Header Ads Widget

test banner

Eşikler (1)

Muhtemelen akademik dünyanın bana bulaştırdığı bir mesleki deformasyon; açıkça belirtilen bir son gönderme tarihi olmadığında erteleme alışkanlığı. Yaklaşık bir yıl önce, kıymetli dostum İsa Emin’e, nazik daveti üzerine, Münferit Fikir Platformu için yazı yazmaya söz vermiştim. Geçen süre zarfında zihnimde epey makale yazmama rağmen, bu güne kadar hiç birini daha tutulabilir bir ortama aktarmamıştım. Bu gün itibari ile yazıya dökmeye başlıyorum. 

Platform’da yazılanları büyük ilgi ile takip ediyorum. Yaşanılanların, düşüncelerin açıkça, özgürce paylaşılması çok kıymetli. Amaç ne olursa olsun, gizli saklı işler çevrilerek güzel yerlere, güneşli güzel günlere varılamıyor. Bunun acı reçetesini her gün üç öğün içiyoruz. Çetin Altan’ın çok sevdiğim sözüdür “Ben en büyük sırrımı Taksim meydanında haykırırım”.

“The Cemaat” ile, bu satırları okuyacak olanları hayrette bırakacak sırlara vakıf olacak kadar içli dışlı olmadım. Orta okul, lise ve üniversite yıllarımda, ekseriyetle suya sabuna çok dokunmayan temaslarım oldu. Gezi, sohbet, piknik vs. Bilirsiniz işte, olağan faaliyetler. Fakat daha önemlisi, bu hareketle gönül bağı olan çok sayıda insan tanıdım. Halen bir kısmı ile konuşuyorum veya görüşüyorum. Zaman içerisinde ateist olmuş olanı da var, cemaati tamamen masum, tertemiz, kusursuz görmeye devam edeni de.

Özellikle son yıllarda, kendim de dahil pek çok dostlarımın fikir dünyalarında dönüşümler, veya kendi tabirleri ile “aydınlanma”lar yaşanıyor. Açık fikirli olmak çok kıymetli. Akademinin getirdiği olumlu bir mesleki deformasyon da bu belki de. Dogmalardan arınıyorsunuz. Akılcı ve bilimsel bir zemininiz oluğu sürece Einstein’ı da eleştirebilirsiniz, bir başkasını da. 

Yaşanan aydınlanma, başta din ve siyaset olmak üzere pek çok alanı kapsıyor. Bu yazımda, şahsen önemli gördüğüm bir kaç başlık paylaşacağım. Ben bunlara “eşikler” ismini veriyorum. Zira bunlar, özellikle muhafazakar camiada yetişenler için aşılması nispeten daha zor, aşıldığında da fikir dünyasını zenginleştiren hususlar. Her bir eşik için kısaca fikirlerimi beyan edeceğim sadece. Her biri üzerinde daha uzunca konuşmaya tartışmaya değer olsa da, burada amacım bir başlangıç yapmak. Daha sonra yazacağım yazılarda detaylandırma niyetindeyim. 

Sunacağım eşikleri iki bölüm halinde yazacağım. Bu yazıda inanç ve din ile ilgili üç konu üzerinde duracağım. Bir sonraki ise toplumsal-tarihsel konular ile ilgili olacak. 

Seçilmişlik

İslam’ın ve kutsal kitabı Kuran’ın en temel kavramı Allah’ın varlığı ve birliğidir. Bu birlik kavramı o kadar önemlidir ki, aksi olan “şirk”, Kuran’da üzerinde en fazla durulan ve lanetlenen mevzu olmuştur. Şirk, Mekke’lilerin 1500 yıl önce taptıkları putlardan ibaret değildir. Yöneticilerden ruhbanlara, mal mülkten kişisel ihtiraslara kadar pek çok şey şirkin objesi olabilmektedir. Kriter basittir; Allah’a özgü olması gereken bir şeye (tapma, helal-haram kılma, kimin cennete kimin cehenneme gideceğine karar verme, günahları affetme...) başkasını ortak kabul etmek. Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’ın ateizm’den ziyade şirke savaş açtığını söyler, ve kanımca bu oldukça yerinde ve önemli bir tespittir.

