Header Ads Widget

test banner

Gelecekten Bir Mektup


İsmim Mo. Yaşım 175. Bugün günlerden Cuma, tam olarak 10 Ocak 3023. Dün doktora gittim. Artık kaliteli bir yaşam sürdürmemin çok mümkün olmadığını söyledi. Vücudum yoruldu, organlarım yaşlandı. Organlarım beni hala yaşatabilir, belki bir 10-15 sene daha. Ama buna yaşam denirse. Koşamadıktan, rahat nefes alamadıktan, kendi işimi rahatlıkla kendim yapamadıktan sonra, ne anlarım ben bu işten? Benim yaşıma ve durumuma gelenlerin çoğu zaten ötenaziyi seçiyor. Ben de yakında seçerim muhtemelen. Aslında bu yüzden bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Tarihe bir not bırakmak istedim. Kim bilir, belki sene 4023’e gelince birileri yazdıklarımı eline alır ve okur.

Sene 4023’te ölüme çare bulabilecekler mi bilemiyorum. 3023’te maddi olarak tek eksiğimiz, ölüme çare. Yoksulluk kalmadı, çalışmaya gerek kalmadı. Her yeni doğan insan—yapay zekalı robot arkadaşlar sağolsunlar—sıkıntısız ve çalışmadan 200 seneye kadar bir hayat imkanına sahip. Böyle sıkıntısız bir hayat imkanına ragmen, yine de insan nüfusu hızla azalıyor. Çünkü çoklarına göre, çok rahat bile olsa hayatın manası yok, dolayısıyla bu dünyaya yeni bir insan getirmenin de manası yok.

Ölüme çare bulunması diye yazdım ama sonuçta sonsuz bir hayat mümkün değil. Güneş, Dünya’yı içine almadan önce başka galaksilere gitmenin yolunu bulabilecek olsak bile, sonuçta kainatın da bir sonu var. Demek istediğim, binlerce veya yüzbinlerce yıllık bir hayat mümkün olur mu acaba ileride? Gerçi, neden 200 senelik bir hayat ile 2000, hatta 200000 senelik bir hayat arasında fark olsun ki? Bir de sonsuz bir hayat mümkün olsa bile, gerçekten sonsuza kadar yaşamayı ister miyiz ki? Kafamda deli sorular…

Çoklarına göre hayatın manası yok diye yazmıştım, benim için tam olarak öyle değil ama öncelikle bu çoklardan bahsedeyim. Bu çokların derdi, dertlerinin olmaması. Yüzlerce yıl öncesinde, insanların çalışması gerekiyormuş, mecburiyetten yaptıkları işler çokmuş. Artık hiçbir şeye mecbur değiliz, hayatın keyfini çıkarmak için (bu keyif ne olursa olsun) önümüzde hiçbir engel yok. O zamanlar, insanlar mecburiyetten kendilerine manalar çıkarmışlar ve keyiflere bir bedel ödeyerek ulaşabildikleri için, bu keyifler onlar için değerliymiş. Kolayca ulaşılınca keyif bile keyifli değil işte. Bir de eskiden insanların büyük kısmı “din”lere inanıyorlarmış; artık direk Tanrı ile irtibatta olduklarını söyleyen (hayatta veya ölmüş) peygamberleri takip eden insan sayısı çok ama çok azaldı, küçük kültler var sadece. Dinler, eskiden insanların çoğuna bir mana veriyormuş. Şimdi o da kalmadı.

Dediğim gibi, ben bu bahsettiğim çoklardan değilim ama. Bana göre hayatın bir manası var. Hayata manayı veren şey ise ölüm, yani bir sonunun olması. Hayat, sınırlı olduğu için değerli. Tabii, değerli olması manalı olduğu anlamına gelmiyor; değer, gerek koşul ama yeter koşul değil mana için. Bence hayatın manası, hayatın güzel olmasından kaynaklanıyor. Güzel bir tabloyu düşünün, hatta bu abstract bir resim olsun ve ne anlattığı belli olmasın. Bu tabloya manasız diyebilir misiniz? Diyemezsiniz; sanatı, güzelliği, hayret vericiliği, onun manasıdır. Ben de hayata öyle bakıyorum; hayret verici ve güzel olduğu için manalı.

Benim hayatımı, kendimce manalı yaşayabilmemdeki başlıca sebepleri sizlerle paylaşayım. Öncelikle şimdiki ânı tam anlamıyla yaşamak her şeyden daha önemli. Çünkü gerçekten yaşadığımız tek zaman, bu an. Geçmiş ve gelecek aslında sadece ânımızda kurduğumuz fanteziler, ve onlara odaklanarak, şu ânın zenginliğinden mahrum kalıyoruz. Demek istediğim şudur ki, sonsuzluğu ileride aramak yerine, sonsuzluğu derinlemesine, anda bulabiliriz.

