Header Ads Widget

test banner

Maddenin Zor Problemi


Madde nedir? Her gün temas ettiğimiz, gördüğümüz nesneler; elma, sandalye, vs... içinde yaşadığımız dünya, evren. Bilim bize, maddenin atomlar, atom altı parçacıkları, ve dalga/enerji formlarından oluştuğunu söylüyor. Fakat Rupert Spira'nın ortaya attığı bir soru bizi alıştığımız yaklaşımdan uzaklaştırıp farklı bir sorgulamaya çağırıyor: "maddenin zor problemi" (hard problem of matter.)

"Bilincin zor problemi" (hard problem of consciousness) üzerine yazdığım yazıda (link) bahsettiğim, David Chalmers'ın sorduğu temel soru şuydu: bilinç dediğimiz fenomenal deneyim ("qualia",) maddeden ve fiziksel süreçlerden nasıl ortaya çıkıyor? Nasıl oluyor da elmanın subjektif, içsel olarak deneyimlenen bir "tadı" var? Neden insan olmak gibi bir deneyim var? Panpsychism ve Integrated Information Theory gibi ilginç ve önemli teoriler bu soruya cevaplar arasa da, bu henüz cevaplanamamış ve çok önemli bir soru.  

Rupert Spira ise bilincin zor problemini tersine çeviriyor ve şöyle soruyor: maddi dünyanın, yani maddenin, bilinçten bağımsız olarak var olduğuna dair varsayımımızı gerçekten doğrulayabilir miyiz? Doğrulayamıyorsak ve deneyimlediğimiz her şey bilincin içinde ise, madde, bilinçten nasıl ortaya çıkıyor? (veya sadece çıktığını mı zannediyoruz?) Bu soru yanında, bilimsel materyalizmin doğasına ilişkin temel kabullerimizi gözden geçirmemiz gerekliliğini de getiriyor.

Yukarıda bahsettiğim gibi, bilim, maddenin varlığını ve mahiyetini anlamak için atom, proton, elektron, kuark, quanta gibi temel parçacıklarla veya daha doğrusu kuantum alanlarla ve olasılıksal dalga fonksiyonlarıyla başlıyor. Bilimin temelinde kuantum mekaniği var, üzerine fizik, kimya, biyoloji bina ediliyor. Ancak şunu gözden kaçırmak nedense çok kolay: maddenin varlığına ve mahiyetine dair her türlü argüman ve delil, bilinç dışında değil, tam olarak bilincimizin içinde bulunuyor.

Maddenin gerçekte ne olduğunu sorgularken, maddi dünyaya dair tüm deneyimimizin bilinç içerisinde oluştuğunu daha detaylı inceleyelim. Bir elmaya baktığımızda onun kırmızı rengini görürüz, dokusunu hissederiz, kokusunu alırız ve tadını deneyimleriz. Tüm bu duyularımız, beynimizdeki belirli nöral aktivitelerle eşleşir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, beynimizdeki nöral aktivitenin kendisini değil, o aktiviteyle eşleşen "deneyim"i doğrudan algılıyor olmamızdır. Nöral süreçlerin kendisi bizim bilincimizde doğrudan deneyimlenmez; biz yalnızca onların ortaya çıkardığı "bilinç içeriklerini" algılarız. Başka bir ifadeyle, maddeye dair tüm deneyimlerimiz doğrudan bilinçte var olur ve bilincin dışında bir gerçekliği asla doğrudan gözlemleyemeyiz; dolayısıyla varlığına emin olamayız veya ispatlayamayız.

Varlığın zor problemi, Spira’nın savunduğu, Advaita Vedanta’da bulunan, "ikiliksizlik" (non-duality) anlatısıyla çok ilgili. Bu non-dual anlatının merkezinde, "gözlemleyen" ve "gözlemlenen" arasındaki ayrılığın ("seperateness") bir ilüzyon olduğu fikri var. Buradan yola çıkarak, tek bir gerçeklik ve tek bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. 

