Header Ads Widget

test banner

Son Karakoldan Kaçan Komutan: Muhterem M.F.G Hocaefendi

Çok uzun süredir yazmayı istediğim fakat çeşitli sebeplerden dolayı bir türlü yazamadığım “şeyi” bugün yazmaya karar verdim. Yazının konusu ise şöyle belirdi, twitterda gezinirken aklımda şu soru dolanıyordu; “Muhterem HE” artık benim için neydi? Çok zeki birisi mi, çok aptal birisi mi, “muhterem” miydi yoksa modern bir Bel'âm b. Bâurâ (1) mıydı? Sonrasında merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir videosuna denk geldim, video bittikten sonra ise artık tam kararımı vermiştim. Videoda şöyle diyordu : “Üç günlük dünya için fırıldak olmaya gerek yok”. İşte “muhterem HE,” bu ifade ne ifade ne anlama geliyorsa tam tamına onun karşısında hareket eden ve kişiliği ve yaşam felsefesi o ifadenin tam tersine şekillenmiş birisiydi.

 

Peki ama bu iddiaya temel dayanığım nedir, neden böyle bir yargıya vardım? Öyleyse herşeyi unutun, sadece 15 Temmuz gecesine, Akıncı Üssü’ne “tarla bakmaya” gidelim. Bu tarlada ilk karşılaştığımız kişi, FETÖ davası kapsamında kapatılan Yeni Akademi Yayınları’nda, Ceza hükümleri açısından Tevrat ve Kur’an isimli kitabın yazarı Adil Öksüz olacaktır. Buradan sonra okuyucular 2 gruba ayrılacak, ben 1. gruba hitap etmek istiyorum. 

1. grup Adil Öksüz’ün MİT personeli olduğunu iddia eden grup. Bu gruba hiçbir diğer iddianın detayına girmeden (Prof. Suat Yıldırım referansı ile Sakarya Üniversitesi’ne alındığını, eşinin darbeden önce ABD’ye gitmesini, Kemal Batmaz ile havalimanı videosunu, “cemaatin” kendi yayınevinde kitap yazacak kadar olan yakınlığını, Gülen ile yan yana fotoğrafını) yalnızca İsmail Sezgin’in, “Gülen Adil öksüz’ü tanıyor mu?” şu videoyu (link) izlemelerini isteyeceğim. Çok uzun zaman önce dinlemiştim ama kısaca bizleri ilgilendiren kısmı şudur: İ. Sezgin diyordu ki; eğer Gülen, Öksüz’ü tanıyorsa, “onu tanımıyorum” ifadesi “maslahat” kaidesi gereğince masum insanların daha fazla zarar görmemesi içinmiş. Yoksa zalimler daha da çok tasallut olurmuş bu gerekçeden dolayı. Allah aşkına siz kimi kandırıyorsunuz? Ekrana çıktıklarında yapabilecekleri en iyi tevil, kıvırma bu. Bu iddia da ilkokul 2. sınıf seviyesinde bir açıklama. Buna inanmayanlar ve bunun doğru olmadığını bilenler ise bu açıklamadan sonra, bu yapılanmaya mensup olanlara karşı yüz kat daha nefret, bin kat daha güvensizlik duyuyorlar. 

Kendinizi bir an karşı tarafın yerine koyun: kabak gibi tarlada yakalanmışsınız. O da yetmemiş şaka gibi ifade vermişsiniz. Dahası net delillerle ortaya konmuş ilişkinizi alenen yalan söyleyerek kıvırmaya çalışıyorsunuz. Tüm bunlar olurken iyilik yaptığınızı zannedip, Türk Milletini kendinizden daha da çok tiksindiriyorsunuz. 

Evet tarlada gezmeye devam edelim zira ilk izlenimlerimiz yalan, dolan, tevil, kıvırma ile dolu. Gelelim tarlanın diğer kısmına : Akıncılar Üssünde’ki sivillere. Bu konuyla ilgili Kamil Maman’ın, “sanıkların mahkeme tutanakları” ile olayları değerlendirdiği çok güzel bir seri var. Şu video (link) ile başlayabilirsiniz. 

