti koşarak. Kulağında kulaklık, gözleri telefonda... Yeniden doğan dünyanın ve ötüşerek buna selam veren kuşların farkında bile değildi. Çünkü güzel görünüm, denizin ve göğün mavisi ile yarışırdı! Ardından, orta yaşlarını geride bırakmış bir adam geçti. O da ölmemeye and içmiş bir azimle koşuyordu. Hasta olmayacak, kazalar ona rast gelmeyecekti. Çünkü koşuyordu... Adam, yanındaki ıhlamur ağacına dönüp hafifçe gülümsedi. Sanki "Görüyor musun?" der gibiydi. Biraz daha zaman sonra telefonlarına gömülmüş birkaç öğrenci, okula gitmeden önce yakındaki bir başka banka oturdu. Ellerindeki ekranlarda buldukları şeyleri birbirlerine gösteriyor, daha önce hiç gülmemişçesine kahkahalar atıyorlardı. Hayat ne kadar da komikti... Uzun uzun onlara baktı. Ağaç, dostunun içindeki tanıdık hüznü hissetti. İki genç adam geldi bu kez; deniz otobüsünü bekliyorlardı. Güneşi arkasına alan genç, oysa ışık vurmayan gözlerine koruyucu gözlüklerini takarken arkadaşından fotoğrafını çekmesini istiyordu. Elbette, güneş bu kare için doğmuş olmalıydı. Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç şöyle konuşabilir bizimle: Sus! Bak bana! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil: Bunlar çocuksu düşünceler.Bırak konuşsun içindeki Tanrı, o zaman susacaklar. —Hermann Hesse Ağaçlar da Konuşur Sonra, bakışlarını kendine çevirdi. Sessizlik, yeni bir dile dönüşmüştü; bu dili bilenler gittikçe azalıyordu. Ağaç da biliyordu bu dili — belki bir tohum olduğu zamandan beri. İkisi de susuyordu artık. Biri toprağa kök salmıştı, diğeri sonsuzluğa. Ama ortak bir yanları vardı: Hep bir arayış içinde bakıyorlardı. Simidinin son parçasını ağzına götürürken, gözleri dostuna kaydı. Ne kadar sade, ne kadar ağırbaşlıydı… "Keşke insan da böyle olsa," diye geçirdi içinden. Ağaçlar hep bilgeliğin sembolü olmuştu. Bütün peygamberler ve büyükler, ağaçların gölgesinde oturmuş, düşünmüştü. O da yaşının verdiği büyüklükle düşünmeye başladı: Bir insan kaç kişiye nefes verirdi ki? Ağaç, her gün binlerce canlıya oksijen sunardı, hiç karşılık beklemeden. Kaç kuşa, kaç böceğe, kaç sincaba ev sahipliği yapardı bir insan? Oysa ağaç, tüm canlılara kucak açardı. Dört Mevsim Yaşamak Hayattan sürekli yakınan insanlar geldi aklına. Bir roman karakteri şöyle diyordu onlar için: "Havalar soğuyunca insanlar gölge veren ağaçları unutur." Kaç kez duymuştu kim bilir şu sözleri: "Kazanç az, hayat pahalı..." Sıcak olunca bunaltıcı, soğuk olunca üşütücü. Yağmur yağınca çamur, yağmayınca kuraklık. İş çoksa da dert, olmayınca da. Sanki hayat yalnızca onlara haksızlık ediyordu. Hayat, hep "oda sıcaklığında" olmalıydı onlara göre. Ne çok sıcak, ne çok soğuk; ne çok kolay, ne çok zor... Oysa dünya kimseye özel değildi. Herkes gibi o da biliyordu: Sekiz milyarda kendini biricik sanan sadece insandı. Gözleri yine dostuna kaydı. Yaprakları dökülüyor, dalları budanıyor, gövdesi yaralanıyordu... Ama hiç dert etmiyordu. İnsanlar gibi "Keşke hep ilkbahar olsa," demiyordu. Kışın dinleniyor, ilkbaharda uyanıyor, yazın gölge veriyor, sonbaharda vedalaşmasını biliyordu. O sadece iyi günün değil, her mevsimin dostuydu... Feleğin çarkını çeviren o geniş İlahî kanun, onun hatırı için değişmiyor, değiştirilemiyordu. Mutluluğun Yeri Birçok insan mutluluğu şehir merkezlerinde arıyordu. Alışveriş merkezlerinde, kafelerde, restoranlarda… Sanki