Header Ads Widget

test banner

İslam, Otoriterlik, ve Geri Kalmışlık Kitabı Özet ve Yorumu


Bu benim ilk kitap özeti ve incelemesi yazım. Bu yazımda Ahmet Kuru’nun “Islam, Authoritarianism, and Underdevelopment: A Global and Historical Comparison” kitabını (link) özetleyip genel olarak aklımda neler kaldığını yazacağım, sonrasında birkaç yorumumu paylaşarak bitireceğim. 

Öncelikle bu kitap bir siyaset bilimi profesörü tarafından, “bütünsel ve tarihsel karşılaştırılma”ların yapıldığı bir kitap. Kitabın büyük kısmını analitik bir zekanın bir tarih okuyuşu olarak görebiliriz; ama kitabın odaklandığı asıl nokta genel, güncel ve önemli bir soru: İslam ülkeleri neden geri kaldı? 

Ben Ahmet hocanının kitabını zevkle ve çok şey öğrenerek okudum. Umarım İngilizce bilenleriniz bu yazımdan motive olarak bu güzel kitabı alır ve okur (Ahmet hocanın Twitter paylaşımından anladığım kadarıyla Türkçe çevirisi için ne yazık ki henüz bir gelişme yok.) Bu yazıda yaptığım çevirileri motomot yapmadım. Manayı muhafaza edecek şekilde çevirmeye çalıştım (umarım Ahmet hocam kızmaz :) ) 

Kitabın ana mesajı “ulema-devlet ittifakı”nın Müslüman coğrafyadaki geri kalmışlığın başlıca sebebi olduğu. Bu geri kalmışlığa dair literatürdeki iki ana alternatif teoriden birincisi bir Oryantalist veya “özcü” bakışı olan “İslam, Müslüman coğrafyasının geri kalma sebebidir” tezi. Ahmet Kuru bu tezin problemli olduğunu; çünkü özellikle 7. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar müslüman coğrafyanın politik ve askeri gücünün haricinde, zamanındaki komşuları ile kıyas bile edilemeyecek bir entelektüel-bilimsel başarıya ulaştığını söylüyor. Diğer bir teori de “batı sömürgeciliğinin müslüman coğrafyanın geri kalma sebebi olması” tezi. Kuru bu tezin de problemli olduğunu, çünkü Müslüman coğrafyadaki problemlerin batı sömürgeciliğinden çok daha önce başladığını söylüyor. Bence kitap ana tezini çok iyi savunurken aynı zamanda bu zor sorunun tek cümleyle özetlenecek bir cevabı olamayacağını, değişik bir sürü etkenin (mesela Moğol istilası, Haçlı seferleri, çok doğru ve önemli tespitler yaptıkları halde toplumda makes bulamayan alimler vs) göz önüne alınması gerektiğini de açıklıyor. 

Şimdi biraz daha detaylara geçelim. Kitap giriş kısmında Müslüman coğrafyanın şiddet, otoriterlik ve geri kalmışlılık sorununu kümeleştirilmiş bir data ile gösterip kitabın ana argümanını güzelce özetliyor. Kitap iki ana bölümden oluşmuş, ilk kısmı “Günümüz,” ikinci kısmı “Tarih” başlığı altında sunulmuş. Kitap “bundan sonra ne yapılmalı” sorusuna da cevap verildiği bir sonuç bölümü ile bitiyor. 

Kitabın ilk kısmının ilk bölümü “Şiddet ve Barış.” Bu bölüm Müslüman coğrafyadaki savaşların ve çatışmaların dünya ortalamasının çok üstünde olduğu istatistiki verisi ile başlıyor. Batı sömürgeciliğin ve etkisinin Müslüman coğrafyanın şiddetle problemindeki ana bir aktör olmasını kabul etmesine rağmen, Batı etkisinin Müslüman coğrafyada görülen şiddet için “ne yeter, ne gerek şart” olduğunu iddia ediyor. Cihatçı-Selefi grubun teorisinde İbni Teymiyye’nin, Cevziyye’nin ve Seyyid Kutub’un etkisinden bahsedip alternatif yorumlara da yer veriyor. Cihatçı-Selefilik bakış açısının ne yazık ki ana akım ulema tarafından yeterli şekilde çürütülemediğini, çünkü ulemanın “yeni bakış açılarını ortaya çıkarmaktan ziyade geleneği korumaya çalıştığını” söylüyor. Bence bu çok önemli bir tespit. Bunun ile alakalı bence diğer bir önemli tespit de şu: “Genç ulemanın içtihat yapabilmek için yıllarca Arapça gramerini ve hadisleri çalışmasının gerekmesi yeni anlayışlar getirmeleri açısından yaratıcılıklarını törpüledi; genç ulemadan değişik fikirler gelse bile kıdemli ulema tarafından kabul görmedi.” 