Seriyi bitirdiğiniz zaman göreceksiniz “cemaat” ile bağlantıları net şekilde ortaya konmuş sivillerin, (bir tanesi hayvan belgeseli çekmeye gelmiş ama bilirkişinin bu konudaki sorularına hiçbir teknik bilgi veremiyor, bir diğeri darbeden çok önce TİB’de çalışırken Cumhurbaşkanı’nın kriptolu telefonunu dinleme davasında sanık olmuş ve kurumdan atılmış vs) ki bizatihi sanıkların kendilerinin verdiği ifadeleri (dikkat edin x haber bülteni akşam programı yorumcularının yorumları ya da gizli tanık ifadeleri değil) ile değerlendirmeye aldığınızda elinizde koskoca bir saçmalamaca, göz göre göre yalanlar kalıyor. 

Tüm bunlardan sonra, zihnimde bir şeyleri anlamlandırmaya çalışırken, sebepsizce aklıma o meşhur video geliyor. Hani “muhterem HE”nin: “Hizmet benim sevgilim oldu, onun bir ferdine zarar gelirse hiç düşünmeden canıma kıyarım” mealindeki ifadeleri. 

Oysa realite, “Son Karakol”un “Komutanı”nın, gayet rahat, vicdanını katarsislerle (3) rahatlatmanın dışında (kendini rahatlamak için olayın etkisiyle anlık ağlama) dışında, limonlu çayını içerken yaşanan olaylar karşısında pek de canına kıyacakmış gibi düşündüğü gözükmüyor. Meşhur gözükara, merdane ifadesinin aksine canının çok tatlı olduğu izlenimini göz önüne alarak, sürekli çok hasta olduğundan, Türkiye’ye gelirse işkence edileceğinden hatta ilaçlarının dahi verilmeyeceğinden bahsediyor. Bir değil, milyon kişinin etkilendiği olaydan (farzedelim her iddia yalan, her müdahale zulum) sonra, geçmişteki o heyecanlı, epik temalı hitabetlerini kendimize rehber yaparak, bu büyük “komutan”ın “iki eli kanda olsa dahi geliyorum, haklılığı da haksızlığı da geçtim, bırakın limonlu çay içmeyi su içmeye dahi utanırım, yaşım olmuş 80 küsür bu vakte kadar birşey anlatamadıysam bu saatten sonra anlatacak pek birşeyim yok” demesi daha uygun olmaz mı? Evet bunlar çocuk cesareti ve aklıyla öne sürdüğüm fikirler değil. Bizatihi “muhterem HE’nin” kendi kurduğu ütopyasının, kendi kahramanlarını meydana çağırıyorum. Fakat görüyoruz ki hiçbir açıklamada samimiyet, doğruluk, fayda göremiyorum ve geçmişe yönelik “Bamteli” okumaları yaptığımda, neyi inkar ettiyse aslında o iddiayı sahiplenmiş bir “komutan” karşımıza çıkıyor. 

Bunu biraz örneklendirelim. 14/11/2005 tarihli, “Bu Hareket Devlete Alternatif mi?” isimli bamtelinin cevabı; evet kesinlikle “muhterem efendimiz,” 15 yıldan beri inkar etmişsiniz ama devlete alternatif/paralel bir yapılanma kurmuşsunuz. 13/03/2006 tarihli “Müceddid Olma İddiasından Allah’a Sığınırım!..” isimli bamtelinde sıradan bir insan olma iddiasından bahsediyorsunuz; ama diğer yandan ısmarlama makaleler, kitaplar, konferanslarla sizi asrın hatibi, zamanın yorumcusu gören çalışmalarla “istemem ama yan cebime koyun” tavrından da vazgeçmediniz. 30/01/2006 tarihli “Ne Kalvinistim Ne De Reformist!..” isimli bamtelinde yine sıradan bir islam “hadimi” olduğunuzdan bahsederken, “…bu uğurda belki bin defa aldanacak, bin defa ateş böceklerine koşmalar dizecek, yüz bin defa zangoçlara yahşi çekecek ve vaftiz suyunu âb-ı hayat diye içeceğiz...” diyerek takiyyeyi mensuplarınıza akide haline getirdiniz. Başka bir yerde müceddidliği de geçmiş, peygamber için peygambere rağmen fikrinin yolunu yapmak için “Yani o mevzuda ben içim kanaya kanaya yani içime böyle kan damlıyor gibi Efendimizin hakkını vermediğim yerler olmuştur. Veremediğim yerler. Ama ben kendi içimden demişimdir ki; bunu senin için yapıyorum. Ben kendim orada estirdiğim o demokratik hava içinde seni anlatma fırsatını bulacağım. Onun için senin için yine sana rağmen bir şeyler yapıyorum ben burada. Bu bir niyettir yani. İnsan niyetiyle kurtulur.” sözlerini söylemiştiniz. Peygamber için peygambere rağmen dedikten sonra size kim kural, kim şeriat koyabilir ki? Siz zaten kendi dininizi kurmuş oluyorsunuz. Bu konuya değinme sebebim milyon kere tartışılmış mevzulara (başörtüsü furuattır, dinlerarası diyalog, Risale-i Nur’un sadeleştirmesi, Türkçe olimpiyatlarında genç kızların sahnede dans etmesinin ve şarkı söylemesinin şer’i fıkıh açısından caizliği vb) girmek değil. Bu bamteli konuları durduk yere ve rastgele ortaya çıkmadı değil mi? Birileri itiraz etmiş bir şeylere demek ki… Bir seçilmişlik psikolojisiyle, topluma dahi mal olmuş bu kararları alan kişi, kapalı kararlar ardında sizlerin ve İslam dünyasının “faydasına” ne kararlar alıyor, ne reformlar yapıyordur siz hayal edin! 

