Header Ads Widget

test banner

The Cemaatin Teorisinin Bir Eleştirisi


Gülen cemaati zaten Türkiye’de bitti. Daha doğrusu bir kısmı (oranını bilemiyorum) cemaatten gönül bağı olarak bile koptu; bir kısmı kopmasa bile çok zor durumda, kabuğuna çekildi; sosyal medyada müstear isimlerle yazdıkları dışında seslerini çıkaramıyorlar. Keşke bu şekilde olmasaydı, Gülen cemaatinin problemli taraflarıyla mücadele insaflı bir şekilde yapılsaydı ve bu kadar büyük mağduriyetler oluşmasaydı. Ama ne yazık ki olan oldu, önümüzdeki yakın gelecek içinde bir değişiklik olacak gibi de görünmüyor.

Son zamanlarda Gülen cemaatinin yurt dışında da çatırdamaya başladığını görüyoruz. Ahmet Dönmez’in Sezai vakasını, sonrasında Atlanta yolsuzluklarını ortaya çıkarması belki de bir fitilin ateşlenmesi oldu. Önder Aytaç uzun zamandır the cemaat içindeki değişik “abi”lerin yolsuzluk/haksızlıklarını “taban”dan toplayıp yayınlıyordu (bu arada Önder Aytaç bence hiç masum birisi değil, karanlık tarafları gayet iyi bilen ve belki de uygulayan birisi.) Şimdilerde yılların “cemaati eleştireni yakarım”cısı Elvan Aktaş bile en sert eleştirmenlerden birisi haline geldi. Tr724 yazarlarının; İsmail Sezgin, Asım Yıldırım, Gülşah Çavuşoğlu gibi esaslı problemlere ve eleştirilere değinmeyerek bir bakıma süreci “yumuşatmaya” çalışan isimlerin çabaları bence artık beyhude. Yurt dışında da cemaat çatırdıyor. Bence büyük kopmalar zaman içinde başlayacak.

Eleştirenler, yavaş yavaş kopanlar, değişim isteyenlerin duruma dair tepkileri “teorik” değil, “pratik” problemlerden kaynaklanıyor. Mesela Mustafa Özcan, Mustafa Yeşil, Mehmet Yaşa, Tahsin Gül, Cevdet Türkyolu gibi isimlerin tavırları ve yaptıkları ile sanki “güzel bir düzende” yanlışlıklar yapılıyor gibi düşünenler çoğunlukta. Zaten Abdullah Antepli gibi istisnalar haricinde Gülen’e hatanın zekatını verebilen yok. Dolayısıyla eleştiriler Gülen’e gelince bitiyor. Tabanın bir diğer rahatsız olduğu şey ise bunca olana rağmen hiyerarşinin hala aynı şeylerden bahsetmesi ve sessiz kalması. Bu sessizlik insanları çok rahatsız ediyor. Ama bu sessizlik de pratiğe dair bir durum, teoriye dair değil.

Halbuki bence the cemaatin teorisinin eleştirilmesi lazım. Teori derken anlayıştan, zihniyetten, kabul edilmiş normlardan bahsediyorum. Teorinin problemli kısımlarının eleştirilmesi önemli; çünkü sorunun kaynağı anlaşılmazsa ileride sorun başka şekillerde, başka yerlerde karşımıza çıkabilir. Bu yazımda bunu yapmaya, teoriyi eleştirmeye çalışacağım. Bunu birkaç kademede; gittikçe daha derinleştirerek; the cemaatten cemaatlerin çoğuna, cemaatlerin çoğundan klasik İslam görüşüne uzanan bir teori eleştirileri silsilesi şeklinde yapacağım. Aslında yazımın başlığı belki de “the cemaat, cemaatler ve klasik islam anlayışının teorik bir eleştirisi” şeklinde olmalıydı, ama bence zaten the cemaat pratikte yaptığı iyi (eğitime önem vermesi gibi) veya kötü (hususi hizmetler gibi) inovasyonlar dışında aslında genel hatlarıyla klasik bir İslam anlayışına sahip. Dolayısıyla derinleştirerek eleştirdiğim kısımlar the cemaatte de var. O yüzden başlığı yukarıdaki gibi seçtim.

Daha çok the cemaate has problemli kısımlarla başlıyorum. Öncelikle ilk eleştirilmesi gereken dini bir cemaat olduğu iddiasında olan the cemaatin neredeyse askeri bir hiyerarşi şeklinde örgütlenmesinin (sadece hususi hizmetlerden bahsetmiyorum, normal “hizmet”ler için de geçerli bu) teorisinin temelinde olması. The cemaat mensupları “kötü abi”leri artık çok rahat eleştiriyor; ama neden “abiler” ve “abilik hiyerarşisi” var, bu kişilerin neden bizden bir üstünlükleri var, neden bunlar “en üst”ten atanıyor gibi eleştiriler çok fazla görünmüyor. Halbuki bu yapılması gereken önemli teori eleştirilerinden birisi bu olmalı. Bu konuda kimse lütfen bana Gülen’in “ah yıkılası abilik” lafları ile gelmesin; yıkmak isteseydi kendisi çoktan yıkardı, zaten tasarlayan ve bu şekilde devam etmesini sağlayan kendisi.

