Header Ads Widget

test banner

İsteyene İbret


Çocukluğumdan beri geldiğim bu dünya beni şaşırtmıştır. Hep merak etmişimdir neden ve nasıl oluyor çevremde olan doğa olayları. Bu merak inançlı biri olmamda çok etkili oldu. İlkokula başladığımda ben hatırlamıyorum annemin bize söylediğine göre Türkçe bilmiyormuşuz. Evde devamlı Kürtçe konuşulurdu. Belki de bu yüzden ilkokul birinci sınıfta üç zayıfla ilk dönemi bitirmiştim. İkinci dönem derslerimi düzelttim. Sonraki yıllarda hep daha iyiye gitti derslerim. Okumayı çok sevmiştim. Kitaplar bana Türkçeyi öğretmişlerdi. Bizim zamanımızda gezici kütüphaneler iki haftada bir okula gelirdi ben de devamlı kitap alırdım. İlkokul dörtten itibaren ailemin ya da çevremin telkinleri değil de sadece kendi isteğimle namaza başladım. 

İlkokul beşinci sınıfa geldiğimde cuma günleri Cuma namazına yetişmek için iki üç arkadaşla, öğretmenimiz de namaz kıldığı için bize erken çıkıp namaza yetişmemiz için izin verirdi. 90’lı yılların başıydı henüz irtica korkusu yaşadığım çevreye uğramamıştı zaten yaşadığım bölgede bölücü örgüt ağırlığını hissettirdiği için devlet de demokrasiyi bir kenara bırakmış olağanüstü halin koşullarını daha da ağırlaştırıyordu. Nenem Türkçe bilmezdi o yaşta gizlice ona Kürtçe dengbej kasetleri isterdi çarşıdan alıp bazen neneme götürürdüm. Kürtçe kaset yasaktı. Çocukluğumda sonu gelmez askeri konvoyları arkadaşlarımla seyrederdik. Şimdi hatırlıyorum da o zaman çocuk aklımla bu kadar asker, araç, silah insan öldürmek için mi konuşsalar olmaz mı diye düşünürdüm. 

Çevrem ikiye bölünmüştü Kürtlerin insani haklarını alması, küçük kardeş değil eşit haklara sahip birey olması için savaşılması, gerekirse insan öldürülebileceğini düşünenler, diğer tarafta devletin herkese vatandaş olarak baktığı, sırf dinsizliği yaymak için çabaladıklarını, gelen yasakların aslında bu terör eylemlerinden dolayı getirildiğini savunan taraftı. İki tarafta birbirinden nefret ediyordu biri diğerine dinsiz diğeri de ona asimile olmuş hainle gözüyle bakıyordu.

Beşinci sınıfın ilk dönemi bitmek üzereydi bir gün öğretmenim beni çağırdı okullar arası bilgi yarışması vardı ben okulu temsil edecek üç öğrenciden biriydim. Öğretmenim yarışmaya hazırlanıp hazırlanmadığımı sordu ben de hazırlanıyorum dedim. Gerçi bizim ev kalabalıktı evde on kişiydik ve amcamlarla birlikte iki aile yaşıyorduk. Anadolu Liseleri sınavına hazırlıklar nasıl gidiyor diye sordu ilk defa hayatımda öyle bir okulun ve sınavının olduğunu duymuştum. Bana babana söyle seni dershaneye kaydetsin dedi. Babam esnaftı bende bu durumu babama anlattım babamın kabul etmeyeceğini iyi biliyordum ki kabul etmedi ama bu konuşmalara şahit olan dükkân komşumuz ısrar etti. Sonradan öğrendim ki o rahmetli komşumuz cemaatte gidip geliyormuş. Bizi cemaat dershanesine yönlendirdi. Dershaneden geç kaldığımızı ama üç aylık hızlandırılmış kurs açtıklarını ona kaydedebileceklerini söylediler. İkinci dönem dershaneye başladım. Bu arada okulda Cuma gittiğimiz bir gün bir arkadaş gelin sizi medreseye götüreyim dedi. Bizim buralarda dini eğitim verilen devlet kurumları hariç her yere medrese denirdi. Bizi nurcuların okuyucu ya da yazıcılar grubundan olduğunu tahmin ettiğim bir eve götürdü. Orada üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm bir abi bize ilk defa gördüğüm risalelerden ders yaptı. Yaşadığım yerde Said Nursi bilinen biriydi, hatta bazı esnaflar onun fotoğraflarını dükkanlarına asardı daha önce saygın bir alim olarak etraftan duyduğum için bu isim bana hiç yabancı değildi. Sohbetten sonra yemek yendi ve yemekte sadece bulgur pilavı ve pul biber vardı. Ama hayatımda hala tadını unutamadığım yediğim en güzel yemekti. Sohbette konuşulanlar cennette herkesin 34 yaşında olacağı lafı hariç ki bu bana biraz saçma gelmişti cennettesin ama sonuçta istediğin yaşta olabilirsin, çok hoşuma gitmişti. Sohbetin sonunda da arkadaşlar benim Anadolu Liseleri sınavına gireceğimi söylediler. Benim için de bir de orada kazanmam için dua edildi bu hareket de çok hoşuma gitmişti. Fakat nedense bir daha o eve gidemedim biz gittikten bir iki hafta sonra taşınmışlar bizi götüren arkadaşta yerlerini bilmiyordu diye hatırlıyorum.

Dershaneyi hiç sevmemiştim geç gittiğim için arkadaşım yoktu. Bizim grup için hafta içi telafi dersleri koydular. Bir gün öğretmen bana soru sordu ben bilemedim. Ders boyunca sınıfın içinde beni aşağıladı babamın boşuna para verdiğinden işe yaramaz bir çocuk olduğuma kadar aşağıladı ders çıkışı çok iyi hatırlıyorum bu adam kim oluyor da beni böyle aşağılıyor diye düşünüyordum ve sırf bu adamın laflarını yutturmak için sınavı kazanmalıydım. Sınava bir ay kalmıştı gittim o zamanın meşhur kırmızı tüm derslerin olduğu kitabı aldım. O yaşta hatırlıyorum çözemediğim soru olduğunda anlayana çözene kadar uğraşır sinirimden duvarları yumruklardım. Sınava girdim kazandım. O zamanlar yaşadığım yerde bir tane Anadolu lisesi vardı çevre illerde yoktu kazananlar yurtlarda kalır okula devam ederlerdi. Adana’dan bile gelip okuyan vardı. Dershane reklam olsun diye kazanan öğrencilerinin resimlerini şehre bazı yerlerine koymuş dayım görmüş ben kazandığımdan böyle haberim olmuştu. Dershaneye gittim ve bana o fırçaları atam öğretmeni gördüm bana kazanmışsın dedi bende fakir ama gururlu olarak sadece ona baktım hiçbir şey söylemeden oradan ayrıldım. Dershane cemaatin olmasına rağmen onlarla o zamanlar hiçbir ilişkim yoktu.