İkinci paylaşımım varış noktasının değil, yolculuğun öneminin farkına varılması. Güzel insan Alan Watts’ın bin küsur yıl önce ifade ettiği gibi, hayatı bir müzik parçası veya dans gibi görmeliyiz. Müzik dinlerken veya dans ederken, son notaya veya danstaki son harekete odaklanmayız, odaklanmamalıyız. Burada güzel olan deneyimin kendisi, yani yolculuktur.  Sürecinin ve yolculuğun tadına varmak, hayatı gerçekten bir dans gibi görmek çok önemli.

Üçüncü bahsetmek istediğim, hayattaki en büyük gerçeklerden birisinin hayatın ve hayattaki her şeyin geçici bir doğasının olması. Buddha’nın binlerce yıl önce söylediği gibi “ortaya çıkma doğasına sahip olan her şey, kaybolma doğasına sahiptir.” Yani, her şey geçicidir. Dolayısıyla biz değişimi ve geçiciliği benimsemeliyiz, çünkü bu varoluşun ayrılmaz parçası. Geçiciliği kabul ederek, daha dolu, derin ve manalı bir yaşam sürebiliriz.

Dördüncü bahsetmek istediğim, şunun farkına varmalıyız ki, her şey birbiriyle bağlantılı. Biz, bu evrenden ayrı değiliz, bir bütünün bir parçasıyız. Biz bu dünyaya gelmedik, bu dünyadan çıktık; bu dünyanın meyvesi gibiyiz; bu dünyanın, şekil değiştirerek oluşmuş geçici bir formuyuz sadece. Dolayısıyla hep bir birlik ve merhamet duygusu içinde olmalıyız.

Son olarak şunu demek istiyorum, mana ve mutluluk aranıp bulunan şeyler değil. Ancak yan ürün olarak ortaya çıkan şeyler. Mutluluk ve mana bir amaç, bir son, tutulup bırakılmayacak şeyler değil. Dans sırasında, dans güzel olduğu için hissedilen şeyler. Mutlu olmak için dans etmemeliyiz, dans ettiğimizde zaten mutlu olacağız. 

Ve bu dans, mükemmel bir gala olmak zorunda değil. En basit şeylerde bu güzel dans, bir sevdiğinle yaptığın güzel bir muhabbette, bir yabancının gülümsemesinde, denize karşı içine çektiğin nefeste, gece yarısı meditasyon yaparken etrafındaki sessizlikte, kendini kaybettiğin bir sanatta veya sporda, geriye doğru bakıp çok şükür dediğinde… ve… eyvallah, güzeldi çok şükür ama artık yeterli, yarın ötenaziyi seçmenin vakti geldi diye düşünüp bu kısa mektubu, çok rahat, huzurlu, tatminkâr, mütebessim bir şekilde sonlandırmakta...

-Mo (Karakteri hayal eden, İsa Hafalır.)



author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

17 Yorumlar

  1. Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen zâilsin. Dünya da zâildir. Halkın dünyası da zâildir. Kâinâtın şu şekl-i hâzırı da zâildir. Bunlar saniye, dakika, saat, gün gibi birbirini ta‘kîben zevâle gidiyorlar.

    YanıtlaSil
  2. Derken, gece (karanlığı dünyanın) üstünü örtüp bürüyünce (Hz. İbrahim parlak) bir yıldız görmüş ve şöyle demişti: (Belki de) “Benim Rabbim budur.” Fakat (yıldız batıp) kayboluverince de: “Ben batıp bitenleri (kaybolup-gidenleri) sevmem (fani olan şeylere gönül vermem ve ibadete değer görmem)” diye (eklemişti). En'am suresi:76 Onlar, iman etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalbler Allah'ın zikri ile yatışır. (Ra'd suresi:28)

    YanıtlaSil
  3. Dedi: "Sana hayatı veren Hayy-ı Kayyûma göre hayata bak."
    Ben de baktım, gördüm ki: Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma bakması yüzdür. Ve bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. Şu halde, marzî-i İlâhî dairesinde bir an yaşaması kâfidir, uzun zaman istemez.

    YanıtlaSil
  4. Hayat, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça beka bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz.

    YanıtlaSil
  5. Bu hayat madem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kıymettar meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünkü ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.

    YanıtlaSil
  6. İnsanın fıtratında bekàya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekà tevehhüm eder, sonra sever. Eğer tevehhüm-ü bekà olmazsa muhabbet edemez.

    YanıtlaSil
  7. Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ, cismin bekàsı, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin (ve ruhun) hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir.

    YanıtlaSil
  8. Evet, Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir.