İnanan bir insan için Allah’ın şirkten bu kadar sakındırması şu anlama gelir; bu tehlike Kabe’deki putların parçalanması ile bitmemiştir, insan var oldukça var olmaya devam edecektir. 

Üzerinde durmak istediğim şirk çeşidi, İslam dünyasında bir virüs gibi yayılmış olan “seçilmişlik” kavramıdır. Bu kavram müçtehid, müceddid, halife, ulema, molla gibi türlü isimlerle çıkar karşımıza. Ve maalesef çok da kabul görür. Şeyh müritlerine cennetler vaadeder. Müceddid yüz yılda bir gelir ve dini yeniler. Müçtehid, bizzat Allah’ın anlaşılmasını kolaylaştırdığını söylediği Kuran’dan, başka kimsenin anlayamayacağı içtihadlar türetir.

Bu virüs o kadar yaygındır ki, dinini merak eden Kuran’a değil, hocasına, abisine-ablasına sorar. İşin garibi, Kuran da okur, belki bir ay içerisinde 600 sayfanın tamamını okur, veya ezbere hepsini bilir. Fakat bir cümlesinin bile anlamını bilmez.

Yurtdışında bulunduğum bir ortamda helal-et tartışması sırasında “Ehli kitabın kestikleri size helaldir” ayetini belirtmiştim. Aldığım cevap “onu bilmiyorum, ama hocaefendi, ‘mecbur kalmadıkça yemeyin’ diyor” olmuştu. Helal-haram kılma yetkisi sadece ve sadece Allah’a özgüdür. Aksi şirktir. Söyleyen ister hacıefendi olsun, ister hocaefendi.

Dinimizde seçilmişlik de ruhbanlık (kendini dine adama, dünyadan soyutlama) da yoktur. Vicdanının sesini dinleyen, koskoca evrenin bir yaratıcısı olduğuna ve kendisini her an gördüğüne inanan bir kişinin böyle aracılara da ihtiyacı yoktur.

Cennet-Cehennem

Yaklaşık iki yıl önce, nezarethanede kalmakta iken “Allah’a ve Peygamberine inanmayan cennete gidebilir mi” konusu açıldı. OHAL sayesinde 30 güne çıkarılan gözaltı süresi sayesinde, tartışacak bol bol vaktimiz vardı. Belki de ana akım düşünceyi temsilen bir nezaretdaşım “hem Allah’a hem de Muhammed’e inanmadığı sürece kimse cennete gidemez, tefekkürle bunlara ulaşabilir” demişti. O zaman verdiğim cevap şu olmuştu: Tibet’in uçsuz bucaksız platolarında bir insan hayal et. Ömrü boyunca hayvanlarını otlatıp ailesine bakmış. Kimseye kötülüğü dokunmamış. Ne internet, ne de televizyonu var. Okuma yazması bile yok. Bu insan, gökyüzüne bakıp “bir Allah olmalı ve uzaklarda bir yerlerde bir elçi göndermiş olmalı, adı da Muhammed olmalı” demediği için, sonsuza kadar cehennemde cayır cayır yanacak, öyle mi? Merhameti sonsuz Allah, haşa, bu mu?

Bu hususun son zamanlarda yaşananlar ile ilişkili olan bir yönü de var. Yaşadığımız zulüm ve haksızlıklar sürecinde, dindar ve inançlı olarak bilinen çok sayıda insanın nasıl bir canavara dönüştüklerini gördük. Dini bütün babanın kendi öz evladına yaptığı eziyetlere şahit olduk. Öte yandan, hiçbir din referansı olmayan insanların ne kadar ahlaklı, vicdanlı ve iyiliksever davranabileceklerine şahit olduk. Daha global ölçekte düşündüğümüzde, milyonlarca “cennetlik” müslüman kardeşleriminiz, akın akın “cehennemlik” batı ülkelerine sığınmakta olduklarını ve kendi öz vatanlarından çok daha insanca muamele gördüklerini gözlemliyoruz.

Süreçten etkilenen hemen herkes bu tezatın sayısız örneğini yaşamıştır. Bu da çoğunun aklına “Allah’a inanan (eninde sonunda) cennete, inanmayan ise ebediyen cehenneme gidecek” önyargısını getirmektedir. Bu durum vicdanların kabulüne pek de uygun görünmemektedir.