mutluluk oralarda bir yerde bekliyordu. Kütüphanelerde, doğada ya da bir mescidin sessizliğinde aranacak şey değildi elbette... Sürekli bir arayış, sürekli bir kendinden kaçış! Oysa ağaçlar, hiçbir yere gidemiyordu. Yaprakları çocukları, dallarına konan kuşlar dostlarıydı. Köklerinin çevresindeki küçük bitkiler ise komşuları. Hatta ona zarar veren böcekler bile hayatının bir parçasıydı. Rüzgâr kulağına türküler söylüyor; yağmur, çocuklarını öpüyordu tek tek. Küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti kendi ahşap gövdesinden eviydi. Ailesi ve dostları yanı başındaydı. Dışarıda idi gün boyu; ama içeride, olduğu yerdeydi mutluluk. Adam da bunları düşünürken mutluluğu uzaklarda değil; burada, şu anda, bu bankta, bu ağacın gölgesinde, bu sessizlikte hissetti. Sevgi, Güzellik ve Zarafet Vefat eden eşi geldi sonra aklına. Yıllarca aynı evi, aynı hayatı paylaştığı kadındı. Artık yoktu, ama o hâlâ evli gibiydi. Yokluğunu her nefeste hissediyor, kavuşmak için sabırla sırasını bekliyordu. Çünkü eşi, ebedî hayatta da ona hayat arkadaşıydı. Sevmek de değişmişti bu zamanda. İlişkiler kolay başlıyor, daha da kolay bitiyordu. Beğenilmek ve sahip olmak arasında gidip gelen bağlar... Oysa o, yetmiş yıl boyunca aynı mahmur gözlere bakmış, aynı hamurlu elleri tutmuştu. Elbette güzellik bir âşık isterdi, rızık ise aç olana verilirdi. Baharda bembeyaz çiçekler açan kiraz ağaçlarını düşündü sonra. Gösterişsiz ama dikkat çekici... Beğenilmek isteyen kiraz bunu zarafetle yapıyordu. Onun çiçekleri ziyneti idi ve hepsi açmışken güzelliği yine de saklı idi. Kanaat Ağacı, Bereket Dalı Yıllarca çalışmıştı. Herkes gibi… Geçinmek zorundaydı ailesi için. Ama sadece ayakta kalmak bu kadar zor olmamalıydı. Gençliğinde hayatı vardı ama parası yoktu. Parası olduğundaysa hayatı. Sürekli bir telaş ve mücadele… Daha çok kazanmak için daha çok çalışmak, daha çok çalışmak için daha az yaşamak... Oysa dostunun kanaati vardı hem bereketi. Bir hayli insan, yaşamın peşinden koşarken aslında yaşamaktan uzaklaşıyordu. Doymanın çok kazanmaktan geçtiğini sanıyorlardı. Daha büyük evler, daha yeni arabalar, daha fazla eşya... Hakikatte bunlarla karın da doymazdı ruh da. Meğer bir ağaç, yalnızca toprak, su ve güneşle yetiniyordu. Bu kadar sade beslenirken, dallarına kuyumcu titizliğiyle meyvelerin en güzelini diziyordu. Altın yumurtlayan kaz değildi belki, ama mevsiminde verdiği meyveler altından da parlaktı. Ve hiçbirini saklamıyor, hepsini ikram ediyordu. Değişim Çocukluğu geldi aklına. Eskiden haylaz çocuklar ilk oyuncaklarını kırık dallardan yapar, ilk oyunlarını ağaçların tepesinde oynardı. Ağaç hem oyuncak olurdu, hem oyun arkadaşı, hem de sığınak. Dallarına tırmanmak cesaretti, gövdesine yaslanmaksa huzur… Şimdiyse ekranlara doğan çocuklara "X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı" deniyordu. Sanki her on yılda bir başka gezegenden geliyorlardı. Oysa hepsi aynı gökyüzü altında doğuyor, nefesleri aynı rüzgâra karışıyordu. Değişen çocuklar değil, onlara sunulan dünyaydı. İlk oyuncakları plastikti, ilk arkadaşları dijital. Gerçek dünyayla aralarına camdan bir perde çekilmişti. Adam, dostunu düşündü yine. Kim bilir kaç nesil onun dallarında sallanmış, gölgesinde oyun oynamıştı. Çocuklar büyümüş, uzaklaşmıştı ama o hep aynı yerde başka çocukları bekler olmuştu.