The cemaatin teorisinin bir diğer eleştirilmesi gereken kısmı “makyavelist” veya çıkarcılık tarafı. Bu tabii ki direk söylendiğinde kendilerinin kabul ettikleri bir şey değil. Ama genlere, karakterlere işlemiş bir şey. Dolayısıyla the cemaatin teorisinin merkezinde. Bunu aslında kendilerini kandırarak yapıyorlar. Düşünceleri şu şekilde: biz en doğru anlayışa sahibiz ve asıl niyetimiz herkesin iyiliği, dolayısıyla çıkarımıza uygun olan şey eninde sonunda herkese yararlı, o yüzden o çıkarlara (ne pahasına olursa olsun!) ulaşmamız lazım. İşin acı tarafı, the cemaatin büyük kısmı hala bu makyavelist tavırlarının Türkiye halkı gözünde onları çok kötü yaptığının farketmek istemiyor. Bu çıkarcı anlayışın asıl kaynağı bence “üstünlük” fikri, ama bu konuyu ileride daha detaylı olarak açacağım için burada kısa kesiyorum.

The cemaatin teorisinin bir diğer eleştirilmesi gereken kısmı “tedbir” ismi altında yumuşatılmış, ama ikili bir hayat yaşamaya götüren “gizlilik” kısmı. Bu gizlilik the cemaat teorisinin en temel yanlarından birisi. Bir orta üç talebesi olarak (1993’te) tecrübe ettiğim kadarıyla abilerin “Ölçü veya Yoldaki Işıklar” kitabında en çok üzerinde durdukları kısımlardan birisi “Sır senin esirindir, faş edersen esiri olursun” kısmıydı (sonrasında da çok değişiklik olmamış gördüğüm kadarıyla.) Daha 13-14 yaşındaki gençlere dinledikleri kasetleri, yaptıkları şeyleri anne ve babalarından bile gizlemeleri salık verildi. Sonra bu gençlere üniversite bitirip işe başladıklarında namaz kıldıklarını ve cemaatten olduklarını gizlemeleri çok doğal geldi. Ama aslında bu çok korkunç bir şey. Dürüst, mert, cesur, içi-dışı bir olmaktan uzaklaştıran bir zehir! Aman efendim, konjonktür şöyleydi; şunun olması için bunun olması lazım diye masumlaştırılacak bir şey değil. Bunun çok açıkça masaya yatırılıp eleştirilmesi lazım.

Şimdiye kadar the cemaate has, veya diğer cemaatlere nispeten the cemaatte daha fazla görülen bence önemli üç teori eleştirisini sundum. Şimdi biraz daha derine inerek neredeyse tüm dini cemaatlerin ortak yönü diyebileceğimiz teori (norm, anlayış) problemlerine geçiyorum.

Neredeyse tüm dini cemaatlerde görebildiğimiz önemli teorik problemlerden birincisi tek tip insan yetiştirme ve misyonerlik tarafları. Bunların temelinde yine bence “üstünlük” düşüncesi yatıyor. Kısacası diyorlar ki: “en” doğrusunu biz biliyor ve yapıyoruz (üstünler!), dolayısıyla “bizim” insanlarımızı istediğimiz şekilde yetiştireceğiz ve diğer insanlar da bizim anlayışımızı bilsinler ve uygulasınlar diye çabalayacağız. Bu belki masum bir bakış olarak görülebilir ilk başta. Ama ne yazık ki bardakta durduğu gibi durmuyor. Birinci kısım (tek tip insan yetiştirme) dar görüşlü, müsamahasız, hem az bilen hem de her şeyi bildiğini zanneden insanlar yetiştiriyor. İkinci kısım (misyonerlik,) yetiştirilen dar görüşlü insanların “yanlış” yolda olduklarını düşündükleri insanlara dünyayı dar etmesiyle sonuçlanabiliyor. Kısacası “misyon” uğruna başkalarının “özgürlük”lerini gasp etmeye başlıyorlar. Kimilerini ikna ediyorlar, kimilerini zorluyorlar, kimilerine engel oluyorlar. Bunun anlaşılması, eleştirilmesi ve değiştirilmesi lazım kanaatimce. Robotlar yetiştirmek ve herkesi zorla bir ütopyaya itmeye çalışmak dünya tarihi boyunca hep kötü sonuçlar getirmiştir.

İkinci teorik problem, “adalet-i mahza, (bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet) yerine “adalet-i izafiye”nin (küllün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet) tercih edilmesi. Cemaatlerin çoğu kendi kafalarında küllün selametinin ne olduğunu çoktan bulmuşlar. Çoğu için amaç “tüm Türkiye’yi, hatta tüm dünyayı” kendi doğruları doğrultusunda değiştirmek. Böyle ulvi bir amacın yanında ufak haksızlıkları önemsiz görüyorlar. Halbuki benim inandığım Yaratıcı bana “sen ne yaptın?” diye soracaktır (ve “küçük” adaletsizlikleri küçük görmeyecektir;) “başkaları ne yaptı?” diye sormayacaktır; “başkaları için ne yaptın, başkaları için ne düşündün, bir topluluk olarak neler yaptınız” gibi sorular ilk sorunun yanında ikincil, üçüncül kalacaktır. Hasılı ben şahsen “adalet-i mahza”yı insana yakışan bir adalet olarak, “adalet-i izafiye”yi bir nevi “Tanrı’lığa soyunmak” girişimi olarak görüyorum; ve sizin-benim gibi normal insanlar için (bir komutan, bir devlet başkanı, veya benzer konumda olan insanlar konumları gereği değişik kötü alternatifler arasında seçim yapmak zorunda kalabilir, o zaman en az kötüyü seçebilir, o ayrı mesele) uzak durulması gereken bir şey olarak görüyorum. Cemaat liderleri yaptıkları adalet-i izafiye (yanlış) kararlarını gizleme ve misyonerliğe itme noktasında çok becerikli. Aklıma hemen Gülen’in şu videosu geliyor (link); çok gençken ne kadar hisli şekilde dinlemiştim, şimdi sadece bir duygu sömürüsü olarak görüyorum. Nam-ı Celili Muhammedi’yi yayacağız diye gaza getiriyor insanları, ama pratikte bunu biz yapıyoruz diye cemaat menfaatlerini kutsallaştırıyor ve nice adaletsizliklere sebep oluyor. Yazıktır, olan direk mağduriyet yaşayan yüzbinlerce insana ve dolaylı olarak tüm Türkiye’ye oldu.