İkinci bölüm otoriter rejimler hakkında. Bu bölümde otoriter rejimlerin sebebi olarak sadece “İslam laikliği reddeder” iddiasını göremeyiz, çünkü Müslüman coğrafyadaki laik rejimlerde bile otoriterlik problemi var diyor. Hem seküler hem islami aktörler arasında yaygın bir “anti-entelektüel” bakış açısının olmasının ve “rentier” (genelde petrol gibi emek gerektirmeyen doğal kaynaklarla beslenen) devletlerin varlığının otoriter rejimlere sebep veren diğer unsurlar olduğunu söylüyor. Çok önemli değindiği bir diğer nokta da “Ortaçağ bakış açısının modern otoriterliği doğurduğu.” Mesela şunu diyor: “Maverdi’yi günümüze alırsak din-ahlak polislerine, Gazali’yi günümüze alırsak insanların birbirlerine dini zorunlu kıldığı bir anarşiye ulaşırız.” Dolayısıyla çözüm olarak yaratıcı fikirli entellektüellerin ortaya çıkmasını ve bunların seslerinin kısılmamasını öneriyor. 

Üçüncü bölüm sosyo-ekonomik gelişmişlik (gelişmemişlik) üzerine. Bu bölüm ana olarak ulemanın “ilerleme karşıtı ve politik-otoriter” fikirlerinin müslüman coğrafyanın geri kalmışlığına etkisini detaylandırıyor. Şu tespiti çok yerinde buldum: “Katılımcı kurumların eksikliği geri kalmışlığın ana sebeplerinden biri, ama bu kurumsal verimsizlikler ve yanlışlıklar da aslında otokratik liderlerden ve onların yaptıklarını meşrulaştıran ulemadan kaynaklanıyor.” Zaten ulemanın görüşüne göre “dini bilgi iyi olan her şeyi mükemmel ve kalıcı bir şekilde temsil ediyor, dolayısıyla değişiklik sadece sapma ve sapkınlık demek.” Keşke bu konuda Fazlur Rahman’ın fikirlerine kulak verebilsek! 

Bu üç bölümden sonra kitabın ikinci kısmı olan “Tarih” başlıyor. Kitabın 4. bölümü “İlerleme” üzerine ve 7. ila 11. yüzyıllar arasını inceliyor. Bu bölüm bu zaman diliminde Müslümanlar arasında ulema ve tüccarların yüksek statüleri olduğunu, Batılı Hristiyanların ise ruhban sınıfı ve askeri devletler hegemonyasında kaldığını, bu yüzden Müslümanların Hristiyanlara göre hem bilimsel hem ekonomik olarak üstünlükleri olduğunu iddia ediyor. Bu kısmın söylediği önemli noktalardan birisi de şu: “hem İslamcılar, hem de İslamofobikler İslam’ın devletten ayrı olamayacağını iddia etse de, bu iddia tarihin çizdiği karmaşık tablo ile uyuşmuyor.” 

Kitabın 4. bölümü 7. ve 11. yüzyıl arasındaki zaman dilimindeki Müslümanların başarısının ana sebebinin değişik kimliklere ve dini aidiyetlere sahip insanların beraber yaşayabilmesi ve bu zaman dilimindeki ulemanın çoğunun devletten maaş almayarak özgür şekilde davranabilmeleri olduğunu söylüyor. 11. yüzyılda başlayan “din ve devlet ittifakının” İslam dünyasının çöküşünün başlangıcı olarak nitelendiriyor. Tabii ki askeri ve ekonomik anlamda çöküş çok daha sonra olsa da burada bahsedilen “entelektüel” bir çöküş. Bence bu kitabın en önemli iddia ve tespitlerinden birisi. Bu bölümde 11. yüzyıl civarında Abbası halifeleri Kadir ve Kaim’in, Maverdi’nin, Nizamül Mülk’ün, Selahaddin Eyyubi’nin ve Gazali’nin çok ileride gelecek olan çöküşü nasıl hazırladıklarını anlıyoruz. 