Anadolu Lisesi hazırlık sınıfına başladım. Okul küçüktü hazırlık sınıfından lise sona kadar öğrenci vardı ve toplamı 500 öğrenciydi. Okul tam gündü. Zamanla kafamın uyuştuğu üç arkadaşım oldu. Devamlı beraberdik. Teneffüslerde öğlen aralarında kafa yapıları bana uyuyordu. Dördümüzde namaz kılıyorduk herkesle iyi geçiniyorduk ama devamlı okuldan sonrada beraberdik. Hazırlık sınıfındayken cemaatin yurdunda kalan okulumuzda okuyan lise birinci sınıf öğrencisi ile tanıştık. Sohbeti hoşumuza gitti. Dini sohbetler yapıyordu. Kaldığı yurt bizim dükkanımıza yakındı. Bizi ders çalışalım diye yurda davet etti. İki arkadaşımız gelmedi. Ben ve bir arkadaşım yurda gitmeye başladık. Ders çalışıyorduk sonrada çay bisküvi dini sohbetler başlıyordu.

Hazırlık sınıfı sonunda yurtta kalan daha büyükler galiba üniversite öğrencileriydiler bölgemizde yeni açılan cemaat kolejinde dini kamp olduğunu söylediler. Galiba iki haftaydı. Ben çok sevinmiştim zaten dini konulara merakım vardı. Ailemin cemaate bakışı çokta müsbet değildi. Hatta rahmetli amcam daha o zamanlar bana sana Fetullah’ı anlattılar mı diyordu bende o kim deyince Amerika’nın adamı gibi laflar ediyordu. Babamda bu cemaatin tek derdi para derdi. Ama nedense bu kamp için izin verdiler. Kampta sabah namazında kalkıyorduk namazdan sonra dini kitap okuyorduk sonra kahvaltı. Tekrar kitap, yemek, kitap, serbest zaman, çay, …Akşamları da Fetullah Gülenin vaaz kasetlerini dinliyorduk. Başımızda üniversite öğrencisi vardı. Kamp son günlerinde çok sıkmıştı. Orta birinci sınıfta da yurda gitmeye devam ettim ailemin yurda gitmeme ses çıkarmamasının sebebi belki de ben ilkokula yeni başladığım zamanlarda bizim evde kalıp lise okuyan kuzenimin dağa kaçıp örgüte katılmasıydı. Galiba benim dağa çıkmamdansa cemaate gitmem daha iyi görüldü ya da bedava ders vermeleri hoşlarına gitti. 

Orta birinci sınıfta da yurda gitmeye devam ettim hatta özel günlerde bir piyeste rol almıştım. Bir gün çarşıya gittiğim esnada rahmetli Erbakan’ın mitingine katıldım mücahit Erbakan yazan bandanaları takmış slogan atıyorlardı bu manzara bana çok itici gelmişti. Sloganla Müslümanlık olmaz demiştim içimden. Sırp zulmü, okulda şahit olduğum öğretmenlerimin yaşadığı başörtüsü sorunu beni daha da fanatikleştiriyordu. Babamlar Türkiye gazetesine aboneydiler devamlı okur siyaseti takip ederdim. Aslında daha o yaşta içimde bir tepki oluşuyordu. Harun Yahya, Hekimoğlu İsmail gibi kimi bulsam okuyordum. Aslında gerçekten akşamları başımı yastığa koyduğumda yaşanan haksızlıklar göz yaşına dönüşüyordu. Elinden hiçbir şey gelmemesi üzüyordu beni. Orta ikinci sınıfta yurtta ben ile arkadaşıma artık üniversite öğrencilerinin kaldığı bir eve gideceğimizi söylediler. Okulda ve toplumda dersleri iyi ahlaklı örnek çocuklardık. Herkesle aramız iyiydi ama bazen dindar olduğumuz için bizden nefret eden öğrencilerin olmayacak garip iftiraları ile karşılaşıyorduk. Atatürk’e on kasım da türlü hakaret eden tayfa bizim dörtlü arkadaş grubumuzun Atatürk’e hakaret ettiği hakkında şikâyette bulunmuştu. Öğretmenlerimiz bizi tanıyorlardı böyle bir şey yapmayacağımızı biliyorlardı bizi uyardılar sadece. Gerçi o zamanlar dile getirmemekle birlikte cemaat aslında üstü kapalı olarak Atatürk’ü kötülerdi ve din düşmanı olarak görürdük. Şimdi ise fikirlerim değişti.

Bir gün orta ikinci sınıftayken bilim teknik dergisine abone olacağımı söyledim. Ara sıra okurdum hoşuma giderdi bana abiler sızıntı var bilim tekniğe ne gerek var dediler. Harçlığımı topladım sızıntıya abone oldum. Orta sayfa yazılarını oku diyorlardı okuyordum ama yazılar beni sarmıyordu tam anlamıyordum risale gibi de değildi. Meğer bunlar Hoca efendinin yazılarıymış sonradan söylediler. Ben ve arkadaşımdan sınıftaki öğrencilerin düşünce yapıları, aileleri ile ilgili sorular soruyorlardı. Hatta isim isim bize öğrenci zimmetleyip ilgilenmemizi istiyorlardı. İlgilendiğimiz arkadaşlarımıza devamlı bir şeyler ısmarlamamamızı, onlarla muhabbetti koyulaştırıp sorunlarıyla ilgilenmemizi ve sonrasında da abilerle onları görüştürmemizi istiyorlardı. 