Cemaatlerin teorik problemlerinin de üzerine çıkmak istiyorum yazımın geri kalanında. Klasik İslami anlayışın bence problemli taraflarından bahsedeceğim. Buna geçmeden öncelikle şunu belirtmeliyim, tahmin ediyorum çoğu okuyan için bu değerlendirmelerim radikal ve belki de yanlış gelecektir (the cemaate dair teorik değerlendirmelerimin çoğu Güleniste yanlış geleceği gibi). Ben bunları yazarken kimseyle tartışmak için yazmıyorum. Kendi görüşümü koyuyorum ortaya, isteyen okur ve ister saçma bulur, ister mantıklı. Düşüncelerimi yazarken bakın bu görüş doğru, çünkü şu ayetten veya bu hadisten buna dair manalar çıkarabiliriz gibi argümanlarım da olmayacak. Çünkü çoğu düşünceme “İslami kaynaklar”dan öte, vicdanıma ve aklıma danışarak ulaştım. Dolayısıyla bu görüşlerimin herkes için doğru İslam olması iddiasında değilim. Yazımın geri kalanında problemli gördüğüm tarafları belirtirken aynı zamanda kendi İslam düşüncemi de belirtmiş olacağım. Bu benim kendimce İslam’ım, sadece beni bağlar.

Klasik İslami anlayışın bence ilk problemi, yine “üstünlük” anlayışı. Klasik görüşteki müslümanlar İslamı ve müslüman olmayı o kadar üstün görüyor ki, hiç bir veri onları öyle olmadığına ikna edemiyor. “Problem varsa bu uygulamadandır-kişilerdendir, problem varsa bizim dinin özünden uzaklaşmamızdandır” diyorlar ve dinin özü dedikleri şeyi asla sorgulamıyorlar. “Tamam, maddi olarak kötü durumda olabiliriz, ama (İslami olan) imanımız bizi üstün kılıyor” diyorlar. Halbuki kabul etmemiz lazım ki islam ülkeleri olarak, müslümanlar olarak üstünlüğü çoktan kaybetmişiz; sadece maddiyat planında değil, ahlak olarak da. Şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım, ama zannediyorum “dünya onların olsun, ahiret (zaten) bizim” anlayışı baskın geliyor. Aslında birçok problemin kaynağı olan ve dinin temeline yakın anlayışları sorgulayamıyoruz. Bilime önem vermiyoruz, kadını erkeğe eşitleyemiyoruz, özgürlükçü-demokratik olamıyoruz… sorunlarımız saymakla bitmiyor.

Klasik islam anlayışının bence ikinci problemi dini bir araç olarak değil de, bir amaç olarak görmek ve (bence) gerektiğinden fazla ciddiye almak, fazla abartmak. Benim İslam da dahil dinler konusundaki düşüncem Reza Aslan’ınkiyle aynı ve şu şekilde: “Din sembol ve metaforlardan oluşan, inananların kendileri ve birbiriyle iletişim kurmasını ve anlatılamaz inanç deneyimlerini yaşamasını sağlayan bir dilden başka bir şey değildir.” Yani İslam da dahil bütün dinler bence sadece Yaratıcı ile bir bağ kurmak için bir araç. Hatta Reza Aslan başka bir yerde şunu anlatıyor: “eğer su bulmak istiyorsanız 6 tane 1 metrelik kuyu açmazsınız, 1 tane 6 metrelik kuyu açarsınız (bu kısmı Konfüçyüs’un sözüymüş); benim Tanrı’ya ulaşmak için açtığım 6 metrelik kuyu İslam, ama bütün kuyular aynı suya ulaşıyor.” Ben de buna benzer düşünüyorum. Ben uzun süre önce müslüman olmayan insanların cennete gidemeyeceğine dair üzüntümü aştım, çünkü benim inandığım adil Yaratıcı insanları hangi dine (veya Tanrı’yı kabul eden, etmeyen felsefeye) mensup olduklarıyla değil; iyilik-kötülük bakımdan yaptıklarıyla, Tanrı’yı aramaları ve iletişimleri konusundaki samimiyetleri, niyetleri, çabaları ile değerlendirecektir. Biraz konuyu dağıtmış oldum, şunu demek istiyorum. Dinin detaylarında, ritüellerinde boğulmaktan ve o konuda obsesif olmaktansa, dinin manasına (yani gönül ile Yaratıcının yakınlığı konusuna) önem verilirse bence hem insanların kendileri için, hem de etraflarındaki onlar gibi düşünmeyen insanlar için çok daha güzel bir dünyada yaşayabiliriz.