Son dönem itibariyle ise “Son Karakol” bizlere üç unutulmaz miras bıraktı: tevil, takiyye ve açıklanamayan durumda demagoji yapma ile konunun özünden kaçış. 

Tevilleri Adil Öksüz'ü tanımıyorum, "bylock" nedir bilmem "bal-yok" mu dediniz ne dediniz sözleri. Demagojiye örnek olarak "Uluslararası mahkeme çağrısı" olayına değinmek istiyorum. Haydi tarih ile bağlantınız yok, gerçekle de mi bağlantınız yok? Kaç yaş grubunu hedef alıp, nasıl dünyalarda yaşıyorsunuz böyle bir iddia için. Bunun realize edilmesi için dünya ile hiçbir çıkarı olmayan galaksiler arası mahluklar çağırmak gerekir ki tam manasıyla değerlendirme yapılsın. 

Takiyyenin birçok örnekleri bu platformda anlatıldı. Ben bu algının merkezi nereden geliyor ona değinmek isterim. Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserde "ümmetin beklediği 3 mühim vazifesi" bulunan bir zattan bahsedilir. Gülen “kendine öz” islami anlayışı ile 2 tanesini “kendince” başarmış, 2. olarak sıralanmış, kendi anlayışına göre "şeriatı icra ve tatbik" ifadesine, çok yaklaşmış ve bunu gerçekleştirene kadar da bunu takiyye ile inkar etmiş. Çünkü ona göre “modernizmle hesaplaşma sürecinde (karşısındakilere) plasebo (örneğin sufilere, bu hareketin aslında Mevlana Halid-i Bağdadi’nin yolunu takip ettiğinin, sekülerlere aslında bu hareketin dini değil bir eğitim hareketi olduğunun, milliyetçilere aslında bu hareketin Türk kültürünün bir yayıcısı olduğunun, örneklerini vererek) katarsisler veren” felsefesini ilke edinmiş fakat söylemlerini, uygulamalarını hep bu seçilmişlik bilinci/özgüveniyle yapmıştır, yapacaktır. 

Evet, şimdi nerde hata yaptığımızı anlayabiliyor muyuz? Bu A partisinin veya B partisinin siyasi hesabı (darbeden hemen sonra yapılan açıklamada Erdoğan zaten bizi ilk başta sevmiyordu denilerek, olay, Erdoğan-Cemaat kavgası tabanına çekildi (demagojiye giriş 101); fakat çok daha önce Gülen yapılanmasının tehlikeli olabileceği devlet arşivlerine geçmiş), veya bu yapılanmaya zulüm diye geçebileceğimiz bir olay değil. Zulüm muhterem HE’nin kendi elleriyle ve onun “seçilmişliğine” ve “reformlarına”u itiraz etmeyi dahi akıllarından dahi geçirememiş zarflı “mübarek” abilerle başlamış, hatta dahası da olmuş bu abiler kendilerini kurtarıp hukuk sürecini kitleyip zaman kazanmak için taban denilen insan kaynağını ateşe atmıştır (Bir önceki yazımda bundan bahsettim). İnsanları ateşi atma sürecini iki kısma ayırıyorum; ilk süreçte kibrin (seçilmişlik psikolojisinin getirmiş olduğu) getirdiği gafletle (17-25 aralık olaylarına kadar olan dönem), 2. Süreç (15 Temmuz), hıyanetle yapılmıştır. 

