Header Ads Widget

test banner

Yeni Güncelleme



Bundan yaklaşık 1.5 sene önce iç yolculuğuma dair yedinci yazımı yazmıştım (link). Artık sekizinciyi yazmanın vakti geldi diye düşünüp kalemi aldım elime.

Aslında şu an etrafında dolandığım görüşler, 1.5 sene önce yazdığım görüşlerden çok da farklı değil. Hâlâ dindar değilim ve spiritüelim. Hâlâ yoldayım ve hep yolda olacağımı düşünüyorum. Hâlâ Hz. Muhammed’in bir çeşit ilahi etkileşime (muhtemelen) muhatap olduğunu düşündüğüm için kendime müslüman diyebilirim (bir ara kendime, düşüncelerim ortodoksiden çok farklı olduğu için, “müslüman” değil de, “müslüman*” demeliyim diye düşünmüştüm; sonra eşimin telkiniyle bundan vazgeçtim.) Hâlâ dinleri (kendi tanımımla) birer mit olarak görmekle beraber, onları önemsiyorum. Hâlâ vahdet-i vücud ve benzerleri etrafında dolanıyorum. Hâlâ Tanrı’ya aklen yaklaşmış, ama O’ndan kalben uzaklaşmış gibi hissediyorum. Ama bu görüşleri biraz daha oturttuğumu ve 1.5 sene öncesine göre biraz değiştiğimi görüyorum. O yüzden bir güncelleme yazısı gerekti.

Tanrı’yı, evreni yukarıdan yöneten, sonsuz saygı talep eden, asık suratlı bir büyük patron olarak görmekten çok uzağım. Cennet-cehennem şeklinde bir ahiret var mı, bilmiyorum; bunun olma ihtimalini çok düşük görüyorum, ama olmasını çok istiyorum. Olmasını daha yüksek ihtimal gördüğüm ahiret, ölümden sonra Tanrı’yla birleşme şeklinde. O bile yeter bana; ama yoksa da dert değil; o ihtimalle de barışığım.

Tanrı’yla iletişimim Rahibe Terasa’nınkine benzer: ben Tanrı’yı dinliyorum, Tanrı beni dinliyor, ve ikimiz de konuşmuyoruz. Buradan anlaşılacağı üzere, dua etmiyorum. Ne olacaksa razıyım. Yine de çok mutmain değilim; Tanrı’yla sadece akli bağlantım var, ama kalbi bağlantım yok denecek kadar az. Bu durumun iyileşmesini bekliyor ve diliyorum. Bir diğer tatminsizliğim, yalnızlığım. Benim bu düşüncelerimi derinlemesine ve etkileşim halinde paylaşabileceğim; beni anlayacak ve olduğum gibi kabul edip sevecek insan bulmakta zorlanıyorum.

Alan Watts’a dair yazımda (link) bahsettiğim dört evren modelinden kendimi en yakın gördüğüm “drama modeli.” Bilincin tanrısal olduğunu düşünüyorum. Tanrı bence bilinçler üzerinden kendi kendine bir oyun oynuyor. Biz, sinir hücreleri gibiyiz; bu minvalde bütün deneyimlerimiz nörotransmitterler gibi, biz o kadarını anlıyoruz; ama yukarıda çok harikulade şeyler oluyor. Özgür iradem var mı, emin değilim. Özgür iradenin olmaması durumu bana hem rahatlatıcı, hem de manasızlaştırıcı geliyor. Bilinç ve özgür irade, bu hayatta (Tanrı’yla beraber) en ilgimi çeken şeyler.

Dinlerin halka bakan taraflarının, kurallarının, şeriatlerinin, benim için kişisel olarak bir önemi yok. Artık güncel çok ilgimi çekmiyor; her tarafı sarmış adaletsizlikler bile beni artık çok rahatsız etmiyor. Tanrı bile değiştirmiyorsa bu adaletsiz dünyayı, ben niye uğrasayım ki? Hem zaten, yoruldum. Ben kendime ancak yetiyorum (aslında, yetmiyorum.)

Dinleri, ortaya atılmış Tanrı mülahazalarını, ancak Tanrı’ya işaret edebilen işaretler; ve bir nevi, ayı gösteren birer parmak olarak görüyorum. O parmağı emip kendimi tatmin etmek istemiyorum, ama o parmağı takip edip aya (Tanrı’ya) yaklaşmak çok zor. Zora talip oldum, ama yapabilir miyim, bilemiyorum.