Klasik islam anlayışının bence üçüncü problemi dinde reform konusunda çok çekingen davranılması. Aslında bu konu ile alakalı uzun süre önce bir MFP yazısı yazmıştım (link). O yüzden bu kısmı çok uzun tutmayacağım. “Global olarak insanlığın vicdanı,” zaman içinde değişen, gelişen bir kavram. Bence İslam, insanlığın vicdanının söyledikleri ile yeniden tevil edilmezse; sert ve literal olarak alınırsa; çağla buluşamayacak ve asıl amacı olan Yaratıcı ile bağlantıyı tam olarak sağlayamayacaktır. Çünkü biz çağımızın çocuğuyuz. Dinin esnek ve metaforik görülmesi bence elzem. Bu son problemi ve yazımı daha önce paylaştığım bir tweet’imle bitireyim. Sinan Canan, Nassim Nicholas Taleb’den bir çeviri yaparak şöyle yazmıştı: “Modernitenin en büyük sorunu, dinin literal, bilimin ise metafor olarak kullanılması. Halbuki tam tersi olmalıydı.” Ben de eklemiştim: “Bence de bilim ve felsefeyi literal, dini metaforik olarak almak lazım. Bir de din, felsefe, bilim; bunların hiç birini amaç haline dönüştürmemek ve bunları güzel hayata ulaşacak birer araç olarak kullanmak lazım.”

Selamlar, sevgiler,

-İsa Hafalır
@isaemin
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

14 Yorumlar

  1. Güzel bir yakı, akıl ve vicdanın sesi olmuşsunuz.

    YanıtlaSil
  2. Namı celili Muhammedin güneşin doğup battığı her yere ulaştırılması...

    İdeal bu değil mi...

    Peki bu ideal doğru bir ideal mi...

    Baya tumturakli bir soylenisi var o kesin...

    Ama acaba ne kadar mantıklı...

    Bu idealinde bir eleştirisi ve kritik edilmesi gerekmez mi...

    Nami celili muhammediyi duyan bilen insanların yaptıkları zulümleri bir önümüze koyalım...

    Nami celili muhammediyi duymak bilmek bu zulumleri yapmalarına engel olmuş mu ...

    Olmamış...

    Demek işe yaramıyor...





    YanıtlaSil
  3. Cemaatin en büyük hatası ''gizlilik, tedbir kısaca YALAN'' üzerine kurulmuş olması.

    Kısa vadede hedefi risalei nurda özetlendiği şekliyle ''süfyanın (atatürk) rejimi bidatkaranesini (cumhuriyet) yıkıp dağıtmak ve sünneti seniyyeyi (şeriat) ihya etmektir.

    Bu hedefin ne kadar meşru olduğu ayrı bir konu, fakat bu hedefe ancak gizlenerek ve ulaşabileceklerini düşündükleri için her konuda yalan söyleyerek gizleniyor, insanların duymak istediği şeyleri söylüyorlardı.
    (Dikkat edelim, cemaat kesinlikle demokrasi, laiklik, fikir özgürlüğü ve modern insan haklarına karşıdır. Aksini dilleriyle söyleseler de bu sadede tedbir yalanıdır. Ana kitaplarını ve Gülenin kasetlerini inceleyen herkes demokrasi ve laikliğin küfür sayıldığını, katı gelenekçi anlayışı rahatça görecektir.)

    Bu yöntem (yalan ve takiyye) aslında cemaatin inanç ilkelerine de aykırıdır.
    ''tesiri hakiki Allahtandır, sebepler sadece bir perdedir, sebeplere başvurmak sadece fiili duadır, biz kendi görevimizi yakar Allahın vazifesine karışmayız'' gibi nedenselliği kökten reddeden ve her şeyi Allahın yaptığına inanan bir cemaattir.

    Fakat diğer yandan ''zaruret haramı helal kılar'' diyerek en aşağı ve ''günah'' yöntemleri ''sebeplere riayet ve dua'' diye kullanabilmektedir. Hem de ''hedefe giden yollar da meşru olmalıdır'' derken (takiyye ve yalan tüm söylemlerine sinmiş durumdadır).

    Yani hem ''sebeplerin hiç tesiri yoktur her şeyi Allah yapar'' diye inanıyor, hem de Allahın yasakladığı yöntemlere ''sebeplere riayet ve fiili dua'' diye başvuruyor.
    Allah her şeyin gerçek faili ise, meşru yöntemlerle yapılan duaları duymuyor mu, veya (bana meşru olmayan yollarla dua edin) mi diyor ki Allaha güvensizlik seviyesinde, sebeplere taparcasına en iğrenç gayri meşru yollara başvuruluyor?

    Peygamber sünnetine uygun mu bu ''yalan takiyye'' yöntemi?
    Hz peygamber mekkede güçsüz iken ''kendimizi saklayalım, açıktan hedefimizi söyler onların putlarını yıkacağımızı belirtirsek bize hayat hakkı vermezler, gizlenelim, müşrik gibi görünelim, kabenin yönetimini, ticareti vs gizlice ele geçirelim mi dedi?

    Türkiyede güçsüz olmak, şeriat ve sünneti seniyye hedefine ''bize izin vermezler'' diye gizlenerek ve yalan söyleyerek ulaşmaya çalşmak ne kadar nebevi yöntme uygundur?

    Yalan bir dinin en büyük düşmanıdır, milyonlarca insana ve dünyaya yalan söyleyerek, gerçek niyetini gizlyerek mi Allahın dinini anlatacksın? Bu anlayış insanları dinden soğutur, dinden çıkarır.

    Gülen takiyye yöntemini haklı çıkarmak için Hz İbrahimin firavuva karısı için ''kız kardeşim'' demesini gerekçe gösterir. Hz İbrahimin bu davranışı açık bir yalan ve zımmen Allah'a güvensizlik içerdiği ve bir günah ''zelle'' olduğu halde aşırı kutsama ve çarpık bakışla Gülen bu yöntemi büyük bir tebliğ haraketinin temeline koyabilmiştir.