Eğer the Cemaat’ın mağduriyet üzerinden kurduğu doğrulama yanlılığı (confirmation bias, 3) ve bunun sonucu olan davranış kutuplaşması (attitude polarization, 4) algı hatasını, ve gözleri kör eden yankı odası (Echo chamber, 5) yanılgısını aşabilirsek, aslında kutsi bir hicretin olmadığını; Risale-i Nur’da “müjdelenmiş” “beklenen zat”ın ve “Son karakol”un o korkusuz “Komutan”ının karakoldan kaçtığını, yerine vekaleten bıraktığı askerlerinin ise Akıncı Üssü’nde rezil bir şekilde deşifre olduğunu göreceğiz. 

“Allah akletmeyenlerin üzerine pisliği boca eder” Yunus/100 

Ender Toprak 

(1) Bel’am b. Baura: Tevrat’ta ve İslâm kaynaklarında, önceleri iyi bir mümin iken daha sonra Hz. Mûsâ ve kavmi aleyhine hile tertiplediği için cezalandırıldığı rivayet edilen kişi. (Birtakım cemaat trolleri konuyu çarpıtmadan ben önlemimi alayım, kimseyi Gülen’in karşısında Musa konumunda görmüyorum Gülen’e inandığı ve ifade ettiği değerlerin tam tersini yaptığını için bu yakıştırmayı yaptım.) 

(2) Katarsis: Psikolojide katarsis negatif duygularımızı “boşalttığımız” bir yöntem olarak açıklanabilir. Problemlerin uzun süreden beri var olduğu içimizdeki o boşlukları havalandırmak, temizlemek gibi bir şeydir. Sizin öfkenizin ve üzüntünüzün sizden gitmesini sağlamak ve daha sağlıklı, daha aydınlık ve daha huzurlu bir zihin oluşturmanızı sağlamaktır. 

(3) Confirmation bias: Bir noktadan sonra görüşümüzü destekleyen bilgilere daha fazla önem verir, kendi düşüncemize ve inancımıza hitap etmeyen şeyleri reddederiz. Bir konuda bir görüş oluşturmuşsak, ya da bir inanca sahipsek, karşımıza çıkan her veriyi o görüşü ya da inancı beslemek için kullanır, onunla çelişenleri görmezden geliriz. 

(4) Attitude polarization: Karşıt görüşe sahip insanların, aynı kanıtı değerlendirmeleri sonucu anlaşmazlıklarının daha da artması fenomeni. Herkes olayları kendi bakış açısı çerçevesinde yorumlar ve olan bitenin kendi pozisyonunu desteklediğini düşünür, dolayısıyla savunduğu düşünceye daha da sarılır; işte buna attitude polarization denir. “Confirmation bias”ın sonuçlarından biridir. 

(5) Echo chamber: Bir medya ve politika terimi. Kapalı bir grupta görüş bildirilmesi ve bilgilerin sürekli aynı fikirlere sahip kişilerle konuşulmasından dolayı, bir yerden sonra fikirlerin ekstremleşmesi ve karşıt görüşlere sağırlaşılması durumu. 

author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

8 Yorumlar

  1. Geleneksel islam ve kuran yorumuna inanan hiç kimsenin Gülen veya cemaate ''esastan'' kızmaya hakkı yoktur. (''usülden'' itiraz edebilirler, birazdan yazacağım).

    Gülen ve cemaati geleneksel islama inanır. Bu cemaatin hedefi risalei nurda belirtildiği şekliyle ''Süfyanın (atatürk) rejim-i bidatkaranesini yıkıp dağıtmak ve sünneti seniyyeyi ihya etmektir.''

    Yani açıkça cumhuriyeti yıkıp şeriat getirmek. Bu hedefe açıktan gidilemeyeceği için gizlenmek orduyu bürokrasiyi ele geçirmek zorundadır. Şeriat deyince itiraz edenler çıkabilir, yine risalei nurlarda açıkça ''iman kuran hizmetinin 3 aşaması olduğu belirtilir, bunlar İman, Hayat ve Şeriat aşamalarıdır.

    Gülenin islam anlayışında demokrasi, modern insan ve kadın hakları, eşcinsel hakları vs yoktur, fikir özgürlüğü ütopyadır, dinden çıkan öldürülür, el kesme recm dahil şeri kurallar aynen uygulanır. En ufak eleştirenin bile güçlü oldukları dönemde başına gelenleri düşünün, işin sonunu tahmin edebilirsiniz.