Dinlerin sadece heteredoks ve ezoterik taraflarıyla ilgileniyorum. Yakın zamanda İbni Arabi dinlemeleri/okumaları yapmaya başlayıncaya kadar daha çok (kültürden arındırılmış) Budizm ve Hinduizm’le ilgileniyordum. Ama biliyorum ki, İslam tasavvufunda ve özellikle İbni Arabi ekolünde bana uyacak şeyler var. Tembelliğimi, ertelemeciliğimi, boş işlere dalmamı, ve benzeri sorumlarımı biraz halledebilsem, o konulara dalmak istiyorum. Biliyorum, bir şeyler var. Ve zannediyorum, ömrümün sonuna kadar burada kalacağım: biliyorum, bir şeyler var.

Gerçi kendi kendine ve kısıtlı akılla ulaşılabilir mi, gerçeğe, hakka, hakikate, Tanrı’ya, emin değilim. Hakikate salt akılla ulaşılabilir mi, açtığım ilk Clubhouse odasının ismiydi. Ulaşılamaz diye tahmin ediyorum. Deneyim lazım belki de. Bu, bir hikmetli insanın yol göstericiliğinde olabilir, bir zikir halkasında olabilir, bir psikedelik deneyimle olabilir, belki… Bilemiyorum. Hiçbirisini denemedim, denemek için planlar yapmıyorum. Acele etmiyorum, akışına bıraktım.

Bu yazım biraz karanlık oldu, çünkü durumum bu. Yine de, mutlu sayılırım. Şu an ölecek olsam, eyvallah der giderim. Sonrası olsa da, olmasa da, var olmuş olmak güzel.

Selamlar,

-İsa Hafalır


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

15 Yorumlar

  1. Tebrikler, sağlam sapıtmışsınız.

    YanıtlaSil
  2. Her insan gelgitler yaşar sorgulamalar ve karşılaştıkları olaylar çevresel faktörler/ kötü temsil ve örnekler insanı zaman zaman şüphelere acabalara düşürür... Ama sizin gibi okuyan sorgulayan birisi neyi bulamadı da bu farklı bir yöne doğru gitmelere maruz kaldı.. Belki sizin düşünsel sorgulamalarınız veya tereddütleriniz şüphelerinizi ben de çok defa yaşadım ama çok şükür hepsinde iman ile imanım ın kuvvetlenmesi ile çıktım... Rabbimden ilim talep ettim ilmi talep edene veririm diyor Allah.. Allah dostlarının duası olan "Rabbim Eşyanın hakikatını perde arkasını göster" duasına sarıldım.. Çok kapılar çok ilhamlar açıldı .. Bizler sınırlı bilgideyiz o sebeple istidadımız miktarınca potansiyelimizce Allah ilmimizi artırsın/ yaratıldığında meleklere secde ettirilen donanımdaki insan sırrına erdirsin.. Şeytan aldattı kovdurdu yetenekleri alt düzeye sınırlandırılıp oradan dünyaya kovuldu insan.. tekrar o ilk yaratılıştaki sırlara seviyeye kapasiteye algı yüksekliğine yükselmek için İLİM-DUA vasıtası TEFEKKÜR-TEZEKKÜR vasıtası ile yükselmemiz elzem.. Bunu başaran çok az insan var.. Gayret gerek sabır gerek Kalb-i Selim gerek.. Kalb-i Selimi yakalamanın şartları ne ise onun gereklerini oluşturmak gerek.. Aksi halde takılıp kalmak savrulmak zanlarla cedelleşmek yeise düşmek işten değil.. Rabbim o secde ettirilen insan vasfına bizi eriştirsin Fatiha'daki gibi DOSDOĞRU YOLA olmamızı istediği yola eriştirsin... BEN KENDİ ÇABAMLA ULAŞIRIM DİYEN ALDANIR.. ÖNCE DUA TALEP LAZIM SONRA GAYRETİN HER ÇEŞİDİ GEREKİR.. Sizin gibi müdakkkik birisi umarım Allah'ın Fatiha'da belirttiği doğru çizgiye ulaşır... Muhyiddin-i Arabi veya Abdulkadir Geylani veya İmamı Şazeli veya İmamı Gazali veya Mevlana vb vb vb sizin geçtiğiniz gelgitleri yaşamamışlar mı sanıyorsunuz sizden daha katmerlisini yaşamışlardır bundan emin olun...

    YanıtlaSil
  3. hakikatı arayan değil, her şeyden bıkılmış bir ruh ile yazılmış bir yazı olmuş maalesef ama yine sizi olduğu gibi kabul etmek güzel...

    YanıtlaSil
  4. Hocam; "Evrenin yaradılışı" yazımızı bir kere daha okumanızı tavsiye ederim. Evrende matematikten, fiziğe, sosyolojiden, ekonomiye herşey Allah'ın varlığını haykırıyor.
    Küçük bir not Tanrılar yoktur, Allah vardır.
    Allah bütün tanrıları Ret eder. A. Denikul
    https://youtu.be/GHlmvtXQWkI?si=vE8jwcJCSjPk2D5u

    YanıtlaSil
  5. Size sapık, kafir vs diyenlere aldırış etmeyin. Gayet yerinde sorgulamalar bunlar, yaşamayan bilmez. Düşünmeyi öğrenememiş birisine Nursi'nin, misal, argümanlarındaki dönüşselliği ve totolojik önermelerini anlatamazsınız

    YanıtlaSil
  6. Ene sıkıntınız var.