    Saatli bir bomba olan bu ''yalan -tedbir'' stratejisi patlamış ve bu gün artık bu dine inanaların imanlarını da yıkacak hale gelmiştir.

    Artık şu ''tedbir'' yalanından ve İslam dininin bu düşmanı bu ahlaksızlıktan vaz geçmeyeckler mi? Zor görünüyor maalesef, hala demokrasi insan hakları vs. gibi türkülerle şimdi de dünyayı kandırmaya çalışıyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hz İbrahim örneğini biraz daha açayım. Hz İbrahim eşiyle mısıra gidiyor. Eşi güzel olduğu için elinden almak için kendisini öldürüler diye korkuyor ve ''kardeşim'' diye tanıtıyor. Daha sonra firavun Hz İbrahimin ''kardeşini''' alıyor.
      Gülen bu örneği verir ve ''her yalanın aslında yalan olmadığını, buna TEVİL dendiğini söyler.'' Cemaatte bütün yalanlara Tevil veya tedbir denir.

      Kuran peygamberlerin de günah işlediğini hem de ''günah'' kelimesini kullanarak Hz Adem, Hz Yunus, Hz Musa üzerinden anlatır. Hz ibrahimin korkması ve ''yalan'' söylemesi de zaten hadislerde de bir kusur olarak anlatılmaktadır. (meşhur, kıyametten sonra hesap başlaması için Allaha yalmavarma hadisinde de Hz İbrahimin bu tavrı sebebiyle Allaha gitmediği, peygamberimizin şefaatçi olduğu bir örnektir).

      Hz ibrahim gibi meleklerle görüşen, her an Allah ile içli dışlı bir insanın ''can korkusu'' sebebiyle yalan söylemesi açık bir kusur ve gizliden bir çeşit Allaha güvensizlik hatasıdır. Ama kurana aykırı bir şekilde peygamberleri abartılı kutsayınca bu şekildeki bir kusurda bile hikmet arayıp ''gerekirse mukaddes bir dava için yalan (tevil) söylenebilir anlamı çıkarılıyor. Tüm cemaat bir yalan makinesine dönüyor.

      Sil
  4. Selamlar,
    1- İsa hocam, tekrara düşsen de yazılarını okumak hoşuma gidiyor. Çünkü aynı yollardan geçtik, benzer sorgulama süreçleri geçirdik. Sanki ben de olsam bunları yazardım büyük ölçüde diyorum ve o yüzden empati kurmama gerek kalmıyor yazdıklarını okurken.
    2- Ben de naçizane bir Kur'an talebesi olarak Allah'ın kelamını bir bütün olarak değerlendirdiğimde başkalarının reformist/modernist diye tanımladığı yorumlara ulaşıyorum ya da özeleştiri yapamadığım ölçüde hakikatin dışına taşma ihtimalimi bir kenara not ediyorum.
    İlk defa Kur'an okumaya deistik bir kafayla başladığım için geleneksel bakış açısının dışına kolayca çıkabilmek avantajımı da sonuna kadar kullanabildim, kullanmaya devam ediyorum.
    Şimdi bir nevi kendimi de yargılayarak dinin araç ya da amaç olduğu minvalinde bir ayeti hatırlatmak istiyorum.
    Münafıkun Suresi 9. Ayet: "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan sizi alıkoymasın. Böyle yapanlar, en büyük zarara uğrayanların tâ kendisidir".
    Ayetin orijinalinde "zikrullah" ifadesi yer alıyor. Çoğu tercüme de "Allah'ı anmak" olarak çevrilmiş. Zikr ya da anmak nasıl bir şey diye bana sorulursa; Allah'ın adlarını, sıfatlarını, kelamını, kurallarını, tembihlerini, sünnetini, yarattıklarını, vb hepsini bir arada ve birbiriyle ilintili olarak zihinde canlandırıp gereğini yapmak olarak anlıyorum. Malım ya da çocuğum; beni adaletten de alikoyamaz, haram/helale dikkat etmekten de alikoyamaz, kınayıcının kınamasından da çekindiremez, zekattan, namazdan, selam vermekten, vb uzaklaştıramaz. Her birinin önlemini almak, bana ödünç verilenlerle ilişkime bir ölçü, bir ayar getirmeliyim. Eğer mutsuz isem bu ayarı iyi yapamamışımdır.

    -Sonuç olarak din bana araçlık etti, dinimin gereğini yapabilmem için.

    3- Kur'an'ın önerilerinden ve davetlerinden biri de fıtrata dönüştür. Yaratılışına uygun yaşamaktır. Fıtratımızın ne olduğunu öğrenmek için nelerden faydalanmaliyiz? Hocalardan, mutasavvıflardan, menkibelerden mi? Bunlardan da doğru ya da yanlış bilgiler edinilebilir elbette. İnsanın kendi aklı, vicdanı, tecrübesi şüphesiz bunlardan önce gelir. Her insan sürekli kendini keşfetmek ve inşaa etmekle meşguldür. O yüzden her kaynak ve her yeni bilgi fıtrata dönüşü bir adım daha hızlandıracaktır. Bugün bilimi ve aklı küçümseyen ezbercilere şöyle "daha yakın zamana kadar yediğiniz içtiğiniz bir çok şeyin ki misal şekerin, tuzun, vb. zararlarını bile kaç mutasavvıf, kaç hoca bilmiş, okumuş, yazmış!" türünden bir iki basit soru sorduğunuzda evirip çevirip taarruza geçiyorsa fıtrat konusunda geleneğin artık sözü tükenmiştir. Nihayetinde fıtrata dönme çağrısına en samimiyetsiz katılım gelenekçilerin katılımı olur.
    4- Cemaatin en büyük hatasının şirk olduğunu söylemekten çekinmemek lazım. İş baştan sakat başlıyor tüm gelenekçilerde. Müşrikler hiç bir zaman müşrik olduklarını kabul etmez, ahirette bile. O yüzden "ne çirkin bir iftira bu" ve benzeri şeklindeki karşılık, suçlamamızın karşılığı değil. Ben kendimi sapmış buldum (toyken, cemaatteyken, Kur'an ümmisi iken), her gün biricik Hadi'ye beni doğru yola yoneltmesi için dua ediyorum. Yoksa siz hala anlamını bilmeden her gün defalarca Allah'a Fatiha mı okuyorsunuz?