Şii’lerin askeri gücü altında sembolik bir halife gücüne ancak sahip olabilen halife Kadir, tüm dünyadaki Sünnilerin tek doğru bakış altında birleşmeleri için çabalıyor. Selçuklular bu birleşmeye katkı sağlıyorlar, aslen bir İranlı olan Nizamül Mülk, Nizamiye medreseleri ile “tek tip” ulemanın yetiştirilmesini sağlıyor (bu ittifak sırasında Sasani etkisi de çok önemli) ve bu proje başarılı oluyor. Bu projenin en büyük ve güçlü meyvesi Gazali günümüze kadar ulaşan Sünni ortodoksisinin zaten atılmış olan temeli üzerine sarsılmaz bir bina dikiyor. Bunu yaparken bu Sünni görüşe göre heterodoks fikirleri olan rasyonalist felsefecileri, Şii’leri, ve Mütezi’leyi şeytanlaşıtırmaktan geri kalmıyor. 11. yüzyılda başlayan çöküşün önemli sebeplerinden birisi de bu dönemde başlayan “ikta” sistemi ile o zamanların burjuvazisi olarak nitelendirebileceğimiz tüccarların güçlerini kaybetmeye başlaması. 

Kitabın 5. bölümü “Kriz” başlığında ve 12. ila 15. yüzyıllar arasını inceliyor. Bu zaman diliminde “Haçlı seferleri, Moğollar ve sonrasında Timur” işgaller üzerinden o zamanın Sünni Müslüman coğrafyasını “hayatta kalma” moduna geçiriyor ve bu atmosfer içinde entellektüel yenilikler ve ilerlemenin olmamasında önemli bir rol oynuyor. Bu zaman diliminde “ulema ve devlet ittifakı” pekişiyor, ulemanın çoğu devletin maaşlı görevlileri haline geliyor. Ama kitabın iddiasına göre bu, “islamın temelinden kaynaklanmıyor, tarihi olayların sonucunda ortaya çıkıyor” Bu birliktelik felsefenin tamamen reddedilmesine, ortodoks Sünniliğin ve Sufiliğin toplumda tam manasıyla yerleşmesine sebep oluyor. Aslında bu zaman diliminde çok önemli ve orjinal sesler çıkaran İbni Rüşd ve İbni Haldun gibi alimler de çıkıyor. Ama ne yazık ki onların seslerine kulak verilmiyor. Yine bu zaman diliminde Müslüman coğrafyada tüccarların “ötekileştirilip güçsüzleştirilmesi” devam ediyor. Diğer taraftan Latince’ye çevirilerin yapılması ve üniversitelerin açılması ile Batı Avrupa yükselişe geçmeye başlıyor. Batı Avrupa Müslüman coğrafyada marjinaleştirilmiş İbni Rüşd’den çok istifade ediyor! 

Kitabın 6. bölümü “Güç” başlığında ve 15. ila 17. Yüzyıllar arasını inceliyor. Bu zaman diliminde politik ve askeri olarak güçlü üç Müslüman yönetiminde imparatorluk olan Osmanlılar, Safeviler ve Babürlülerin aslında “entelektüel ve ekonomik tutumlar”ının “hiç de etkileyici” olmadığı iddia ediyor. Bu zaman dilimindeki ulema-devlet ittifakının bağımsız ve özgür fikirli alimler çıkmasına engel olduğu ve tüccarları (burjuvazi) daha da güçsüzleştirdiğini söylüyor. Müslümanların yaratıcılıktan yoksun olduklarını ve Batı’da görülen “matba yeniliğine ve bilimsel devrime” karşı kayıtsız kaldıklarını not ediyor. Batı kurumsal dinamizm ve verimlilik ile ilerlerken, Müslüman coğrafya dini kuralların sıkıştırdığı hayat ile geride kalıyor (mesela Batı’da kredi ve bankacılık gelişirken, Müslümanlar vakıf sistemi içinde devam ediyorlar). Bir diğer problem de, Batı’da ilerlemeci ekonomik burjuvazi yönetimde söz sahibi olurken Müslüman coğrafyada (ilerlemeye çok önem vermeyen) yönetici bürokrasi ve dini alimler söz sahibi oluyor. 