    Bu anlayışa sahip bir cemaat devleti yıkacağını açıkça(kendi içinde de olsa) beyan ediyor. Solcuya, aleviye, müslüman olmayana hiçbir şekilde hayat hakkı vermeyeceği açık olan bu haraket ancak kendini saklayıp takiyye ile gücü ele geçirebilir. Sizi yok edeceği kesin olan insanları askeriye girmesine izin verir misiniz? Anadolu çocuğu her yere girer edebiyatı ne kadar gerçekçi siz karar verin.

    Bu haraket ancak yalan ve takiyye ile sızabilirdi, mertçe hedefini ortaya koyamıyor, gizleniyor ve duymak istediğinizi söyleyerek demokrasi gibi yalanlarla sizi uyutuyor.

    Şeriatı getirmeyi amaç edinen, devleti kafir devleti görenler Gülene kızmasın. onların amacını gerçekleştirmeye çalışıyordu.

    Gülenle aynı hedefi olanlar ''usulden'' itiraz edebilir demiştim. Uzun oldu, o kısmı isteyen olursa ek yapar yazarım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Hizmet" in içinde bulunup da gerçekleri sorgulayabilenler gayet açık bir şekilde bilir ki "hizmet" denilen şey "Her yolu kullanarak şeriatı hakim kılmak" tır. Bu uğurda bebeklerin nehirlerde boğulması teferruattır. Hatta kullanışlı birer malzemedir.
      Yalanlar, oyunlar, stratejiler ile yıllar boyunca yüz binlerin kanına girildi. Her kafalanan insanı cemaate adam kafalatmak için kullandılar. İnanılmaz bir sistem, bir zincir kurdular.
      Her ne kadar havuz medyasında, kendi ortaklıklarını gizleme çabası olarak "hizmet" bir hain, yurtdışı tarafından görevlendirilmiş bir terör örgütü olarak lanse edilse de "Hizmet" çıkarına uygun düşen herkesin, her ülkenin, her hükümetin, herşeyin yanında olmuştur. Asıl amacı "devrim"dir. Kendi "öz, hakiki" devrimi. Önce Türkiyede, sonra tüm Dünya'da. Evet akıl almaz derecede hayaller. Gerçekleşmese de bu yolda yaşayıp ölünce başarmış kadar olunacak ya. Bu uğurda yapamayacakları şey yoktur. IŞİD kafasının bir çeşidi işte.
      Bunu kendine tabi olan yüzbinlerce insana söyleyemedi, söyleyemiyor. Çünkü Anadoluda aşırı dinci ideoloji hep azınlık kalmıştır. Bunu duyurduğu anda şu anda olduğu gibi marjinal, küçük bir grup olacağını biliyordu.
      Hasılı Allahın dediği olur. Allah "hizmet" ideolojisini de tarihin çöplüğüne göndermiştir. Bu Dünyada olamasa da mazlumlar haklarını ahirette alacaklardır.

      Sil
    2. o kadar da mazlumluk bir durum yok.
      olsa olsa biraz salaklık var.
      ortada gizli-saklı bir durum da yoktu...insan bu kadar mı sorgulamaz, bu kadar mı düşünmez, bu kadar mı nöronsuzdu bu insanlar?
      IVANCHO'nun dediği gibi her şey ortadaydı. amaç belli yol belliydi. salak olmayan bunu 30 yıldır görüp söylüyordu. şimdi "mazlum" olundu demenin bence bir manası yok. (hakikaten hiçbir şeyi olmayanlar, isim benzerliği hat çakışması vs. hariç)
      "başarısız" olduk deseler amenna. denediler, olmadı. belki başka yollarla yine deneyen olur. belki o zaman mertçe olur en azından.

      Sil
  2. Üstadım. mükemmel bir yorum yapmışsınız. Elinize yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Ciddi bir sacmalama ornegi var yukardaki yazilarda ve yorumlarda...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En çok saçmalayan da sizsiniz. Yorumunuzda fikir yok itham var sadece. Klasik fikirsiz tiplerdensiniz.

      Sil
  4. Şahane bir yazı.
    Gülen'in argümanlarıyla olayların analiz edilmesi çok isabetli olmuş. Hâlâ uyumaya devam edenler de soru işaretleri oluşturur inşaallah.

    YanıtlaSil
  5. Bu platformda okuduğum fetullah gülen ile cemaatinin psikolojisini ve düşünme şeklini en iyi yansıtan yazı olduğu kanaatindeyim. Gerçekten, öz ama içeriğinde bir o kadar dolu olmuş. Bu güzel yazı için saygılarımı sunuyorum.

    YanıtlaSil