    YanıtlaSil
  9. Evet, nasıl ki bir ağaç meyvelerinin herbirisi, ağacın başındaki bütün meyvelere karşı birer nispeti var. Ve o nispetle birer kardeşi, arkadaşı mevcut olduğundan, onların adedince ârızî vücutları vardır. Ne vakit o meyve ağacın başından kesilse, herbir meyveye karşı bir firak ve zeval hâsıl olur. Herbir meyve onun için mâdum hükmündedir. Haricî bir zulmet-i adem ona hâsıl oluyor. Öyle de, kudret-i Ehad-i Samede intisap noktasında, herşey için bütün eşya var. Eğer intisap olmazsa, herşey için, eşya adedince haricî ademler var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Söyleyecek söz bulamayınca, deve kuşu gibi yorumları sabote etmeye kadar düştünüz mü fetöcüler, sizler içinde bulunduğunuz belayı sonuna kadar hakettiniz, Yüce ALLAH zulmetmez insan kendi kendine zulmeder, sizler zalimsiniz, ve Yüce ALLAH'ın vaadi gerçekse ebedi cehennemliksiniz.

      Sil
    2. Berk'in münafıklıkla üstünü kapatmaya çalıştığı yorumu buraya yapıştırayım.
      Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Fetullahçı örgüt bütün kirli işlerini "Evin ortasında ateş dahi yakıyorsan, bunu ALLAH rızası için yapacaksın" yani ne iş yapıyorsan yap ALLAH rızası için yap sözü üstüne inşaa eder. Hiç kimsenin de aklına gelmez, evin ortasında neden aptalca ateş yakıyoruz demek. Bu motto örgüte her katılana öğretilir. İlk işitildiğinde güzel gibi gelen bu cümle ile insanlar farketmeden bir tuzağın içine çekilir. Çünkü artık, soru da çalsan, akademide örgüt nepotizmi de yapsan, namaz da kılmasan, zina da etsen, cinayet de işlesen, yardım ve kurban paralarını da çalsan, ez cümlü her namussuzluğun ve din dışılığın, örgüt içindeki kılıfıdır bu beyin yıkama cümlesi. Örgüt üyelerine, laf cambazlığı yaparak istediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz bu cümle ile.

      Fetullahçı örgüt; her zaman bir düşman figürü oluşturmak zorundadır, karşısına her zaman bir salt kötü bulmak, bulamıyorsa kendi icad etmek zorundadır, aynı çizgi filmlerdeki gibi. Yoksa örgüt üyelerine tedbir denilen zırvayı ve örgütün yaptığı kirli işleri açıklayamazsınız, kirli işler sözde bir kötüye karşı yapılmak zorunda yoksa hileniz açığa çıkar. Çıktı da.

      Fetullahçıların büyük desteği ile Akp iktidara geldiği esnada örgüt içinde homurdanmalar başladı, esnaf tayfası gibi sağımlık cahil inekler arasında değil tabii ki, mahrem işler denilen polis, asker, hakim, savcı vs. içinde homurdanmalar başladı. Çünkü bu kişiler, tedbir adı altında gereksiz yere, namaz kılmaktan mahrum bırakılmışlardı, ve bunu da sözde ALLAH rızası için yapıyorlardı. (Örgüt tarafından, alkol almak zorunda bırakılmaları ve dahi zina etme konusundaki cevazlara hiç değinmeyeceğim. Fetullah, onlar için başka bir din icad etmişti ve adını da "ALLAH rızası için" koymuştu.) Bu homurdanmalar cezasız kalmayacaktı tabii ki, 15 Temmuz sonrası bazı fetullahçılar tutuklanırken bazılarına neden dokunulmadı zannediyorsunuz. Homurdanma diyorum da bunu da açmak gerekiyor. Bu homurdananlar ALLAH'a ve islam dinine bağlı olanlar, ama örgüt fetullah'a bağlılık ister, ALLAH'a değil. Başka türlü nasıl kült bir yapı kurabilirsin.

      Kendi elleri ile getirdikleri, Akp iktidarı, sözde veya özde müslümandı ve sonuçta müslümanları destekliyordu lakin bu örgüt için hesaplanamayan bir yan hasara dönüştü, örgütün asıl temelini sarsacak bir olaydı. Düşman olmadan, örgüte tedbir zırvasını nasıl yedireceksin sorusu mühim bir sorudur. Yediremedi de zaten, düşman olarak ulusalcıları gösterdi, atatürkçüleri gösterdi, ortada düşman kalmayınca en sonunda bu sebeple AKP ile göstermelik* bir kavgaya tutuştular, tabii burada filler tepişti olan çimenlere oldu, ve bir de fetullaha değil de ALLAH'a bağlılığı olanlara oldu. Ama sonuçta, örgüt tabanına yedirebileceği bir düşman artık vardı. Operasyon gayet başaralıydı. (*Göstermelik, çünkü ağır topların hepsi, ya yurtdışında ya da AKP'ye yakın bir şekilde sapasağlam duruyor. Ölenler ve hapishaneye düşenler örgüt için feda edilebilir rakamlardan ibaret.)