Burada üzerinde ilk konuşmamız gereken, tek bilinçten nasıl çok sayıda bilincin ortaya çıktığı. Bu fikri daha iyi kavrayabilmek için Spira’nın "Mary ve Jane" hikayesini ele alalım. Sonsuz (veya evrensel) bilinci temsil eden Mary, yatağında uykuya dalar ve rüyasında kendini New York sokaklarında yürüyen (sınırlı bilinci temsil eden) Jane olarak bulur. Jane, çevresindeki dünyayı dışsal, tamamen bağımsız ve gerçek olarak deneyimler: ağaçlar, kuşlar, nehirler onun için gerçekliktir. Jane, kendisini sınırlı bilinciyle tanımladığı için ve gerçek doğasının sonsuz bilinç olduğunu anlayamadığı için kendisini deneyimlerinden (yani onun tabiriyle "dış dünya"dan) ayrı görür ve bundan dolayı acı çeker. Ancak gerçekte Jane'in deneyimlediği her şey Mary'nin zihninde oluşan bir rüyadan ibarettir; gözlemleyen ve gözlemlenen aslında aynı mahiyete sahiptir. Buradaki kritik nokta, Jane’in deneyimlediği dünyanın Mary'nin bilincinden bağımsız bir varoluşa sahip olmadığını anlamaktır (tabii, bu hikayede bir tane Mary, ve sınırlı bilinçler adedince Jane var.) Spira'ya göre, bizim şu anda deneyimlediğimiz dış dünya da, aslında bilincimiz içinde açığa çıkan bir fenomen olarak var ve bu bilinç evrensel. 

Bu bağlamda, egonun ya da "ben" kavramının da bilincin içinde bir fenomen olduğuna değinmemiz de gerek. Gündelik yaşamda kendimizi ayrı bir benlik olarak hissederiz; ancak derinlemesine gözlem yaparsak, bu benliğin de aslında bilinç içinde ortaya çıkan aslında geçici, ama devamlılığından ötürü kalıcı gibi algılanan bir fenomen olduğunu görebiliriz. Dikkatli baktığımızda görürüz ki, egomuz, tıpkı dış dünya gibi, bilinç yüzeyinde beliren ve kaybolan bir dalgalanmadan başka bir şey değil. Bu farkındalık, benliğin sağlam ve sabit bir öz olmadığını, aksine sürekli değişen ve geçici olduğunu bize gösterebilir.

Evet, Spira'nın ortaya koyduğu "maddenin zor problemi" bizi, bilincin doğası hakkında derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Maddeyi, bilinç dışında bağımsız bir gerçeklik olarak varsaymak yerine, bilincin içindeki fenomenler olarak görmek, varoluşun gerçek doğasına dair daha derin bir anlayış sağlayabilir zannımca. Bilinç ve madde ilişkisi üzerine bu sorgulama, sadece felsefi bir merak değil, aynı zamanda kendi varoluşumuzun ve deneyimlerimizin temelini anlamamız için kıymetli bir araç. Belki de gerçek "zor problem," bilinçten bağımsız bir madde varsayımımızın kendisidir ve bu varsayımı sorgulamak bizi varoluşun merkezindeki bilinç gerçeğine daha da yaklaştırabilir; en azından bana öyle geliyor.

"Varlığın Birliği" başlıklı yazımı (link) okuyanlar buna benzer argümanların o yazımda da olduğunu hatırlayacaktır. Umarım bu yazımla, "Hangi Tanrı? Hangi İnanç" başlıklı yazımın (link) sonunda neden dört evren modelinden bana en yakın geleninin "drama modeli" olduğunu da biraz daha açabilmişimdir.

Selamlar, sevgiler,

-İsa Hafalır



author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

14 Yorumlar

  1. Gözlemlediğimiz dünyada ne var ise buna bizler de dahil varız. İlizyon ya da rüya olan, bana göre bu gibi felsefi argümanlar.
    Fizik, kimya, biyoloji, kozmoloji vs tüm bilimsel literatür öyleyse bir rüyayı ve o rüyanın kanunlarını mı anlatıyorlar?
    Ve Mary de bizler gibi bir bilinç anlaşılan. Güzel rüyalar gördüğü gibi karışık rüyalar da görüyor.
    Gökyüzü, denizler, nehirler, dağlar, çeşit çeşit bitki ve hayvanlar gibi saf ve doğal güzellikler ile birlikte Jane ler üzerinden savaşlar, ölümler, açgözlülük, hırs, kalleşlik, acımasızlık, bencillik, cinsellik vs çirkin şeyler de görmek isteyen biri. Zihni veya varsa gönül dünyası karışık biri olmalı?