Orta üçüncü sınıfa geçinde her şey değişti. Bizi farklı bir öğrenci evine götürdüler. Sadece ben ve ilk başta beraber yurda gittiğimiz arkadaşım vardı. Yaz tatilinde ikimizi çağırıyorlar deneme sınavlarına sokuyorlardı. Ben ve arkadaşımın dersleri iyiydi hatta arkadaşımın dersleri çok daha iyiydi bölgemizde rahatlıkla ben ilk 10larda arkadaşımda ilk 5 te olurdu. Abiler cemaat dershanesine gitmemiz için yoğun baskı yapıyorlardı. Babama durumu söyleyince babam dershaneye gitmemi kabul etmedi. Fakat abiler bir heyet kurarak babamı ikna etmeye çalıştılar. Ailem ilkokuldan beri benim doktor olmamı istiyordu. Hatta rahmetli dedemin bu çocuk doktor olsun dediğinden bahsederlerdi. Belki de bu yüzden babam ikna oldu. Bende doktor olmak istiyordum. Ama galiba cemaatin yaptığı bir fizik sınavında doğu Anadolu’da 6. oldum. Cemaat bilim adamı yetiştirme kampı diye yatılı bir iki haftalık fen bilimleri eğitimi verdikleri bir organizasyona çağıran bir mektup dükkâna yolladılar. Babam gitmemi istedi ama abiler anlamadığım bir nedenden hayır dedi ve ben çok istememe rağmen gitmedim. Ama ondan sonra doktor değil fizikçi olmak istiyordum. Fizik ile ilgili hayaller kuruyordum akademik kariyer yaparım şanslıysam yurt dışında çalışırım diye hayal kurardım. Kafaya takmıştım fizikçi olacaktım. Fen Lisesinde okumak istiyordum. Orta üçüncü sınıfa başlayınca her şey değişti. Ben ile arkadaşımı bir üniversite öğrencisi ile tanıştırdılar hiç bilmediğimiz bir eve götürdüler. Artık bizimle çok daha fazla ve birebir ilgileniyorlardı. Bir gün dershane muhasebesi ile bir konu ile ilgili görüşmeye gittiğimde kayıtlarda ismimin ve soyadımın farklı olduğunu gördüm bende bunu söyledim ama yetkili hiç oralı olmadı sonradan da takip etmedim ama yıllar sonra nedenini anladım. Dershanenin derece sınıfına bizi aldılar orada sonradan bizim okuldan sorumlu olduğunu öğrendiğim bir öğretmen özellikle ikimizle ilgileniyordu. Hatta artık her cuma akşamı öğrenci evinde kalıyorduk o öğretmende sık sık bizi ziyarete geliyordu halı saha piknik olduğunda o da gelirdi. Bazen fikir danışmak için o üniversite öğrencisine değil dershane öğretmenine ne yapacağımızı soruyorduk. Bize haftalık risale okuma, Hoca efendinin kitaplarını okuma, vaaz kaseti dinleme çetelesi tutuyorlardı. Devamlı dersleri denemelerimizi takip ediyorlardı. Ailem bana ne yaptığımızı sorunca ben ders çalışıyoruz diyordum. Evde kalırken de zaman gazetesi sızıntı devamlı olurdu ve güncel siyasi konularda da konuşurduk. Hoca efendi insan üstü bir varlık olarak lanse ediliyordu. Her akşam peygamberimiz ile istişare ettiği, böyle evleri dolaştığı, üstün zekalı olduğu Bediüzzaman’dan sonra yüzyılda bir gelen seçilmiş olduğu gibi şeyler anlatılıyordu. Said’i Nursi’yi tanıyordum tarihçeyi hayatı okumuştum hayatı çok acılar içinde geçmişti, ona karşı saygım ve muhabbetim vardı ama hoca efendiye karşı nedense bir türlü öyle bir sevgim olmadı. Hatta Birgün dayımlara misafirliğe gittik konu benim evlere gitmeme geldi dayım cemaati sevmezdi bana sana ne anlatıyorlar dedi Fetullah’ı anlatıyorlar mı dedi bende evet dedim o da ne anlatıyorlar dedi bende anlatacak değerde olarak bir bakışta telefon numaralarını ezberleyebiliyor dedim. Sadece mantıklı bu aklıma gelmişti diğer anlatılanlar bana bile garip gelmişti. Dayımda haklı olarak bunu bende yapabiliyorum demişti.

Orta üçün sınıfın yarı yılı bitmek üzereydi bizimle ilgilenen abi benimle özel görüşmek için beni çağırdı. Gittiğimde benim askeri liseler sınavına girmemem gerektiğini bunu hizmet için Allah rızası için yapmam gerektiğini söyledi beni tereddütte görünce sen bir düşün ama kimseye beraber geldiğin arkadaşına bile söyleme dedi. Arkadaşımla yediğimiz içtiğimiz aynıydı ailelerimiz bile samimi olmuşlardı. Yolda eğer askeri liselere gidersem hayalini kurduğum hayatım olamayacaktı. Ben askerliği bırak sevmeyi askerlerden olağanüstü hâl koşullarında yaşayan bir doğulu olarak nefret ederdim. Çocukken bana anlatılan köyümüze jandarmanın geldiği köylüye kötü davrandığı hatta dedemin sırtına çıkarak kendisini taşıttırdıkları anlatılırdı. Nasıl bir meslek olduğu askeri liseyi bitirince ne olacağını bile bilmiyordum çünkü hiç ilgimi çekmemişti. Sadece etrafta dolaşan hava atmayı seven üniformalılar aklıma geliyordu. Hatta bırak asker olmayı memur olma fikri bile bana hiç cazip gelmiyordu. Maaşlı kölelikti ve etrafımda memur da yoktu. Ben ertesi gün okula gidince hemen arkadaşıma abinin beni çağırdığını askeri liseler sınavına başvurmamı istediğini söyledim. Arkadaşımda aynı teklifin kendisine de yapıldığını söyledi. Durum belli olmuştu bazen eve birileri gelirdi ve şu an da hatırlamıyorum ama mesela kaşık kelimesini bir hafta kullanmayın derdi. Bütün bunlar bizi eğitmek içinmiş. Arkadaşım ve ben belirli bir süre düşündükten sonra Allah rızası için, İslam’a hizmet için çekilen eziyetleri bertaraf etmek için şahsi bir menfaat değil sadece dini duygularla belki de o kıvama getirildik ve kabul ettik. O zamandan sonra tedbir tabirini daha çok duymaya başladık. Diğer iki arkadaşımızla daha az görüşmeye başladık. Onlar bize gönül koymaya başladı. Daha az dini konuşmaya başladık. Hizmetten hoca efendiden bahsetmemiz yasaktı. Fen lisesi sınavına girdik ben sınavdan önce hastalandım sınav kağıdım bile sümük olmuştu. Zar zor sınavı bitirdim. Sınav sonuçları açıklandı o zamanlar önceden okul tercihi vardı. Yüz sorudan yetmiş net çıkarmama rağmen tercih ettiğim yerlerin puanı yüksek olduğu için yerleşemedim. Etraftan ikinci yerleştirmeyi bekle yerleşirsin diyorlardı. Diğer arkadaşım seksen beş netle İstanbul’daki fen lisesini kazandı. 