Bence sorunun cevabı, kendi nazarımda, zor değil. Cennet de cehennem de Allah’ın mülküdür. Hiç kimse buralardan tapu satma hakkına sahip değildir. Aksi, yukarıda da belirttiğim gibi, şirktir. Bu yaklaşım, soruya (kim cennete, kim cehenneme gidecek) net cevap vermemek olarak eleştirilebilir. Fakat doğru olanın tam da bu olduğu kanaatindeyim. Bu soruya cevap vermeye kalkmak kendini Allah yerine koymaya çalışmak anlmına gelir. Bunun yerine sadece ilahi adalete güven duymak daha isabetlidir.

Başlığın sonuna, kıymetli hemşehrim, merhum Mustafa Cansızoğlu’nun bir anısını eklemek istiyorum:

Cansız Hoca’nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca’ya:
- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.
- Sen Edison’un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?
- O bizim Peygamber’e inanmadı. Onun için cennete giremez.
Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir: "Bakara suresinin 62. ayetinde şöyle der: Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de. Yani, bu ayette Allah insanlara Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük álimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison’un son nefesinde nasıl
gittiğini ne biliyorsun?"

Ancak adam ikna olmamış. İlla cehenneme gidecek, diye ısrar edince Cansız Hoca sinirlenmiş. Şu cevabı vermiş: "Allah, senin gibi beş milyon eşşeoğlueşşeği cennete koyacağına bir Edison’u koysun daha karlıdır."

Evrim

Muhafazakar çevrede yetişen ve bilimle iştigal eden birisi olarak Evrim kuramı epey süre aklımı kurcalamıştı. Boşu boşuna. Evet, gerçekten de İslam da dahil olmak üzere dinlerin Evrim kuramına açtıkları savaş boşu boşuna verilen bir savaştır. Allah nasıl ki evreni Büyük Patlama ile yaratmış, insanı da Evrim ile yaratmıştır. 

“Yeryüzünde gezin, dolaşın ve Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını anlamaya çalışın”
(Ankebut suresi, 20. Ayet).

Charles Darwin Allah’a inanan bir bilim adamı idi. Ömrünün yaklaşık on yılını evinden binlerce mil uzaklıklara deniz yolculukları işe geçirdi. Özellikle Galapagos adalarındaki türleri incelemeye çok uzun zaman ayırdı. Birbirine çok yakın olmalarında rağmen, bu adalardaki fiziksel farkları, oralardaki canlı türlerinde ne kadar değişiklikler ortaya çıkardığını gözlemledi. Yıllar süren çalışmaları sonucunda “Türlerin Kökeni” adlı şaheserini ortaya koydu. Hayatı boyunca kitabını sekiz kez güncelledi. Son edisyon hariç hepsinde “Allah’ın yaratması”na atıf yaptı. (Yaşamının sonlarına doğru, çok sevdiği kızını yıldırım çarpması sonucu kaybetti ve yaratıcı konusunda oluşan şüpheleri Evrim ile değil, bu olayla ilgilidir.)

Genetik biliminden yüz yıl önce yapılan bu buluşlar, insanlığın en önemli buluşlarındandır. Moleküler Biyoloji ve Genetik bilimlerinin bulguları, genel olarak Evrim’i desteklemekte ve bilinmeyen mekanizmalarını açığa çıkarmaktadır. Günümüzde Evrim kuramına dayanmadan biyoloji ve tıp biliminde ilerlemek mümkün değildir.

Her bilimsel kuram gibi, evrim de bir dogma değildir. Yanlışlanması mümkündür. Halen açıklayamadığı hususlar vardır. Bununla birlikte, bilimsel tecrübemizin halihazırdaki en mükemmel sonucudur. Yaşam’ın en geçerli bilimsel açıklamasıdır. 

Hayatı da ölümü de, bakteriyi de DNA’yı da, maymunu da insanı da yaratan Allah’tır. Bu inançta iseniz, yeryüzünü dolaşıp Allah’ın hayatı nasıl başlattığını anlamaya çalışan insanların bulgularını öğrenmekten korkmayın, çekinmeyin. O’nun ne güzel yarattığını göreceksiniz. 