Tevazu ve Aidiyet Bir kez daha baktı ona. Ne kadar da mütevazıydı. Yaş iken eğilmeyi öğrenmişti; bu yüzden ne kadar büyürse büyüsün, hep alçakgönüllü kalmıştı. Azıcık bir imkân, bir unvan, biraz zenginlik ya da güzellik bulunca büyüklenen pek çok insanın tersine. Ağaçlar, toprağa gömülü hakikatin izini sürerek kök salardı. Zorlukla karşılaşınca hemen ümitsizliğe kapılan insanın aksine, sabırla kayaları dahi delerdi. Doğaya karşı alet kullanmadan duramayan insandı aslında en kırılgan olan. Ve her çağda değişen, kökleri zayıf olan... Bunun için ömürleri uzundu onların, kökleri derin; gövdesi hikmet, meyvesi hayırdı. Kim olduğunu, nereye ait olduğunu bilirdi: İnsanın rızkı yerin hayatına bağlıydı. Yerin dirilmesi ise, bahara... Bahar ise, güneş ve ayı emrine boyun eğdiren, gece ve gündüzü çeviren Zâtın elindeydi. Kavuşmak Üzere Derin bir nefes aldı, sonra mırıldandı: En altta taşlar, toprak... Üzerlerinde bitkiler, ağaçlar... Sonra hayvanlar... En tepede sözüm ona insan... İnsanın erdemi zamirleri gibi kısa, cansız görünenlerin ise sayfalar kadar uzundu. Ne tuhaf! Tersi olması gerekmez miydi? Kalp ve akıl başka kimdeydi? Taş durur, zarar vermez. Ağaç verir, almaz. Hayvan doğasına sadıktır. İnsan ise belirsizdir. Yaratılışça kimi zaman en güzel bir mahiyette, kimi zaman ise sıradanın bile gerisinde... Bu düşünceler içinde yavaşça ayağa kalktı adam. Boş meyve suyu kutusunu ve simit paketini topladı. İçinden eşine seslendi: "Haydi kalk Ayşe, gitme vakti!" Sanki yanı başında oturuyormuş gibi… Sanki yine hamur yoğuran ellerini tutacakmış gibi... Belki de gerçekten öyleydi. Ihlamur ağacına son bir kez baktı. Yarın yine gelecekti. Yine oturacaktı bu bankta. Ve yine öğrenecekti dostundan… Sabırlı olmayı, kanaatkâr kalmayı, vermeyi bilmeyi... İnsan olmanın erdemlerini. Ağacın yaprakları hafifçe sallandı. Sanki ona veda ediyordu. Adam da başıyla selam verdi. İki eski dost arasında sözsüz bir anlaşmaydı bu... Yarın yine görüşeceklerdi. "Seherlerde de onlar istiğfâr ederler (mağfiret dilerler)di."(Zâriyât, 18) —Katre Not: Bu hikaye, Risale-i Nur'dan seçilen bazı cümlelerin günümüz Türkçesine uyarlanması ile hazırlanmıştır. Bu çalışmada yapay zeka asistanından dil, üslup ve düzenleme desteği alınmıştır. Olası yanlış yorumlamalar ve eksiklikler yazara aittir.
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

0 Yorumlar