Ardından askeri liseler sınavı vardı. Artık ailemizden de izin alarak ben bizimle ilgilenen abi ve arkadaşım bir evde kalıyorduk. Abi akşamları bizi koşturuyordu ara sıra. Deneme çözdürüyordu. Spor sınavı, mülakat ve yazılı sınav vardı. Mülakatta nasıl davranacağımızı sorulabilecek sorulara nasıl cevap vermemiz gerektiğini söylediler. Mesela hoca efendiyi tanıyor musun derlerse basından tanıyorum, namaz kılar mısın bazen büyüklerimle bayram namazına, cumaya gittiğimi, Atatürk mü büyük peygamberimiz mi gibi soru sorulursa bu ikisinin çok ayrı olduğunu birinin peygamber birinin ülkenin kurtarıcısı olduğunu kıyaslanamayacağını söylemememizi tembihlediler. Sınav yerlerimiz belli oldu ben Ankara’da arkadaşım Bursa’da sınava girecektik. Arkadaşımın teyzesi Bursa’da olduğu için kalacak yeri vardı. Ama benim Ankara’da kimsem olmadığı için abi benimle Ankara’ya geldi. Hizmet evinde kaldık. Ankara’ya gittik. Spor sınavında sondan ikinciydim düşük bir puan aldım. Mülakatta ise geldiğim memleketten çok gelen olmadığı için galiba bana memleketim ile ilgili soru sorup yolladılar. Yazılı sınavdan bir gün önce kaldığımız evdeki abilerden birine sizde deneme var mı dedi o da var deyince aldı ve bana bunları çöz dedi kalın bir soru bankasıydı. Bu arada şunu da ekleyeyim Ankara’ya otobüsle gelirken abi bana benzer kalınlıkta bir fotokopi soru bankası vermişti. Ben onu otobüste unutmuştum. Unuttuğumu söylediğimde bana kızmıştı ve telaşlandığını hissetmiştim. Yazılı sınava girdim sınavın bazı soruları dün akşam çözdüğüm soru bankasındaki sorulara benziyordu ben soru bankası kaliteli yazmışlar diye düşündüm. Sınavın ortasında birden ben ne yapıyorum asker olmak için sınava giriyorum hayatımı mahvediyorum diye düşünmeye başladım. Sınavı bıraktım. Soruları çözmüyordum. Beş on dakika sonra nasıl olsa kazansam bile asker olamam ailem izin vermez diye yapmaya karar verdim. O zamanlar isteğin askeri lise sıralamasını sınav esnasında işaretliyorduk. Bende ilk sırada kuleli askeri lisesini sonrada Işıklar sonra Maltepe askeri liselerini işaretledim. Sınav çıkışında abi nasıl geçtiğini sordu bende bilmiyorum ama kazanamam her halde dedim. Galiba o an aklımdan kazansam bile kazanamadım derim kayıt yapmam abide zaten kötü geçmiş diye inanır diye geçirdim.

Askeri lise sonuçları açıklandı ben ve arkadaşım Kuleli Askerî Lisesini kazanmışız. Amcam daha önceden oğlu sen kazanırsan asker mi olacaksın dediğinde yok amca kazansam da beni almazlar zaten sporum kötü, kuzenimin durumu var beni almazlar diyordum. Kazandığım belli olunca abiler benden önce haberleri olmuş dini duygularımızı coşturacak konuşmalar daha da devam etti. Belirli bir noktadan sonra ben yanayım ama alemi İslam’ın son bayraktarlığını yapan bu ülkedeki Müslümanlar rahatça İslam’ı yaşasınlar duygusuna kapıldım. Baskı ve züllümün bitmesi için bin başım olsa hepsini feda ederim diye düşünüyorduk. Çocukluğun, gençliğin verdiği idealizm her şeyi yaptırabiliyordu ve onlar bunun üstüne oyunu kurmuştu. Babam kazandığımı öğrenince yollamak istemedi ilk başta ama abiler ağır toplardan oluşan kalabalık sayılacak bir heyetle gelerek hizmetin liseden emekli olana kadar takip edeceğini, memleketin durumunu, askerin neler yaptığını anlatıp durdular. Bir yandan da bana askeri liseye gitmek istediğini söyle yemek yeme çok istediğini belli edecek şeyler yapmamı söylediler. En sonunda babam peki dedi. Sonradan da annem gitmeme karşı çıkınca babam herkesin eline düşmüyor herkes gitmek istiyor ama almıyorlar falan gibi laflar etmeye başlamıştı. Arkadaşımın babası nurculuğun farklı bir kolundan olan bir memur olduğu için oğlunun o saatten sonra hizmetten almaya uzaklaştırmaya başladı. Oğlunun fen lisesine gitmesini istiyordu. Hatta ben ve arkadaşım öğrenci evinde vaaz kaseti seyrederken babası geldi abi ile kavga ederek arkadaşımı evden aldı. Babasını ikna etmek için uğraşıyorlardı. Arkadaşıma da bana söyledikleri gibi yeme üzül gibi taktikler veriyorlardı. En sonunda babası da kabul etmek zorunda kalmıştı. 

Ben ve arkadaşıma nasıl tuvalette abdest alacağımızı, ima ile nasıl namaz kılacağımızı anlattılar. Artık camiye cumaya gitmek yasaktı. Dini kelimeler, cümleler kullanılmayacak, hizmet ile alakalı ne varsa arkadaş varsa görüşülmeyecek, fotoğraf varsa yakılacaktı. Geçmiş silinecekti. Hatta tatillerde eve gidince evde de gerekiyorsa ima ile namaz kılınacak, hizmet ile hiçbir bağlantımızın olmadığı aile ve çevremize empoze edilecekti. Memlekete gidince hizmet ile alakamın kalmadığını etrafa yaymam gerektiğini, Orucu fırsat bulursam tutabileceğimi söylediler. Hizmet kuruluşlarına girilmeyecekti. Kitapları okunmayacak alınmayacaktı.