Nehir Geçen
Twitter: @Nehirgecen
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

11 Yorumlar

  1. Kıymetli hocam,yazınız çok doyurucu olmadı..bir bölümü sığacak konular değil. Saygilar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ikinci bolumden sonrasini daha uzun tartismalara ayirma niyetindeyim.

      Sil
  2. Batılılar rönesans ile kutsal kitabı tercüme edip anlamaya ve sorgulamaya başladılar, 1700-1800 lerde aydınlanma çağıyla bir kısmı dinleri ve tanrıyı reddederken bir kısmı da DOĞAL DİNE yöneldi. Daha rasyonel, kurumsal dinleri reddeden, doğaya tanrının sanat eseri gözüyle bakan bir çeşit deistik anlayışa geldiler.
    Müslümanlar da aynı yollardan geçmeye başlamış gibi. Ama arada 500 yıl var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Batılılar rönesansta değil reformasyonda incili tercüme ettiler. Aydınlanma 1700-1800 yılları arasında olmadı. 1700 yılına gelindiğinde baya ilerlemişti. Batı'nın toplum olarak dinden uzaklaşması daha ziyade 2.DS sonrasındaki bir konu. Ve özellikle Avrupa'yla sınırlı. ABD toplumu neredeyse Türk toplumu kadar dindar. Türkiye'de sekülerler ne kadar aydınlanmış ki dindarlardan aydınlanma bekliyor?

      Sil
  3. Abdulvahap YILDIRIM01 Ekim, 2019

    Saygıdeğer hocam güzel bir yazı olmuş. 'Hacıefendi' ve 'nezaretdaş' adlandırmaları da güzel olmuş. Ben de espiri olarak nezaretteki arkadaşlara bir whatsap grubu kuralım grubun adını da 'grup nezaret' koyalım derdim :) Bir kaç hususla ilgili görüşlerimi açıklamak istiyorum. Bunlardan ilki Edison'un cehenemlik oluşu meselesi. Bu konuda ortaokuldayken din kültürü dersi öğretmenimin biz elektriği kullandıkça her kullanışta Edison'a sevap yazılacak dediğini hatırlıyorum. Demekki o zaman sadakai cariye ya da insanlığın evrensel iyiliğine katkı sunmanın önemine binaen bu örneği vermişti. Bu da bana şunu gösterdi din eğitimini devletten almak daha isabetli olabiliyormuş (zorunlu din eğitimine karşı olduğumu belirtmeliyim). Darwin konusunda ise Adnan Oktar'ın (namı diğer Harun Yahya) dezenformasyonlarını da göz ardı edemeyiz. Muhtemelen Darwinizme karşı savaş açanlar arasında Tr'de akla ilk gelenlerden. Bu insanların söylemleri maalesef ya bilerek çarpıtılıyor ya da bir şekilde kimi hiziplerin kendi politik hedefleri doğrultusunda idealize ediliyor ve yanlış lanse ediliyor. Örneğin Niçe'de inançlı bir kişilikti hatta babası Luteryan rahipti. Ancak babasını çok küçük yaşta kaybetmesinin neden olduğu travma ve o günkü yanlış bir takım dini uygulamalar dini sorgulamasına neden oldu. Sonunda Hristiyanlığın köle ahlakına (aslında o günkü dini anlayışa) savaş açtı. Yani dinin özüne ruhuna değil pratikte de facto yaşanan dine karşı çıktı. Ama bunun neticesinde 'Ateizmin babası' olarak lanse edilmekten kendini kurtaramadı. Son husus da evet Tanrı'nın (Tanrı daha kapsayıcı bir kavram ve bana daha içrek geliyor) tırnak içinde acımasızlığı. Dinin özü ruhu mu yoksa nihayetinde insan faktörünün dine bulaştırdığı bir olgu mu bilmiyorum. Hatta bu yüzden çoğu zaman John Milton'ıın deyişiyle 'Cehenneme gidebilirim ama böyle bir Tanrı'ya asla saygı duymam.' diyorum kendi kendime. Çok uzattım kusura bakmayın. Sağlıcakla!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesekkur ederim.