Kitabın 7. bölümü “Çöküş” başlığında ve 18. ve 19. yüzyılları inceliyor. 7. Bölüm, Batı’nın mutlak üstlünlüğe ulaştığı bu zaman diliminin aslında Müslüman coğrafyanın önceki yüzyıllardan kaynaklanan büyük entelektüel, sosyoekonomik ve politik problemlerinin bir sonucu olduğu iddiasında. Aslında bu zaman diliminde problemleri çözmeye çalışan reformcu liderler ve entelektüeller çıkmıyor değil, ama “Batı’ya yetişmeleri” mümkün olmuyor. Bu zaman diliminde ulema-devlet ittifakı zayıflamıştır da diyebiliriz diyor. Ama yine de “mantalite”de çok büyük değişiklik olmuyor. Mesela Şerif Mardin’e göre halka göre çok daha Batılılaşmış diyebileceğimiz “Genç Osmanlılar”da bile “din ve devlete” bakış çok farklı değil ve şu söz ile özetleniyor: “Allah din-ü devlete zeval vermesin.” 

Kitap “Sonuç” bölümü ile bitiyor. Müslüman coğrafyanın bilimsel, entelektüel, ekonomik, askeri bakımdan Batı Avrupa ile karşılaştırılmasını tekrar özetliyor ve (yaklaşık olarak) 11. Yüzyıla kadar yükselme, 12-17. yüzyıllar arası duraklama, sonrasını ise çöküş dönemini olarak tanımlıyor. Bağımsız ve güçlü entelektüeller ve burjuvazi sınıfı olmadan gelişimin mümkün olmadığını, geride kalmışlığa “İslam”ın değil, bazı “yarı-İslami teori”lerin (“quasi-islamic theories”) sebep olduğunu, islam coğrafyasının sorunlarını çözebilmesi için Müslümanların “rekabetçi ve meritokratik” sistemler ortaya koyabilecek yaratıcı ve özgür entelektüellere ve burjuvaziye ihtiyaç duyduğunu söylüyor. 

Kitap özeti ve incelemem burada bitti. Değerlendirmem şu: bu harika bir kitap. Ben kitaptan çok istifade ettim; eminim okuyunca siz de edeceksiniz. Kitap gayet akıcı, sadece Batı Avrupa’nın ilerlemesinin detaylarını anlattığı kısımda (çok ilgi duymadığımdan muhtemelen) biraz heyecanımı kaybettim, diğer kısımları çok büyük bir ilgiyle okudum. Çok tarih okuyan ve bilen birisi olmadığımdan kitaptaki detaylı tarih anlatıları ve üzerine yapılan sosyal bilimci değerlendirmeleri bana çok şey kazandırdı. 

Kitap konusundaki ana eleştirime geçeyim. Ben bu konuda böyle bir kitap yazabilsem (ki, elbette ki yazamam) biraz daha eleştirel yaklaşırdım “İslam”a. Öncelikle “İslam” ne onu tanımlamak lazım. Bence Ahmet hocanın suçlu gördüğü “yarı-İslami teoriler”in birleşiminden oluşuyor İslam. Bu teorilerin her birisi, o veya bu şekilde, “islam’ın özünden” kendilerini gerekçelendiriyorlar. İslam’ın özü derken de Kuran’a, ve Kuran’ı (Kuran’ın ilk muhatabı olan) sahabelerin nasıl anladığına bakıyorlar. Ama belki de gözden kaçan şu: sahabeler de insan. Onlar da çağlarına göre bir anlayışa sahipler, onlar da kusurlular. Dolayısıyla genel anlaşılan şekliyle “İslam’ın öz”üne daha eleştirel bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Ben şahsen “İslamın özünün veya İslam mesajının” İslam’ın “getirdikleri” değil, “işaret ettikleri” şekilde anlamazsak modern dünya ile İslam’ı buluşturmamız mümkün olmayacaktır diye düşünüyorum. 

Bu konu ile alakalı olarak, bu kitabı okuyan birisi 12. yüzyıla kadar müslüman coğrafyanın güzelliklerini daha fazla görüp, sorunları üzerinde daha az düşünebilir. Tamam, güzellikler çok; özellikle çağdaşları diğer toplumlar ile karşılaştırılmalı olarak. Ama “İslam,” Hz. Peygamber’in vefatı ile başlayan büyük ve biteviye kavgaların, çekişmelerin, savaşların sonucu olarak ortaya çıkmış. Bence bunun anlaşılması çok önemli, diğer türlü eski içtihatları kutsallaştırmayıp üzerine yeni şeyler söyleyebilecek olan entellektüel sınıfın çıkması ve toplumda makes bulması mümkün olmayabilir. 