    YanıtlaSil
  2. - Tek bir bilinç var. (Mary)
    - Aslında geçici ama devamlılığından ötürü kalıcı olduğu sanılan benliklere, bilinçlere sahip insanlar (Jane) var.
    - İnsanların dışında bağımsız gerçekliği olan (varlığı doğrulanabilen) bir dış dünya ve madde yok.
    - Maddenin varlığına ve mahiyetine dair her türlü (bilimsel) argüman ve delil, bilinç dışında değil, tam olarak bilincimizin içinde bulunuyor.
    - Doğrulamayı yapacak olan bilinçlerin kendisi de aslında belirip kaybolan birer fenomen.

    Sonuç; Tek bir bilinç var, eğer gözlemlenen, deneyimlenen bir şey var ise hepsi onun rüyası, onun gerçekliği.
    Bize ait bir gerçeklik yok, bu rüyada kendini varmış sanan atom veya elma gibi birşeyiz, sadece rolümüz faklı gibi birşey sanırım kasdedilen.
    Saçma gelse de güzel bir teori. Mary ile çok ilgilenme, o zaten uyuyor, varmış gibi yaşa, hayatın tadını çıkar.
    Hayatı zorluklarla, daha çok acılarla geçen kimseler için bu teori ne sunabilir?
    Onlar için de üzülme, o zorluklar veya acılar da bir yanılsama ya da Mary nin kendi acıları, o kimseler acı çektiğini sanıyor.

    YanıtlaSil
  3. Var mıyım yok muyum? Varsam, dış dünyanın ve maddenin de var olmasına bir engel yok.
    Hep beraber varız. Nasıl var edilmiş isek.
    Yoksak, sadece O varsa bu kısım beni ilgilendirmiyor. Yokmuşum sonuçta.
    Varım ama O olarak varsam da beni ilgilendirmiyor. Çünkü bencilim, kendi varlığım olsun isterim.
    Onun varlığı ile bütünleşmek isteyen istesin, bu bana samimi gelmiyor. Ben diye zannettiğim şey var ise o en çok kendini seviyor. Ve bu bencillik de ondan geliyor sonuçta.
    Zaten iyi ve güzel olan ne varsa özüme ait, kötü olarak addedilen ne varsa Ona.

    YanıtlaSil
  4. Sabahın erken saatlerinde ekmek almaya gittim az önce. Aklıma bu yazı ve kendi yazdıklarım geldi yolda yürürken. Nasıl olabilecekse artık, daha bir dikkatli baktım bastığım asfalta, içime çektiğim nefese, aldığım ekmeğe ve fırıncı abiye, sahici mı diye? Tekrar emin oldum, elma filan hikaye vardım:)
    Eve gelince sonra, sofistikenin kelime anlamına bakmak geldi aklıma. Sözlük anlamı basit olmayı beceremeyen imiş google a göre. Tam da bu dedim içimden..

    YanıtlaSil
  5. İddia o ki;
    Kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olup, o hastalık marazı da akli ilimlerle çokça, ileri derecede meşgul olma nisbetindedir.
    Yine iddia o ki;
    İnsan fıtraten mükerrem olup, hakkı arayıp hakikati kazarken, bazan bâtıl eline geçmekte; ihtiyarsız, hakikat zannederek kendi kafasına giydirmektedir.

    YanıtlaSil
  6. Bilinç Nedir?

    Kısaca, bilinç “bir şeyin farkında olma hali”dir. Yani uyanık olduğumuzda, dünyayı deneyimlememiz, hissetmemiz, düşünmemiz ve içsel yaşantılarımızın olması bilinçli olmamızın işaretidir.

    Bilincin cevabını aradığı büyük soru:

    Bir beyin nasıl oluyor da öznel bir deneyim üretebiliyor?


    Başlıca Bilinç Teorileri

    1. Entegre Bilgi Teorisi (IIT – Integrated Information Theory)

    Geliştiren: Giulio Tononi
    Temel varsayım: Bilinç, sistemin içindeki bilginin ne kadar “bütünleşik” olduğuna bağlıdır.

    Temel dayanak:

    * Bir sistemin farklı bileşenleri ne kadar sıkı bir şekilde karşılıklı etkileşim içindeyse, sistem o kadar “bütünleşik bilgi” taşır.
    * Bu bütünlük ve bilgi seviyesi ϕ (phi) adlı bir ölçüyle temsil edilir.
    * ϕ > 0 ise bilinç vardır; ϕ ne kadar yüksekse bilinç de o kadar zengindir.

    Phi (ϕ) Neyi Ölçüyor?