      Atesli ateist olarak tanimlanan pek cok aydin, esasen "dincilik" karsitidir. Yobaz olmayan ateistlerin dincilik adina soyledikleri pek cok seye katilmamak mumkun degil.

      Sil
  4. 1 - Yazıyı konu başlıkları altında inceleyelim

    Seçilmişlik


    Müslüman birinin kendisine yaşadığı hayata anlam katması adına veya kendini gerçekleştirmesi adına cemaat benzeri oluşumlara girmesi normal karşılanmalı. Ülkemizde lise veya üniversite sıralarında sınıfta tek namaz kılan kişi olmanın psikolojisini düşünün. Sizce böylelerin kendi gibi düşünen insanlarla bir araya gelip oluşumlar kurması abes mi?

    Dünya üzerinde yaşantısıyla, yaptıkları ile çok etkili olmuş, milyonları peşinden sürüklemiş dindar insanlara imam sıfatı verilince bu neden yanlış olsun ki? Bu tarz kişilerin mübarek olduğuna inanılır ama kutsal olduğuna veya vahiy aldığına inanılmıyor zaten. Siz de Dünya çapında güzel işlerin yapılmasına öncülük edin, akılları tatmin edici onlarca eseriniz yayınlansın size de müceddid denilir o zaman. Sevgiyi aşırı abartıp imamın ve cemaatin hatasız olduğunu kabul eden, imamın giydiği atleti giyme hevesi olan kişilere de rastladım. Cemaatin bugüne gelmesine kişilerin yaptığı yanlışların sebeb olduğunu, başımızdaki hoca vefat ederse biz gene işlerimize devam ederiz diyen kişilere de tanık oldum.

    Bugün başlarındaki liderlerin kimler adına emir alıp uyguladığı belli olmayan İslâm ülkelerinin hali hazırdaki vaziyeti görüldüğünde birlik ve beraberlik ile çalışmanın ve kenetlenmenin önemi ortada. Bunu da hükümetlerden beklemek belki de sancının kıyamete kadar sürmesi anlamına geliyor. Böyle bir durumda güzel idealleri olan toplulukların kurulması ve bunların başlarında da önderlerin olması çok tabii bir şey.

    Abd'de ve Avrupa'daki insanların kaba bir oranla yaklaşık 3'te 1'i kendisini herhangi bir dine ait hissetmiyor ve din geleneksel yaşanıyor. Birçok kesimhanede İslami usül kesim yapılmıyor. Bu coğrafyalarda sizin alacağınız etin güvenilir olmasını istemeniz normal değil mi? Gayrimüslim et satıcılarından genel olarak sakınmak onlara saygısızlık olarak değil, Allah'a saygı olarak görülmeli.

    YanıtlaSil
  5. 2 - Cennet-Cehennem


    Kimler Cennete kimler Cehenneme gidecek meselesini 14 yaşında iken sınıftaki bir öğrenciden dinlediğim "Hocam 20 yaşından önce ölen Cennete mi gider?" sorusuna benzetiyorum. Yanlış anlaşılmasın küçük bir mesele değil belki ama bu İslamı yeni yeni sorgulayan birinin kafasındaki bir soru gibi. Cennet ve Cehennemin kontrolü Allah'ın elinde olacağı için bu konuda karar vermek bize düşmüyor. Edison cennete girer mi meselesi... Hırs uğruna Nicola Tesla gibi bir bilim adamını harcasa bile mi? Cehenneme gider demiyorum umarım Cennete gider, bakış açımı belirtiyorum. Bir arkadaşım "Hitler'in psikoloji bozuktu belki, gene Cehenneme gider mi" demişti. Ben de araştırınca Hitler'in psikolojisinin etkilenmemesi için toplama kamplarına gitmediğini söylemiştim. Bunu söyledikten sonra meseleyi tartışmanın fayda vermediğini fark ettim. Toparlamam gerekirse her doğan bireyin cennete aday bir birey olarak gelip kişiliğini, iradesini birçok olumsuz yönde etkileyen olaylardan geçtikten sonra inançsız olarak ölmesi onun Cehenneme gitmesini kesin kılmaz. İnanan bir insan bu konuda çok hassas ve sağduyulu ise şayet aynı şekilde dinini temsil etme noktasında çok hassas davranırsa kişi kendi görevini yerine geçirecektir. Şirk ve kul hakkı dışında her türlü günahı affetme ihtimali olan Allah'ın rahmetinin tecelli etmesini umalım.