    Ukalalık ettiysek affola.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eyvallah hocam. Benzer ve farklı düşündüğümüz yerler var. Fatiha'nın anlamını biliyorum elbet :) Ben Kuran mealini okuduğumda sorgulayarak okudum ve çok pozitif etkilenmedim hocam. Kafamda daha fazla soru oluştu. Bu sorulara Kuran okuyarak değil de bir sürü başka kaynağa başvurarak (bilim, felsefe, açık düşünen ve zeki insanlar) cevap bulmaya çalışıyorum. Yavaş yavaş pişiyorum, acelem yok :)

      Sil
  5. Cemaat'in içerisinde bulundum. Çocukluğum cemaatle ilişkili geçti. Ne tür bir inanç aşıladıklarını biliyorum.

    Cemaatte yetişen, 20-30 yıl boyunca cemaat içerisinde olan yakın tanıdıklarım oldu. Bu insanlar kendilerine ve yakınlarına hayatı nasıl zehir ettiklerine şahit oldum.

    Çocuklarını, karısını, kocasını "yetersiz" bulmalarını gözlemlemledim. "Hizmet"'e layık olamadıklarını sürekli "bir hedefe" yetişmeye çalıştıklarını, hizmet dışında herşeyin anlamsız olduğunu dünyaya dair yapılan herşeyin, bir piknik, dışarıda bir yemek gibi basit şeylerin bile hizmet'ten kalan arada yapılan birşey gibi "düzenli , planlı" davranmaları ilgimi hep çekti.

    Hizmetten bir abisi veya fetullah'ın kendisi "hanımlar gezmeyi sever, onları azıcık gezdirin, peygamberimiz hazreti aişeyi düğüne götürmüş" diye duymuş ve o mantıkla yapıyor yaptığı şeyi. Eşiyle ve çocuğuyla geçirdiği o zamanı yaşayamıyor bile. Görev gibi yapıyor.

    CBT diye birşey var. cognitive behavioral therapy türkçesiyle bilişsel davranışçı terapi, anksiyete, kaygı bozukluğu ve ağır zihin ve ruhsal sorunların çözümünde geliştirilmiş ve amerika birleşik devletletlerinde sigorta şirketlerinin ücretini ödediği sanırım tek psikoterapi yöntemi. Bu terapi aslında birazda "bilimdışı" bir yönüde olan ama işe yaradığı görülen bir terapi, Immanuel Kant'ın felsefesi üzerine kurulu olduğunu duymuştum.

    Bu terapi'yi inceleyin ve nasıl işe yaradığını görün. İşte fetullah örgütü bu kendi çocuklarına bu terapiyi uygulamıştır. Ama tam tersi yönden. Yani hipnoz etmiştir. Düşünceleirni ele geçirmiştir.

    ekşisözlükten alıntı

    "ingilizcesi cognitive-behaviorism olan insan davranışı teorisi ve terapi yaklaşımı. temel sayıltısı insan duygu ve davranışlarının düşüncelerden kaynaklandığıdır."

    Şimdi eğer insanların hayatı, duygu ve davranışları hayatı geleceği bir insanın düşüncelerine göre oluşuyorsa bir fetullahçı ne düşünüyor? Nasıl düşünüyor? "şefkat tokadı" düşüncesi gerçekten şefkat tokadı yemesine sebep olabilir mi?

    Hizmet dairesinden çıktığında cehenneme gideceği düşüncesi gerçekten ona cehennemi yaşatıyor olabilir mi? Sürekli kendisini yetersiz hissetmesine sebep olabilir mi? Ne kadar cemaatçi tanıdıysam bana söyledikleri "hizmet örnek insan yetiştiriyor" vs. Cevap olarak diyorum ki "Sen örnek insan mısın? Senin neyini örnek alayım ? Aile ilişkinimi yaptığın işi mi yüce gönüllülüğünü mü ?" O da bana cevap veriyor "Hayır ben değilim ben yeteri kadar hizmet eri olamadım ama çok iyi abiler var. En kötüsü bendim"

    Hepsi aynı şeyi söylüyor. Circular bir durum oluşuyor. O iyi dedikleri abilerin yakını olsam onlara sorsam, onlarda aynı şeyi söyleyecek ben iyi değilim ama çok iyi, Allah'a yakın abiler var.