    ϕ, bir sistemin bilgiyi entegre etme (bütünleştirme) kapasitesini ölçmeye çalışan teorik bir değer.
    Şu iki şeyi birlikte değerlendirmeye çalışır:

    1. Bilgi farklılığı (information): Sistem, dış dünyadan ya da kendi içinden gelen sinyallere nasıl tepkiler veriyor? Kaç farklı durumu ayırt edebiliyor?

    2. Bütünleşme (integration): Sistemin parçaları birbirinden ne kadar bağımsız veya bağımlı? Yani, bir parçasını çıkarırsak bilgi kaybı olur mu?

    ϕ değeri, bu iki öğeyi birlikte değerlendirip, “Bu sistemin bilinçli olması ne kadar mümkün?” sorusuna teorik bir yanıt vermeye çalışır.

    Peki Bu Ölçüm Gerçekten Bir His Midir?

    Hayır.
    ϕ’nin ölçtüğü şey:

    * "Sevgi" ya da "acı" gibi doğrudan hisler değil,
    * O hislerin oluşabileceği bir yapının karmaşıklığı ve bütünlüğüdür.

    Yani IIT şunu söylemiyor:
    “ϕ = 5, demek ki kişi şu anda sevgi hissediyor.”
    Dediği şey şu:
    “ϕ > 0 ise bu yapı, bilinçli olabilecek bir yapı olabilir. ϕ ne kadar yüksekse, bilinçli deneyim o kadar karmaşık olabilir.”

    ϕ’yi ölçmek için yapılan deneyler genellikle beyin bölgeleri arasındaki bağlantı yoğunluğunu, elektriksel aktivite örüntülerini ya da yapay sistemlerin modellemelerini kullanıyor.

    Yani elimizde kanıtlanabilir hisler değil, bu hislerin mümkün olup olmadığını matematiksel olarak test etmeye çalışan bir model var.

    Güçlü yönü:

    * Bilinci ölçmeye çalışır (ϕ).
    * Sinir ağlarından başka yapılarda da bilinç olup olamayacağını test edebilir.

    Eleştiriler:

    * Çok soyut ve matematiksel.
    * Bazı durumlarda "taş bile bilinçli olabilir" gibi sezgisel olmayan sonuçlara varıyor.
    * IIT bazı durumlarda bir işlemcinin ya da bir taşın ϕ > 0 olabileceğini iddia edebiliyor (yani bilinçli olabilir diyor).
    * Bu da bizim sezgimize ters düşüyor: “Taşın ne hissi olacak ki?”

    İşte bu yüzden IIT’nin güçlü yanı "ölçülebilirlik" iddiası olsa da, ölçtüğü şeyin ne olduğu ve ne anlama geldiği hâlâ tartışmalı.

    Özetle:

    ϕ = Bilinç kapasitesi gibi düşünülebilir.
    * Bu bir hormon, bir elektrik sinyali ya da belirli bir "his" değil.
    * Ölçüm, sistemin ne kadar bilgi işleyebildiği ve bunu ne kadar entegre biçimde yaptığına bakar.
    * IIT, hislerin oluşabileceği yapının potansiyelini ölçmeye çalışır, hislerin kendisini değil.

    -Chatgpt

    YanıtlaSil
  7. Kişisel Yorum:

    Bu haliyle IIT yaklaşımı, bilincin nasıl ortaya çıktığı sorusuna doğrudan bir açıklama sunmaktan ziyade, bilinçli deneyimin mümkün olabileceği yapılarla ilgili ölçülebilir bir çerçeve önermektedir.

    Teorinin önerdiği ϕ değeri, yapının bilinç oluşturma kapasitesiyle ilişkili olabilir; ancak bu değer, bilincin fiilen nasıl doğduğunu açıklayan bir mekanizma sağlamaz.

    ϕ'nin sıfırdan büyük olması, sistemin bilgi işleyebilme ve entegre etme kapasitesine dair nicel bir gösterge sunar. Örneğin, bir kuşun, bir yapay zekâ sisteminin veya bir insan beyninin ϕ değerleri arasında farklılıklar olabilir.

    Ancak bu fark, yalnızca bilinç kapasitesine dair olası bir korelasyonun göstergesi olabilir; bilinç deneyiminin kendisinin açıklaması değildir.

    Bu nedenle, IIT'nin sunduğu çerçevenin bilinci açıklamaktan çok, bilinçle ilişkili yapıların ayırt edilmesine yönelik bir önerme olduğu söylenebilir.