Askeri liseye girdiğimizde hazırlık sınıfı varmış. Hazırlık sınıfını okumadan birinci sınıfa geçmek için sınav yapıldı. Oldum olası İngilizceyi sevmezdim zaten İngilizcede kötüydüm ben sınavı geçemedim arkadaşım geçti. Arkadaşımla sık sık okulda görüşmemem gerektiği söylendi. Bize müstear isimler verildi. Artık ilk aylarda memlekette bizimle ilgilenen abi okula katılmadan önce bir tarih verdi eğer o tarihte belirtilen yere gelemez isek sonraki hafta sonu aynı gün orada olacağını söyledi. Okuldan üniformalı olarak çıkıyorduk. Bize üstünü değiştireceğiniz dünyevi bir yer bulun demişlerdi bende Kadıköy’de izbe bir otele gittim abi dedim ben askeri lise öğrencisiyim üniformalı gezmek çok sıkıcı buraya sivil eşyalarımı koysam hafta sonu üstümü değiştirsem olur mu dedim. Adam kabul etti. Otel hayat kadınlarının olduğu pis, faresi olan çok kötü bir yerdi. 

Ben ve arkadaşım kararlaştırılan saat ve yerde abi ile buluştuk. Abi bizi görünce yürüdü bizde onu tanımıyormuşuz gibi arkasından takip ettik. Sonra ara sokaklarda bir camide oturduk. Muhabbet ettik. Sadece bizim olmadığımızı, okulda yalnız olmadığımızı, Allah’ın yardım ettiğini anlattı. Namazlarımızı soruyordu. Bu görüşme biraz nefes almamı sağlamıştı. Çünkü gerçekten okuduğum okuldan, arkadaşlarımdan, yaşadığım hayattan nefret ediyordum. Ailemi özlemiyordum eski hayatımı özlüyordum. Hatta bir gün arkadaşlar cuma akşamı sınıfta televizyon seyrediyorduk o zamanlar cine5 vardı okul aboneydi orada çıkan çıplak bir kadını gördüm. Sınıftan çıktım kimsenin o saatte olmayacağı ağaçlık bir yere gittim ve sessizce saatlerce ağladım. Okuldan atılmak istiyordum. Ayrılamıyordum İstifa ettirilenlerden olmak istemiyordum. Beni onlar atmalılardı. Okulda irticai gruplar hakkında konferanslar veriliyordu. Birgün bizi okul komutanı topladı herhangi bir irticai faaliyet için geldiyseniz bize söyleyin yardımcı olacağız diyorlardı. Ben bunları duyunca beni atsanıza nasıl benim farkıma varmıyorsunuz bunlar tam mallar diye onlara kızıyordum. Atılmayı görevimi yapmış olarak eski hayatıma dönmeyi fizikçi olmayı istiyordum.  Hala asker olmayı istemiyordum.

Bizimle görüşen abi bizi İstanbul’da bir üniversitede okuyan bir abiye devretti. O da bizi bir esnafın evine götürüyordu iki haftada bir o evde buluşuyorduk. Esnafın bizim tam olarak kim olduğumuzu galiba bilmiyordu zaten onu pek görmüyorduk. Bize eğer basılırsak ben arkadaşım ve abinin neden o evde olduğunu açıklayacak bir hikâye uydurmamızı istediler. Ben sadece bu görüşmelerde kendime geliyordum. 

Görüşmelerden sonra hep ben ne yaptım, Allah’ım neden beni atmıyorlar atsınlar diye dua ediyordum. Bu arada okulda devamlı Atatürkçülük anlatılıyordu. Ramazan gelmişti öğle yemeklerinde isim isim yoklama alınıyordu. Amaç belliydi kimlerin oruç tuttuğunu tespit etmek istiyorlardı. Gerçi sahura kalkmak isteyen yatağına havlu bağlasın diyorlardı devamlı oruç tutmak isteyen ismini yazdırsın deyip duruyorlardı. İrtica ile ilgili derslerden sonra konferanslar devam etmekteydi. Bunlar beni hiç etkilemiyordu. Birgün gizliden oruç tuttum. Öğle yemeğinde yoklama alındı masaya oturduk ben yemiyordum arkadaşım neden yemediğimi sorunca ben az önce kantinde poğaça simit yedim tokum dedim. Arkadaşım hiçbir şey demedi. O gün kantine hiç gitmemiştim. Yalan söylemiştim.  Yemekten sonra kantine bir baktım meğer o gün sayım varmış ve kantin kapalıymış. Arkadaşlarım ile samimi bir ilişkim olmuyordu. Okul askerlik üniforma beni çok sıkıyordu. Kendimi Türkiye’nin yakın tarihini okumaya başladım. Görüşme olmadığı zamanlarda bazen izne çıkmıyor kitap okuyordum. Okurken kendimi daha rahat hissediyordum. Atatürk ile ilgili birçok kitap okuyordum. Bir yılın sonunda hala atılmamıştım. O yaz tatilinde okulun açılmasına bir iki hafta kala abi beni ve arkadaşı aradı ve İstanbul’a gelin dedi bir adres verdi. Kitap okuma kampı yaptık okula dönmeye bir iki gün kala abi bizi özel bir yere götüreceğini söyledi ve ardışım ve beni Altunizade de fem dershanesi beşinci kata çıktık. Hoca efendiyi görecektik. Orada tıraşı kemeri tavırları kendini belli eden askerler de vardı. Salonda jet maketleri, tank maketleri, kılıçlar vardı bu kadar askeri sembol abartı gelmişti bana. Akşam oldu akşam namazını hoca efendi hasta ama kıldıracak dediler. Hoca efendi geldi beklediğimden daha kısaydı ve görünce hiç etkilenmedim ama aklıma hoca efendinin insanların düşüncelerini okuyor dendiğini hatırladım. Aklıma acaba benim düşüncelerimi okuyabiliyor mu diye geçirdim. Akşam namazını kıldırdıktan sonra gitti. Yatsı namazı için tekrar geldi namazı kıldırdı kısa bir sohbet etti sonra da etrafında çekyatta oturanlarla konuştu. Abi de bana şu adam eski vali şu adam iş adamı falan diye söylüyordu. Sonra hoca efendi odasına gidince bizde oradan ayrıldık. Açıkçası ben daha çok etkilenirim diye düşünüyordum ama beklediğimden daha az etkilendim.