    Batının müslüman kökenli mültecilere kapısını açmasına bakacak olursak. Avrupanın birçok ülkesinde camiilere saldırılar var. 2019 yılı itibarı ile Almanya’da neredeyse ortalama her hafta bir camiye ya da bir İslami kültür merkezine ırkçı saldırının gerçekleştiği tespit edilmiş. Farklı toplumların, görüşlerin karşılaşması uçuk örnekler elbette getirecektir, keza hemen hemen her ülkede ırkçı insanlar mevcut. Ama sayının bu kadar fazla olması Müslüman topluma haksızlık değil midir? Almanya'nın her yıl on binlerce işçi, çalışan ihtiyacı oluyor. Azalan nüfusun etkisiyle beraber yeni kanunlar yürürlüğe girdi (veya girecek). Almanya'ya çalışan genç nüfusu getirmeyi kolaylaştırmak, kabaca diyecek olursam çalışmayan mültecileri yurtlarına göndermek gibi. Bunlar önemli çünkü fabrikalar çalışmazsa Almanya kendisini bu konuma getiren yerden uzaklaşır. Bunlarla beraber tabiki Avrupa mülteci meselesi için emek veriyor. Batı Avrupa ülkelerinde ve İskandinavya mültecilerin yaşam koşulları iyi. Gelen mültecilere iş bulup onları topluma kazandırmak da çok tabii bir şey. Mesela Hollanda'da camiiden çıkan insanları çiçeklerle karşılamak gibi güzel şeyler de oluyor.


    Evrim


    Öncelikle gayrimüslim insanların tanrı inancını "Allah inancı" şeklinde göstermeyi anlamsız buluyorum buna gerek yok. Evrimle alakalı olaraksa dindar geçinen insanların doğru düzgün araştırma yapmadan "Ne yani bu teoriye göre biz maymundan mı geldik?" şeklindeki sığ sorularını ve gene kabul eden tarafın birkaç yazı okuyup bilim dünyası tarafından kabul edildiği için evrim vardır demesi yanlış. Yanlışlanan tarafları neler olur önümüzdeki zaman onu gösterecektir ama bunun dışında evrimi birçok yönüyle kabul etmek imana ve yaratılış inancına zarar vermez diye düşünüyorum.


    Kendim bazı şeyleri ekleyecek olursam cemaatin idealinin iyi tasarlandığını ama uygulama noktasında vasat kalındığını düşünüyorum. Ve birçok insan okuma, kendini geliştirme derdinde değil. Topluluğun çoğunluğunun üniversite mezunu olduğunu düşünürsek bu çok kötü bir şey. Tabiri caizse bazıları hala bu cemiyetin misyonunun birkaç kişinin beraber toplanıp çay sofrasında oturarak gerçekleşeceğini düşünüyorsa yanılıyor. Belirtilen hedef ile yapılan şeyler arasındaki fark fazla olmamalıdır bana göre.

    YanıtlaSil
  6. Yorumlariniz icin tesekkur ederim. En kisa zamanda degerlendirme ve cevaplarimi yazacagim.

    YanıtlaSil
  7. Dogmaları terkettiğini ifade eden bir kişinin "Allah insanı evrim ile yaratmıştır" kesin hükmünü vermesi ilginç. Aynı akademik şüpheciliği evrim konusunda da gösterebilirsiniz. Aynı şekilde cennet cehennem mevzuları da tarafsız bakılmaya muhtaç. Klasik Edison tartışması. Ben bu tartışmaya farklı bir açıdan bakayım. Haydi şüphecilik olsun. Bakalım, Edison nasıl bir insandı. Etrafındakilere iyi mi davrandı? Kull hakkı yedi mi? Niyeti insanlığa hizmet miydi yoksa para kazanmak mı yoksa başarı mı? Bunları bilmeden "bütün insanlığa hizmet etti, bin müslümanda yeğdir" şeklinde klişe bir yaklaşım da sıkıntılı.

    YanıtlaSil
  8. üç eşiğide çarpışa çarpışa geçtim. şimdi boşluktayım..

    YanıtlaSil