    Diğer cemaatlerde bulunmadım eminim onlarda öyledir ama bu cemaat şeytani bir oluşum. Fetullah rezil bir adam. Yardımcıları rezil insanlar. Siz sanıyor musunuz ki bu cemaati yöneten "üst akıl" insanların bu cemaatte acı çekeceğini, yetersizlik hissiyle yaşayacağını bilmiyorlar. CIA, FBI incelemiyor mu Fetullah'ın vaazlarını sanıyorsunuz? CIA hipnoz ettiğini fetullah'ın bilmiyor mu sanıyorsunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dışardan bakınca cemaatten bir insan namaz kılan, ahlaklı, deli dolu olmayan, küfür etmeyen vb. gözükür. Muhafazakar camia olan %50 akpye oy verenler için bunlar güzel değerlerdir o yüzden onlar bile 2013 öncesi cemaat güzel insan yetiştiriyor derdi. Çünkü namaz kılmak, flört etmemek, küfür etmemek bir erkek için yeterli güzel olmaya. Tabi bunların hepsi cahil bakış açısı. İslamcılığın duvara toslaması gibi bu da tosladı görüldükü dıştan böyle gözükseler de içten böyle değiller. Yani iki yüzlü durumu var tabi bu iki yüzlülüğü akpliler yaptı daha çok cemaat içinde tepedekilerin yolsuzluğu pislikleri falan gene iki yüzlülük kapsamında ama taban hala güzel gözüküyor. Gözüküyor diyorum çünkü onlar gene kendilerini öyle görüyor ama özeleştiri yapıyorlar biz iyi insan değilmişiz hiç zulüm gören kişilere destek olmamışız bu ülkede devletçi olmuşuz namaz kılsakta insanları anlayamamışız vs. vs. Bu adamlar soru da çaldı diyebilirsin o tamamen hipnoz etkisiyle oluyor. Neyse işte dışardan bakınca bu insanlar 2013'e kadar güzeldi, kendilerine sorsan tabi güzelim demez. Çünkü kendi iç sorunları biliyor sadece namaz kılmak ve gülen ve risale okumanın onu ahlaklı yapmadığını biliyor, o yüzden ben değil diğer abiler diyor. Üzerine daha çok yazılır çizilir. Dava adamları için aile önemli değildir dolu vaazı var Gülen'in bu konuda, yani onlar için güzel olan aileyi kenara bırakmaktır. DHKPc pkk da da bu böyledir. Bu durum büyük bir çoğunluk için güzel bir durum değil tam tersi mankurtluk.

      Cıa gelince cıa cemaatin paralel devlet, soru çalma, darbe vb. şeylerini bilir. Çünkü türkiye'de mahkemelere yansıdı bunlar salak değiller okurlar en kötü ordan öncesinde de biliyordu bunları Taraf gazetesinin eski gyy ile abd büyükelçisinin konuşamları wikileaks belgelerinde sızmıştı. Ama gülen vaazlarını ingilizce çeviriyor mudur yada türkçe bilen elemanları inceliyor mudur bilemicem. Gülen çok esrarengiz bir iş yapmıyor. Işid'dan tut tüm islamcılar tarikatlar cemaatlar az çok bu yöntemle tutunuyor zaten. Diğer taraftan tüm silahlı örgütler ve devletler de bu yöntemleri kullanır yani onlarda farkındadır eğer vaazlarına bakıyorlarsa Gülen'in kim olduğunun. Ama adamlar en başından Gülen'e ılımlı diyor. Said Nursi'nin neresi ılımlıydı, Atatürk'ü deccal ilan edip rejimini değiştirmek istiyordu. Şeriat gelecek diye vaatleri var, gülenciler zaten bu dönüşümü okullar ile yapmak hedefleri olduğunu söylüyorlar fln ama ilginç buna ılımlı diyorlar. İslam'a bu kadar takık olan, her şeyi islamı referanslarla analiz eden bir yapının şeriat istememesi gibi bir durum olabilir mi, olmaz.

      Sil
    2. CIA soru çalma veya askeri personel yetiştirme konularını elbet biliyordur. Onu biz bile biliyoruz haberlerden. FETÖ bir NATO terör örgütü zaten.

      Konuyu felsefi, dini konuya çekersek, CIA bu cemaatin insan öğüttüğünü ve bir şizofrenin etrafında şekillenmiş kült bir örgüt olup, insanoğluna zararlı olduğunuda çok iyi biliyor. CIA, bir zihin kontrolü olduğunu biliyor. Ilımlı olması konusu CIA'yi ilgilendirdiğini düşünmüyorum. CIA tarzı kurumlar kullanılabiliyor mu kullanılamıyor mu ona bakar. Aynı zamanda iyi bir potansiyeli var mı? Eğer gerçekten iyi bir potansiyeli olsa Türkiye'ye faydalı onu yok etmek için herşeyi yapar. Ama bakıyor ki yaptığı şey zeki çocukları alıp android'e çevirmek, destekliyor. Bu cemaat'e gönül vermiş, görece zeki, sonrasında anti depresansız yaşayan var mı çok merak ediyorum.

      Ben cemaatçileri izlediğimde şizofreni pozitif semptomları göstermeye başladıklarını görüyorum. "Büyü" muhabbeti dönüyor duruyor. Tanıdıklarımdan çoğunun çocukları "sorunlu" oluyor ergenlikleri çok ağır geçiyor çünkü geçerli bir anne-baba figürü yok. Fetullah ve örgütü tarafından kişiliği yok edilmiş insanlar.

      CIA konusuna dönersek. CIA'nın Fetullah'ın vaazlarını inceleyip incelemedigini bilmiyorum. Çok önemsediklerini düşünmüyorum. Kitleleri kontrol ediyor mu ediyor. Tek baktıkları şey bu. Nörobilim hakkında çok derin çalışmalar var hatta bazı bulguların "public" yani kamuya açık hale getirilemeyecek derecede önemli olduğu söyleniyor.