Görüşmelerimizde okuldaki çalışanlar ve öğrenciler hakkında bilgi istiyorlar sen şu çocuktan sorumlusun onunla ilgilen yakınlaş diyorlardı. Bir iki yıl sonra psikolojimin bozulduğunu anladım devamlı yalnız kalmak istiyordum kendimi salak gibi his ediyordum bir süre sonra ben düzgün cümleler kurduğumu düşünürken arkadaşlarımdan gelen tepkilerle cümleleri yarım bıraktığımı anladım. Bazı kelimeleri yutuyordum. Psikoloji kitapları okumaya başladım. Bir profesyonel yardım alamazdım çünkü ağzımdan olmadık bir şey kaçırırsam birçok insan zarar görebilirdi. Kitaplardan çıkardığım sonuç depresyonda olduğumdu. Felsefe kitapları okumaya başladım. Abi ile felsefe hakkında konuştuğumda böyle şeyleri okuma yararı yok zararlı gibi laflar söylüyordu. Birgün görüşme esnasında abi ki genelde olumsuz konuşmalarda toplumda isim belirtilmezdi ben ve arkadaşım varken resmen isim söylemeden beni kast ederek daha az takvalı olun dedi. Ben artık felsefeden bahsetmeden okumaya devam ettim. Ama yıllar geçtikçe hayatımın anlamı olan inancımın azaldığını eskiden hayati olan konulara artık fazla önem vermediğimi gördüm. Görüşmeler artık ilk yıllardaki gibi rahat nefes alma yeri değil kimin ne yaptığını anlattığımız vakit namazlarını kıldığımız ve aslında dini açıdan çokta önemli olmayan dini bilgi ve yaşantıma katkı sağlamayan hoca efendi vaazlarını seyredip kitaplarını bir iki saatliğine okumakla geçiyordu. 

Askeri lise ikinci sınıftayken tatilde ailem benim bu psikolojimin bozuk olduğunu okulu sevmediğimi anladı babam eğer istersem okuldan beni alacağını söyledi. Belki de 28 Şubat süreci olduğundan bu çocuk atılabilir korkusu vardı. Çünkü o dönemde televizyon ve gazetelerde atılan subay astsubayların listesi yayınlanırdı. Ben gerek yok dedim. 28 Şubat sürecinde sadece görüşme sıklığımız azalmıştı o kadar Üçüncü sınıfta ailem GATA’ya git doktor ol dediler halbuki bana abiler yıllardır harp okuluna özellikle hava harbe gitmem gerektiğini söylüyorlardı. Her zaman ki gibi abileri dinledim. Bel açıklığı nedeniyle hava harpten elendim. Kara harbe gittim. Dört yılda aynı duygularla geçti. Ertesi gün mezuniyet töreni vardı ben tek başıma dışarı çıktım ve ben ne yaptım hayatım boyunca mutsuz olacağım dedim. Orada kendi kendime söz verdim bu mesleği 20 yıl yapacağım Allah rızası için sonrada ayrılıp kendi hayatımı yaşayacağım diye karar aldım. Neden 20 bilmiyorum ama o zaman sanki hayatımı ayırmıştım 20 yıl bu işe geri kalan yarısı da bana ait olacakmış gibi hesaplamışım sanki.

Mezun olduktan sonra sınıf okulunu bitirdim ve doğuya memleketime yakın bir yere kurayla tayinim çıktı. Orada üçüncü yılıma girerken terör örgütün eylemleri arttı ve operasyonlara başladık. Kolordu çapında bir operasyon yapılacaktı bana takımımla birlikte bir üst düzey komutanın güvenliğini sağlama görevi verildi. Gösterilen yere gittiğimde yanıma rütbelileri yanıma çağırdım onlar arkada ben önde giderken birden arkamda bir ses duydum. Yanımda mayın patlamıştı. Arkamı döndüğümde uzman çavuşumun yarısı yoktu ve yanı başımda benden yardım istiyordu. Bir asteğmende o an parçalara ayrılıp şehit olmuştu. Helikopter geldi uzman çavuşu aldı doktor yaşamaz deyince artık kendimi o andan sonra tutamadım beni kimsenin görmeyeceği bir yere giderek hüngür hüngür ağladım. 6 metre çapında 2 metre derinliğinde bir çukur oluşmuştu. Operasyon üç gün sürdü ve hayatımda bu kadar ağladığımı ve birilerine bu kadar dua ettiğimi hiç hatırlamıyorum. Mekanları cennet olsun. Operasyondan sonra benden sorumlu abiyi aradım. Onun yanına gittim. Şehitlerden haberi olmasına rağmen hiç umurunda değilmiş gibi davrandı. Bu beni kızdırdı ve şaşırttı. Daha sonrada operasyonlarımız oldu başka birliklerde mayından çok şehit verdik. Bunlardan haberi olmasına rağmen bizi denetlemeye gelen komutanların işimizin doğasında bu var diyerek soğuk ve insani, dini olmayan açıklamaları beni dahada sinirlendiriyordu. Bende hem çalıştığım ortam hem de abilere karşı soğukluk oluşuyordu. Görüşmelerde kim kiminle ne yapıyor gibi konular artık daha çok konuşuluyordu. Görüştüğüm abiler gerekirse birlik eğlence gecelerinde içki için diyorlardı. Onların bu telkinleri ile bir iki defa bira içtim tadı kötüydü ve kendimden utandım vicdan azabı çektim. O zamanlar dikkatimi internette rastladığım Merdan Yanardağın Nurettin Veren ile olan röportajını seyrettim. Anlattıkları ilgimi çekmişti. Nurettin Verenin kim olduğunu bilmiyordum. Kim olduğunu neler yaptığını araştırdım. Fakat bu konu ile ilgili abiler hiç konuşmuyordu. Bu arada birlikte askeri liseye girdiğimiz arkadaşım Amerika’ya kurs için gitmiş o arada Amerika’da abiler onu Hoca efendi ile birebir görüştürmüş. Hoca efendiye neden Türkiye’ye gelmediğini sormuş. Fetullah da CIA izin vermiyor demiş. Bunu hizmete son derece bağlı hoca efendiyi çok seven bu konuda yalan söylemeyecek olan arkadaşım bizzat yaşamış ve bana anlatmıştı. Ben resmen sarsılmıştım ama arkadaşım sanki normal bir şeymiş gibi anlattı. Nurettin verenin anlattıkları yerine oturuyordu. Sonradan cemaat aleyhinde yazılan kitapları arkadaşlarıma ve abilere çaktırmadan okuyordum. Cemaat yavaş yavaş benim için hizmet olmaktan çok başka bir şey ifade etmeye başlamıştı. Hayatımın büyük kısmını adadığım cemaati tanımamıştım. Artık her dediklerine alenen karşı çıkmıyordum ama kendi içimden süzgeçten geçiriyordum. Çünkü çocukluğundan beri yüzde yüz doğru olduğunu düşündüğün cemaatin yanlış yaptığını düşünmek zor geliyordu. Tayinim doğudan batıya çıktı.  Ergenekon balyoz operasyonları başlamıştı. Görüştüğüm abiler bu operasyonları yapan polis ve savcılara dua etmemi istediler. Operasyon yapılırken dalgalar gelirken artık ben fırsat bulsam bile cemaat yayınlarını seyretmiyordum okumuyordum. Karşı düşüncedeki insanların fikirlerini okuyor, seyrediyordum. Bu dalgalarda yapılan adaletsizlikleri görüyordum. Artık tedbiri içimden gelerek çok uygulamıyordum. Komutanlar beni okeye çağırıyordu ben gitmiyordum. Artık içimden gelmiyordu. İçki masalarından uzak duruyordum. Başımızdaki amirim aşırı milliyetçi ve Kürtlerden nefret eden Kürtlerin hepsini yakmak lazım diyen biriydi. Her fırsat bulduğunda beni aşağılamaya çalışıyor kimsenin istemediği işleri bana veriyordu. Bir sonraki amirim eski amirim benim Kürt ve cemaatten olabileceğimi söylemiş diye düşünüyordum. Çünkü gelir gelmez bana tavırlıydı. Bir gece birlik eğlencesinde içki içiyordu masasına gitmedim sonra beni çağırdı masada da içmeyince bana mobbing uygulamaya başladı. Hiçbir birliği kontrol etmezken benim birliğimi devamlı kontrol etmesi, personelime ceza vermeler bana karşı aşağılamaya çalışmalar hepsinin sebebini üç aşağı beş yukarı anlayabiliyordum. 

