“Gözleri üzerinde de bir perde vardır.”
(Bakara, 2/7)
---
Akıl Aynası
Bir sorunun cevabı, soruyu soran kişinin yöneldiği merkeze göre değişebilir. Aynı cevap, biri için hurafe, diğeri için sadakat olabilir. Dolayısıyla, aklın kendisi kadar, aklın neyin aynası olduğu da belirleyici görünmektedir.
Şüpheci akıl, “Gerçek var mı?” diye sorar.
Vicdanî akıl ise, “Gerçeğin izini sürecek bir sadakat var mı?” diye…
Şüpheci sorgulama, sadakatin kendisini körlükle itham edebilirken; vicdan ise, hakikati, yetim bırakılmış bir çocuk olarak görebilir.
---
Aklın İki Yüzü: Şüphe ve Sadakat
Kanaatimce vicdanî akıl, yalnızca ahlaki ya da estetik bir tercih değildir; bir zarurettir. Çünkü aklın salt düşünceye değil, yönelişe de ihtiyacı vardır. Aksi hâlde akıl, herhangi bir şeye ayna olmakla yetinir; neyin doğru, neyin değerli olduğuna karar veremez.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle:
“Her bir insan, kâinatı kendi aynasıyla görmektedir."
Bu ayna yalnızca bilgi değil, sanırım bir niyetin aynasıdır. Aynanın rengi, hakikatin rengini değiştirebilir. İşte tam burada, sadakatle bakan vicdanî akıl —yani yönelmiş bir akıl— devreye girer.
---
Ene, Kalp ve Sorumluluk
İnsan, yalnızca akıldan ya da kalpten ibaret değildir. Ona hayat veren şey, ene denilen benliktir. Bu benlik, hem akla hem kalbe hayat verir. Bu yüzden aynı akıl, bazen fısıltının; aynı kalp, bazen inancın sözcüsü olabilir.
Yine Bediüzzaman mealen, inkârda bir hayır, inançta ise bir adem (yokluk) olabileceğine işaret eder.
Bu değişkenliği mümkün kılan şey, bir yorumlayıcı olan aklın ya da his merkezi gibi görünen kalbin nötrlüğü değil; ene’nin (öznenin) seçimi olsa gerektir.
O hâlde vicdanî akıl, sadece bir akıl biçimi değil, bir seçimin tezahürüdür: Sadakatle ya da şüpheyle.
---
Aklın Zorunlu Yönelimi: Şüphe mi, Sadakat mi?
Aklı yalnızca ölçen, hesaplayan, kategorize eden bir mekanizma olarak görmek yanıltıcıdır.
Pascal’ın bir başka sözünü burada hatırlamak yerinde olur:
“Kalbin, aklın bilmediği bir mantığı vardır.”
Kanaatimce bu mantık, sezgi değil, sadakatten doğan bir yönelimdir. Denebilir ki: Aklı akıl yapan, sadece düşünmesi değil, neyi niçin düşündüğüdür.
Ve belki de adı geçen düşünürün kastettiği şey de, kuru bir bahis değildir.
Bu anlamda vicdanî akıl, bir erdemden çok daha fazlasıdır. O, benliğin sorumluluğunu taşıyan, içteki hakemdir. Sadece doğruyu sezen değil, doğruyu seçmekle mükellef olan bir akıldır.
---
Sonuç: Görmenin İç Sesi
“Bir sabah daha… Sahip olmadığım bir iyiliğe susayarak uyanıyorum.”
-Mary Oliver
İnsan çiçeğe baktığında, gördüğü sadece bir form değil, bir tanıklıktır.
O tanıklığın dürüstlüğünü sağlayan şey ise, kalbin değil, vicdanın iç sesidir. Çünkü vicdan, sadece duyguların değil, sadakatin de mahallidir.
Bu sebeple, vicdanî akıl bir romantizm değil, bir zorunluluktur:
Çünkü hakikate yönelmeyen bir akıl, yalnızca şüphe üretir;
Sadakat ise, bilginin ötesinde bir görme biçimidir.
“Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.”
(Kâf, 50/22)
-Katre
Not: Bu metnin düşünsel tasarımı ve içeriği bana ait olmakla birlikte, yazıya şekil kazandıran dilsel tasnif ve bazı kavramsal çerçeveler ChatGPT (Ali) desteğiyle hazırlanmıştır.
0 Yorumlar