      Fetullah neden örgüt üyelerinin yurtdışına çıkmasını istiyor derseniz, örgüt üyelerinin sahipsiz ve çaresiz kalmalarını istediği için, sahipsizlerin sahibi olabilmek için, çaresizlere daha rahat hükmedebilmek için. Örgüt üyelerini militanlaştırabilmek için istiyor bunu, aynı PKK gibi hareket ediyor, PKK ile ortaklıkları da bu yüzden.

      Ez cümle; benim gördüğüm fetullahçı örgütü kanlı bir gelecek bekliyor, nerede olur nasıl olur hangi motivasyonu kullanırlar şu an için kestiremiyorum, lakin ayak sesleri açık açık duyuluyor. Bu saatten sonra bu örgüte giren zaten cemaat diye girmez, bence kana da hazırdır zaten.

      Fetullah gülen, namı diğer FETO; komünizmle mücadele derneklerinde yetişmiş, kurnazlık konusunda yetenekli bir ajan provokatördür, bu adamla iş yaparken milyon kere dikkatli olun. Sizler feto için feda edilebilir rakamlardan ibaretsiniz.

      Sil
  10. Aziz arkadaşım Mo, hoşuma gittiği için ben de mektubuna bir nazire yapmak istedim. Sonu olan hayat ve anlamı üzerine. En sonda söyleceğimi en başta söyleyim. Bence ortası yok hayatın anlamının. Herkesi kapsayan genel, makro bir anlamı olmalı. Sonsuzluğu anda aramak ne kadar anlamlı da olsa noksan geliyor bana. Sonsuzluğu aramak değil de tadını aldığım bu yaşama, veda etmeden önce kana kana su içer gibi, iyice mutluluğa doymak gibi geliyor. Milattan öncekiler ve sonrakiler için de aynı olmalı yaşamın anlamı. Hem dezavantajlı insanlar ve diğer canlılar için de aynı olmalı. Mesela diğer insanlara kıyasla down sendromlu, otizmli vb çocuklar, hayatı ne kadar yolculuk gibi görebilir, diğerleri gibi dans edebilirler, mutluluğa- sonsuzluğa doyabilirler? Ya inançsız bir kapsamda bakmalı sonluluğa ya da Sonsuz olana duyulan inanç kapsamında. Ya alem, evren bir sürü fizik, kimya, biyoloji vb kendileri bir haz duymayan kanunların, maddelerin bir sonucu ve bizler ondan haz duyan şanslılarız (en azından bir çoğumuz) ve yüce bir sahibimiz yok. Ya da bizi ve bizden öncekileri ve diğer canlıları yaratan ezeli bir varlık var. Dolayısıyla da hayatların bir sahibi. O var ise sonsuzluk da var. Yine o var ise varlıklardan muhtemel ki bir beklediği var. Bu bakış açısında da belki de aslolan yolculuktur (kulluk) ve yolculuğun tadını çıkarmak ve sonsuzluğu kazanmak amacıyla yolculuk etmemek (ihlas) gerektir. Bu arada ötenazi kulağa hoş gelmiyor. Sanatçı sahneyi terketmeden ya da şarkısını bitirmeden dansı bırakmak olmaz , bence sanat (müzik) sanat için, sadece dinleyenler için değil:)

    YanıtlaSil
  11. lan oğlum şuraya gelip güncel bir tartışma atışma bir fikir teatisi var mı diye ara sıra son yorumlara bakıyoruz, bir de ne görelim. risale papağanları kaplamış ortalığı. admin şu yorumları onaylama artık gözünü seviyim. ya da bi sınır koy. 3 ten fazlasını yayınlama ya

    YanıtlaSil
  12. Beğenmenize çok sevindim arkadaşlar. Müsaadenizle konu hakkında bir iki paylaşım daha yapmak isterim.

    YanıtlaSil
  13. "Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ." Kasas Sûresi, 88. Herşey, mânâ-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.

    YanıtlaSil
  14. Güneşin bekası onunla değil; belki aynanın hayattar parlamasının bekası, güneşin cilvesine tâbidir. Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin bir aynadır. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedit bir muhabbet-i beka, o ayna için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil. Belki o aynada istidada göre cilvesi bulunan Bâkî-i Zülcelâlin (Güneşin) cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden, o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Madem öyledir; Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî de. Yani, madem Sen varsın ve bâkisin. Fenâ ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İttihatçı said'in risaleleri tamamen şia kaynaklarından araktır, kopyadır. Şia itikadını bilmeyen cahiller için ise ilk defa duyulmuş sözlerdir.

      Sil