O bölgeden sonra terörün en yoğun olduğu yerlerden birine istek dışı tayinim çıktı. Çok şaşırmıştım. Hiç beklemiyordum. Aile götürülemeyecek yerdi. Atandığım birlikte fazla kalmıyordum ya Karakolda ya da operasyonda oluyordum. Benimle ilgilenen abi ile birkaç ayda bir kısa süreli görüşüyorduk. Bana devamlı akademi sınavına hazırlanmamı söylüyordu. Karakollarda fazla zamanım oluyordu ilk aylarda biraz okudum ama kafamı kurcalayan bir mesele vardı arkadaşlarımdan çok fazla kurmay olan vardı ve bazıları için çevresindekiler çalışmadan kazandı 6 ay çalıştı kazandı gibi konuşuyorlardı. İş yerinde soruların çalınma meseleleri konuşuluyordu. İlk yılın sonunda herkesin istediği sınıf olan istihbarat sınıfına geçmek için başvurdum. Bu arada her abi ile görüşmemizde akademi sınavı için hazırlıkların nasıl gittiğini soruyordu. İstihbarat sınıfına seçildim. Ankara’ya kursa gittim. Benim için büyük sürpriz olmuştu. Ankara’da iken Akademi sınavına girmeyecem diye kesin kararımı verdim. Bu fikrimi abiye söyleyince karşı çıktı hatta Ankara’ya başka bir abi bu konuyu görüşmek için geldi ben kesin kararımı verdiğimi söyledim. Çünkü dolaşan dedikodulara soruların verilmesi olaylarına ikna oldum ve eğer bende olursam karşılıksız verenin sadece Allah olduğunu düşündüğüm için bunlar benden kesin bir şeyler ister dedim. Bir kurmay subaydan isteneceklerle normal bir subaydan talepler çok farklı olacaktı. İkna olmadım ve o defteri kapattım. İkinci yıl tayin dönemiydi. İkinci yılın ortasında benimle görüşen abi Ankara’dan bir abinin geldiğini ve beni sorduğunu hakkımda bilgiler aldığını söyledi. Birliğimden bir arkadaş şahsi dosyamı kuvvet komutanlığının istediğini hakkımda en üst birlik komutanından bilgi istendiğini duydum. Ben herhalde beni atacaklar diye düşünmeye başladım. Normal olamayan bir şeyler oluyordu ama anlamıyordum. Telefonla konuşurken garip sesler falan geliyordu ben de terör bölgesinde olduğumuz için telefonların dinlendiğini bunun normal olduğunu düşünüyordum. Tayin zamanı yer tercihi yaptım. Doğulu olduğum içi doğuya yakın yerler istedim. Tayin subayı beni aradı ve tercihlerini değiştir 1’inci bölgeleri ilk üç büyük şehri yaz dedi ben kabul etmedim. Gidip sözlerine güvendiğim çalışma arkadaşlarıma sordum. Onlar tayin subayının istediğini yap yoksa seni istemediğin yerlere sürer dediler. Zaten hiç istediğim hiçbir yere gidememiştim hep tercih dışı gittim. Tayinler açıklandı Ankara’ya tayinim çıkmıştı ama atandığım kurum TSK değildi. İlk duyduğumda karakoldaydım telefonla arkadaşıma baktırmıştım. Ben yanlışlık olmasın bir daha bak demiştim şok içindeydim hiç beklemediğim bir tayindi.

Ankara’ya katılışımı yaptım. Başka bir abi ile görüşürken abi dedim benden beklentiniz ne dedim bu genelde sormayı sevdiğim bir sorudur karşısındakinin fikir yapısını ortaya koyar. O da bana kendini Hocaefendi yerine koy ona göre davran dedi. Bana çok saçma gelmişti ama hiçbir şey demedim sustum. O zamanlar hükümet ve cemaat kavgası başlamıştı. Bir zaman sonra 17-25 patlak verdi. Bununda bu kavganın sonucu olduğu apaçık belliydi. Ben kendi tavrımın ne olması gerektiğini düşündüm. Çünkü cemaati tanıyordum derinlemesine bu konular konuşulmaz sadece ne düşündüğüm hakkında bilgi almak isterlerdi. Düşündüğüm gibi oldu ve görüştüğüm abi sen ne düşünüyorsun dedi bende bunun iki kardeş arasındaki kavga olduğunu çözülemeyecek bir meselenin olmadığını söyledim. Sonradan bana kredi çek Bank Asya’ya yatır dediler bende borçlarımın olduğunu çekecek durumumun olmadığını söyleyip ret ettim. Bana çok saçma gelmişti neden bir bankanın batmasına engel olacağım ki batarsa batsın İslamiyet hizmet ile ne alakası vardı. Bir sürü katılım bankası vardı. Devamlı diğer görüşmelerimizde hükümet kötüleniyordu. Çalıştığım yer de gördüklerim yaşadıklarım ve geçmişe bakınca aslında hizmet dediğimizin cemaat olarak bildiğimizin bizi eleman olarak kullanan bir örgüt olduğunu gösterdi. Kendi menfaati için her şeyi yapabilen insana değer vermeyen sadece onlar için yararlıysan değerlisin yararsızsan bir önemin yoktu. Sadece abinin bilgisayarına not aldığı müstear isimli bir yazıydım o kadar.