    YanıtlaSil
  7. Her seferinde bir umutla açıyorum yazınızı, okuduktan sonra içimden söyleniyorum, kızıyorum:) Yolculuğun sonunda, ranzada çekilmiş resmini gördüğüm İsa ile karşılaşmak dileğiyle.. Allah yardımcınız olsun.

    YanıtlaSil
  8. Bîtarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir.

    Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır.

    Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir.

    (öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir.)

    YanıtlaSil
  9. Münazaan fîh bir mal bulunsa, eğer iki müddeî birbirine yakınsa ve kurbiyet-i mekân varsa, o vakit, o mal ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak.

    Hangisi ispat etse, o alır.

    Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağripte ise, o vakit, kaideten, sahibü’l yed kim ise onun elinde bırakılacaktır.

    Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.

    YanıtlaSil
  10. Birşeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez.

    Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilafları olduğu zaman, yakın olanın sözü muteberdir.

    Binaenaleyh, Avrupa filozofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslam ve Kur’an’ın hakaikinden pek uzak mesafelerde kalmışlardır.

    Onların en büyüğü, yakından hakaik-i İslamiyeye vukufu olan ami bir adam gibi de değildir.

    Binaenaleyh, şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden filozoflar, hakkın esrarını, Kur’an nurlarını da keşfedebilirler diyemezsin.

    Zira onun aklı gözündedir. Göz ise kalb ve ruhun gördüklerini göremez.

    Çünkü kalblerinde can kalmamıştır.

    YanıtlaSil
  11. Evet, nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir; öyle de,

    "Kendime mâlikim" diyen adam, "Her şey kendine mâliktir" demeye ve îtikad etmeye mecburdur.

    İşte, ene, şu hâinâne vaziyetinde iken, cehl-i mutlaktadır.

    Binler fünûnu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir.

    Çünkü, duyguları, efkârları, kâinatın envar-ı mârifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idâme edecek bir madde bulmadığı için, sönerler.

    Gelen her şey, nefsindeki renkler ile boyalanır.

    YanıtlaSil
  12. İnsan (gururla) maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır.

    Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır.

    Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar.

    Ve evhama mâruz kalarak, bütün bütün çizgiden çıkarlar.

    Halbuki, eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.

    YanıtlaSil
  13. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder.

    Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder.

    Hem, bâzan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imâna zarar veren bir şek zanneder.

    Hem, bâzan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder.

    Hem, bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder; yani dalâletin esbâbını anlamak sûretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tetkikatını ve bîtarafâne muhâkemesini, hilâf-ı imân zanneder.

    İşte telkinât-ı şeytâniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, "Eyvah, kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş" der.

    O haller, gàliben ihtiyârsız olduğundan, cüz-i ihtiyârîsiyle ıslah edemediğinden yeise düşer.

    Bu yaranın merhemi şudur ki:

    Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir.

    Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi, dalâlet değildir.

    Çünkü, hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar.

    Onlar bir derece serbesttirler, cüz-i ihtiyâriyeyi pek dinlemiyorlar, teklif-i dinî altına çok giremiyorlar.

    Tasdik ve iz’an, öyle değiller; bir mîzana tâbidirler.

    Hem, tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdik ve iz’an değiller; öyle de, şüphe ve tereddüt sayılmazlar.

    Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit, hakiki bir nevi şüphe ondan tevellüd edebilir.

    Hem, bîtarafâne muhâkeme nâmiyle veya insaf nâmına deyip, şıkk-ı muhâlifi iltizam ede ede tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyârsız, taraf-ı muhâlifi iltizam eder; ona vâcib olan hakkın iltizâmı kırılır.

    O da tehlikeye düşer; hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzûlîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder.

    Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbirine iltibas eder.

    Yani, birşeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder.

    Halbuki, ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zarûret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur.

    YanıtlaSil
  14. Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unutamaz.

    Kendi nefsini inkar etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir.

    Hads-ki, şimşek gibi sür’at-i intikaldir-daima onu tahrik eder.

    Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder.

    Meyelanın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlahi, onu daima marifet-i Zülcelale sevk eder.

    Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbiyledir.

    Bu nükteleri bildikten sonra, şu bürhan-ı enfüsi olan vicdana müracaat et.

    YanıtlaSil
  15. Bir zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti.
    Allah: "İnanmadın mı ki?" buyurdu.
    İbrahim: "İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum." dedi. (Bakara suresi:260)

    YanıtlaSil