Her çağ yeni sorular getirmiş ve o zamanın insanları “İslam o sorulara dair ne diyor” diyerek yeni içtihatlar yapmışlar. Bunu yaparken kitapta da anlatıldığı gibi İmam Şafi’nin sunduğu “Kitap, Sünnet, Kıyas, İcma-i Ümmet” metodolojisini kullanmışlar ve bir bakıma “aklı, naklin gerisine atmışlar.” Bununla beraber benim anladığım kadarıyla aslında eski içtihatlar da “mutlak gerçek” olarak dinin içine girmiş ve din yüzyıllar geçtikçe gereksiz şişmanlamış. Çok radikal bir şekilde fazla kilolardan kurtulmak gerektiğini, İslam’ın “bilinçli suskunlukları”nı dolduran “insan eseri” argümanların “Sünni ve Şii ortodoksi”yi yanlış bir şekilde çok katı, çok tektipçi yaptığını, ve İslam kaynaklarına “literal” değil de “maksat eksenli” bakışın gerekliliğini düşünüyorum. 

Bu yorumlarım bence “Müslümanlar neden geri kaldı ve nasıl ileri gidebilir” sorusuyla alakalı, ama Ahmet hocanın bu güzel kitabında çok açıktan bahsedilmemiş. Ahmet hoca belki bir sonraki kitabında bu meselelere daha fazla değinir :) 

-İsa Hafalır
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Yazar aslında geri kalmanın sebebinin din olduğunu açık şekilde anlatmış. (Öyle değilmiş gibi yapmış ama sonuç oraya varıyor.)
    Dinin teorisi herşeyi kuşatıp her konuda kesin sınırlar koyuyor. Din hakim olduğu ve devlet-toplum alanında söz söylemeye başladığı anda duraklama ve gerileme kaçınılmaz oluyor. 11.yy sonrası durum buna açık örnek.

    Sorun şu ki islam dini serbest yoruma izin vermeyecek kadar açık ve katı kurallara sahip. Fazlurrahman gibi alimler dinin temeli olan kuran ve vahyin mahiyetiyle oynayarak, kitabın otoritesini sarsarak ancak yorum yapabiliyor. Haklı olarak sapıklıkla suçlanıyor ve pek de kabul görmüyor.

    Fazlurrahmanın yorumuna şans verince bir süre sonra dinle pek bağınız kalamıyor, çünkü düşünen insan kendini uzun süre kandıramaz.

    Yazar çok net söylemese de, hatta aksini iddia ediyor gibi yazsa da, üstü kapalı olarak anlattığı kadarıyla gerilemenin sebebi dindir. 7. ve 11.yy lar arası gelişme din sayesinde değil, dine rağmen, zenginlik ve etkin iran birikiminin sonucudur.
    Bu dönemlerde alimler bağımsız olduğu, farklı din yorumları bulunduğu ve bir din yorumu ötekilere tam hakim olamadığı için özgürlük ortamında gelilmeler olmuştur. Fakat belli bir yorum hakim olduğu zaman ötekilere dünyayı zindan etmiştir.(detaylar farklı olsa da hepsinde ilamın baskıcı gücü etkindir).

    Nihayet 11. yydan sonra dinin devletle birlikte hakimiyetiyle getileme sistemleşmiştir.

    Dinin teorisi maalesef devletten ayrılamaz, laikliği kabul etmez. Laikliği kabul edebilecek bir yorum ancak Fazlurrahman gibi vahyin mahiyetini ve otoritesini sarsınca ortaya çıkabilir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 11.yüzyıldan sonra gerileme mi olmuş, güldürmeyin Allah aşkına, Osmanlı 17.yüzyıla kadar hala dünyanın en büyük devleti idi. Nasıl olmuş da 11.yüzyıldan itibaren gerilemiş, 17. yüzyıla kadar hala bir islam devleti dünyanın en büyük devleti oluyor? İslam dünyasının geri kalmasının 1. nedeni, avrupanın coğrafi keşifler nedeniyle gittikleri yerlere vahşet ve gözyaşı bırakmak suretiyle oranın zenginliklerini avrupaya taşımalarıdır. 2. nedeni ise islam dünyasının geriye düşmeye başladığının teşhisini yanlış koyarak devleti islami prensiplerden uzaklaştırmasıdır.

      Sil
  2. Ilgilisine:
    https://www.hup.harvard.edu/catalog.php?isbn=9780674047426
    https://press.princeton.edu/books/hardcover/9780691164182/what-is-islam

    YanıtlaSil
  3. yorumları silme tuşu konmuş ama ''düzeltme'' seçeneği bulamadım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer, yorumlarınızı yönetebilmek istiyorsanız Google hesabınızı kullanarak yorum yapın. Anonim olarak yorum yaparsanız yorumunuzu düzenlemeniz veya silmeniz mümkün olmaz.

      Sil