İş yerinde kavgayı yakından takip etme fırsatı buldum. HSYK seçimleri için cemaatin ne kadar çok çalıştığını her yola başvurduğunu yakından izledim. Ama hala görüştüğüm abiler burunlarından kıl aldırmıyordu. Bence her iki tarafta güç zehirlenmesi yaşıyordu ve seçimle halkın oyuyla gelen bir iktidar ve kimin kontrolünde olduğu belli olmayan kapalı bir örgütten vardı.

Genelkurmayda çalışan 15 temmuzdan sonra cemaatçi olduğu anlaşılan bir amiral tarafından Azerbaycan Türkiye ilişkilerinin bozulması için gizli bilgilerin nasıl servis edildiği öğrendim. Artık cemaatin iktidar için her şeyi yapabileceğine kanaat getirmiştim. Bana mart ayında görüştüğüm abi artık görüşmek için kendisinden haber beklememi, haber gelene kadar artık görüşmeyeceğimizi söyledi. 

28 Şubat sürecinde bile görüşme yapılmıştı. İlk defa böyle bir şeyler oluyordu. Bazen iş için Genel kurmaya giderdim. O dönemde görüştüğüm bazı albaylar çalıştığım yere yönetici olacaklarını söylüyorlardı. Söyledikleri normal şartlarda olabilecek bir durum değildi. Askeri bir okulda bir albay kadrosu kurmay albay olan okula seneye okul komutanı olacağını söylediğine dair bir şeyler duyuyordum. Bunlar teamül dışıydı ve bir şeyler ters gidiyordu. Daha başka ufak tefek olaylara tanık oluyordum. Ayrıca etrafta yazın yapılacak YAŞ toplantısında 3 bin’e yakın personelin cemaat bağlantısı nedeniyle ordudan atılacağı konuşuluyordu. İş yerinde cemaat darbe yapar mı konuşmaları Türkiye gazetesi yazarının yazısı konuşuluyordu.

Son görüşmemizden birkaç hafta sonra anormal durumu anlamak için  nisan ayında görüştüğüm abinin evine gittim. Bana neden geldiğini gelmemem gerektiğini söyledi bende bir durum mu var bir şeyler garip ters gidiyor dedim açıklama istedim biz konuşurken onun bir üstü daha önce tanıştığım abi geldi eve. Beni görünce abiye ne işi var dedi o da görüşmek istediğimi ona söyledi. Hâl hatırdan sonra gelen abi hükümetle hizmet kavgası hakkında ne düşünüyorsun dedi diğer ev sahibi abi hemen araya girdi iki tarafın kardeş olduğunu düşünüyor dedi. Abi peki dedi Türkiye de darbe olur mu diye bana sordu. O an hiç düşünmeden ne saçma bir fikir dedim. Abi sustu sonra hükümetin hizmet evlerine silah yerleştireceğini, hizmeti silahlı terör örgütü ilan edeceklerini söyledi. Tam olarak ne olacağını anlamadan çıktım ve bu cemaatle son görüşmem oldu.

On beş temmuz günü her şey sıradandı akşam evde kardeş payı dizisini internetten indirip seyrediyorduk. Akrabalar aradı asker köprüyü kapattı darbe var diye. Ben cemaattin parmağı olduğunu anladım. İş yerinden arkadaş aradı ne oluyor diye bende evdeyim bir şeyden haberim yok dedim gerçek tende beni tanıdıklar arıyordu ama bende televizyonda ne varsa o kadar biliyordum. Ama o gece hayatımı adadığım çocukluğumu, gençliğimi uğruna harcadığım cemaate veda ettim. Ertesi gün işe gittim ve darbeye karışanların hep cemaatten tanıdıklarım olduğunu gördüm whatsapp yazışmalarının okudum. Onlar adına üzüldüm ve kendimi bunca yılın verdiği ruh haliyle tam bir salak gibi his ettim. İki taraflı oyunun son sahnesi oynanmıştı. Aynı zamanda yeni bir oyunun ilk sahnesi ertesi gün sahneye kondu.

İhraç oldum ve hiç üzülmedim hatta bu tür saçmalıklardan kurtuldum diye sevindim. İslamiyet’i anlamaya çalıştıkça bana hiçbir şey anlatılmadığını dini kendilerine göre eğip büktüklerini anladım. Bize sadece peygamber ve sahabenin duygu, gözyaşı sosuyla tatlandırılmış kıssaları anlatılmış. Bir gün görüştüğüm bir abi hizmet için gerekirse cehenneme gidebilmeliyiz demişti. O zaman düşünememiştim şimdi düşünüyorum da cehenneme giden birisi Allah rızasına uygun yaşamamıştır, gaye Allah rızası ise o zaman o rızaya uygun hareket etmiyoruz demektir. Amacımızdan sapmış oluyoruz. O zaman anlamlı zannetmiştim şimdi ise çok saçma buluyorum.  

Şu anda avukatlık yapıyorum ve daha eskiye göre daha huzurlu ve mutluyum. Bu kısacık hayatta yaşanan olaylara kader olarak bakıyorum. Kalan ömrümü huzur içinde sakince geçirip şu fani dünyadan öyle ayrılmak istiyorum o kadar.

Bunları yazmamın tek nedeni bir kişi okurda ders alır ve bir düşünceye, inanca körü körüne bağlanmanın, aklını kullanmamanın doğurduğu sonuçların bazen 25 yıla bazen bir ömre mal olabileceğini ikna olur diye yazdım.

-Fatih Çakır


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Dava diye insan hayatı ile insanların gelecekleri ile hayalleri ile oynamışlar. İnsanları hem de en zekilerini seçip mankurtlaştırmışlar. İtaat manyağı haline getirmişler. Bunun adına da "dava" demişler. Fatih bey sizin hikayeniz sadece diğer milyonlarca hikayeden bir tanesi. Çizilen çerçeve aynı, senaryo aynı fakat herkese o senaryo içinde bir rol dağıtılmış. Herkesten kendilerine biçtikleri rolü oynamasını istemişler. Bu rolleri sorgusus sualsiz oynayan hiç itiraz etmeyenlerin ise ZEKİ VE AKILLI insanlar olması!!
    Bu da aklı olan herkese ders olsun... Abdullah Denikul.

    YanıtlaSil