      Bu belki iddia olacak ama ben FETÖ'nün çocuklar üzerinde ilaç kullanmışta olabileceğini düşünüyorum. Örneğin kamplara alınan çocuklara 2-3 aylık kamp sırasında düşük dozda lsd verilerek zihni şekillendirilebilmiş olabilir. Bunu uygulayan kişilerde bilmiyor olabilir. Burada okuyan insanlar varsa böyle "okunmuş suyu" çocuklara ver diye kendilerine su, gıda verilen insanlar olduysa bu mesajı cevaplayabilirler.

      Fetullah yanlış bir ticari karar vermiş bir insan değil, bir matematik sorusunu yanlış çözmüş bir insan değil, karısını veya kocasını aldatmış biri değil. Yüzlerce, binlerce hatta yüzbinlerce dolaylı olarakta milyonlarca insanın yaşamı üzerinde tasarruf hakkı olduğunu düşünen bir insan bunu herkes anlamalı ve bunu kafasına yazmalı. Bu yeryüzünde yapılabilecek en büyük şeylerden biri. İlaç kullanılması ona faydalı olursa onu yapmaktan çekinebilecekleri bir durum yok. Yaptıkları şeyi daha kötü yapmaz lsd veya başka kimyasallar kullanılması.

      Bu kimyasallar mikrodoz halinde kullanıldığında farkına varılmıyor. Ama uhuvvet dolu çay sohbetlerinin içinde biraz lsd olabilir diye düşünüyorum.







      Sil
    3. Birgun bir yakinimla atesli feto tartismasinda kalbini kirmistim epey, sonra benim tarafimda olan fakat kalp kirmamakta hassas olan baska bir yakinim dedi ki "farzet ki deli,insanlar deliriyorda, olumcul hastaliklara sahipte olabiliyor yine boyle yapar misin" dedi. Sustum.

      Fetullahcilar siz Fetullah ve orgutu tarafindan devlet destekli saldiriya ugradiniz. Bunu birgun herkes ama herkes anlayacak.

      Sil
    4. Sen de kendini böyle kandırıyorsun anlaşılan. Ben de zamanında fethullahçıların çok kalbini kırdım. 15 Temmuz'da da sokaktayım ama çoluk çocuk aç bırakıldım darbeden sonra. Gelinen noktada onlar kadar senin gibilerden de nefret ediyorum. Hiç bir sorumluluk almadan, dün 28 Şubat'ta küfrettiği devlete en ufak toz kondurmadan, hiç bir bilgin delilin olmayan ve tanımadığın insanların fethullahçı olduğundan en ufak şüphe duymadan tüm suçu fethullahçılara yık sıyrıl işin içinden. Ama o kadar kolay değil. Sadece %50 oy almakla da kurtulamayacaksınız. Entelektüel olarak iflas ettiniz ve bu yaptıklarınızla elbet bu iflası iyice görünür kıldınız. Belki hala bir miktar sayınız var ve belki hep de olacak. Ama seviyeniz bundan sonra Fatih Nurullah seviyesidir. Bir yanda fehullahçılar diğer yanda Fatih Nurullahçılar belki bir de Işıdçımsılar çıkar. Türkiye'de İslam bundan sonra budur. Belki kenar mahallelerde hala kendinize taraftar bulursunuz Trump çılar gibi ama artık entelektüel çevrelerde lafı ağzınıza tıkayacağız. Hele bir de iktidar gücünü kaybedin daha iyi anlarsınız ne dediğimi. Ne dünyaya ne Türkiye'ye söyleyecek bir şeyiniz kalmadı. Hamaset le gazla da ancak Yozgatın köyünde İstanbul'un kenar mahallesinde taraftar bulursunuz ancak. O da giderek küçülen bir demografi, kendi çocuklarınıza bile söyleyecek lafınız yok bundan böyle. Bunu da çok hayırlı görüyorum bir dindar olarak. Ha artık camiye gidince yanında namaz kılanın senden nefret eden benim gibi bir adam olmadığından da emin olamayacaksın. Eskisi gibi Müslüman kardeşim vs de bitmiştir. Bu da senin şahsi tercihindir.

      Sil
    5. Yine gelmiş, ben en iyi eğitimi aldım, allah belanızı versin, fetullaha laf soylemeyin diye yazıların altında gezen fetöcü. 15 temmuzda sokagada cikmissin kendini kurtarmak icin ama yememis. Sizin camilerinize gitmeyeli 20 sene oldu. 28 subattada sizin hocanizin dahil oldugu bir tertip oldugu cok belli yoksa ne siz ne tayyip kalirdi ortada.

      Sil
    6. Senin gibi sekülerlere gelirsek, sizin Kemalizminiz iflas ettiği için meydan bunlara kaldı. Hak hukuk olmayan yolsuz bir baskı rejimi kurdunuz. Türkiye insanını hayal kırıklığına uğrattınız ancak kendi ceplerini doldurdu birileri. Eğer fetöcülerin ve AKP nin iflasının size yarayacağı hayalleri kuruyorsan boşuna beklersin. Bir gün ateistin önde gideni olsam yine sizinle kan davamız bitmez. Ak Parti beni yüz kere aç bıraksa sizinle mücadele için yine gider oyumu veririm. Yeter ki sizi de aç bıraksın. Ben yok olup gitmedim. Ak Parti tabanı yok olup gitmeyecek. Bu kan davası da bitmeyecek.

      Sil
    7. https://www.youtube.com/watch?v=3_5w0z8t9qY

      Sil