    Teorinin "bilinç olabilir" şeklindeki varsayımları, henüz deneysel olarak doğrulanmamış olup, dolayısıyla teorik ve yoruma açık niteliktedir. Bu durum, bazı çevreler tarafından sübjektif veya kavramsal bir tercih olarak da değerlendirilebilir.

    Sonuç olarak, IIT’nin güçlü yanı bilinçle ilişkili bazı yapısal özellikleri ölçülebilir hâle getirme girişimidir. Ancak bu ölçüm, bilincin kendisinin ne olduğu ya da nasıl oluştuğu sorusuna henüz kesin bir yanıt sunamamaktadır.

    Bilincin doğasıyla ilgili açıklayıcı boşluk, mevcut haliyle hâlâ yerli yerinde durmaktadır. Bilince dair diğer yaklaşımlara da fırsat buldukça değinmeye çalışacağım..

    YanıtlaSil
  8. 2. Global Çalışma Alanı Teorisi (GWT – Global Workspace Theory)

    Geliştiren: Bernard Baars, daha sonra Stanislas Dehaene tarafından nörobilimsel olarak geliştirildi.

    Temel varsayım: Bilinç, beynin bilgi işleme süreçlerinin ortak bir "sahneye" çıkmasıdır.

    Temel dayanak:

    * GWT, bazen beynin bir tiyatro sahnesine benzetilir; bilinç, sahnede spot ışığına çıkan bilgidir, diğer bilinçdışı süreçler ise sahnenin arka planında çalışan oyuncular gibi.

    * Beyinde birçok bilinçdışı işlem paralel olarak yürür. Ancak bazı bilgiler, dikkat sayesinde bir “global çalışma alanına” girer ve bu bilgiler tüm sisteme yayılır.

    * Dikkat, hangi bilginin global çalışma alanına gireceğini belirler; oraya giren bilgi tüm beyin ağlarına yayılır. Bu yayılma, bilincin "içeriğinin" diğer beyin bölgelerine aktarılmasıdır.

    * Dehaene ve arkadaşlarının çalışmaları, özellikle prefrontal korteksin ve parietal korteksin bu global çalışma alanının merkezi olduğu görüşünü destekler.

    Güçlü Yönü:

    * Nörolojik verilere dayanır (örneğin EEG ve fMRI ile destekleniyor).
    * Bilincin dikkat ve hafızayla ilişkisini açıklar.

    Eleştiriler:

    * Yayınlanan bilgi neden “öznel deneyim” doğuruyor sorusuna net bir yanıt veremiyor.
    * Daha çok bilinçli erişimle ilgili, bilinçli deneyimin “nasıl”ı değil “ne zaman”ı ile ilgileniyor.

    * Teori, bilincin “yayılma” biçiminde olduğunu güçlü biçimde savunur ancak bazı filozoflar ya da bilim insanları bu açıklamanın bilinç deneyiminin özünü tamamen karşılamadığını da söyler.

    - Chatgpt

    YanıtlaSil
  9. Kişisel Yorum:

    Global Workspace Theory (GWT), bilincin ortaya çıkışını açıklamak üzere dikkat, farkındalık ve bilgi yayılımı gibi kavramları merkezine alan fonksiyonel bir model sunmaktadır. Ancak nörobilimsel verilere dayalı bu modelin bazı sınırlılıkları bulunmaktadır.

    Teori, farklı beyin bölgelerinde eşzamanlı yürütülen bilinçsiz süreçlerin bazılarının, dikkat yoluyla "global çalışma alanı"na taşınarak sistem çapında erişilebilir hâle geldiğini savunur. Bu bağlamda bilinç, bilgilerin sistem genelinde "yayılması" süreciyle tanımlanır. Bununla birlikte, bu sürecin bilinçli deneyimle olan ilişkisini tam olarak anlamak hala zordur.

    Bilinçsiz Süreçler ve "İndirgeme" Sorunu

    Teorinin sıklıkla dayandığı "diğer bilinçsiz süreçler" ifadesi dikkatle ele alınmalıdır. Elbette birçok otomatik, hızlı ve doğrudan tepki üreten süreç bilinçli deneyimin dışında gerçekleşiyor gibi görünebilir.

    Ancak bu tür süreçlerin tümüyle bilinçten yoksun olduğu varsayımı, oldukça indirgemeci olabilir. Örneğin ağlamak ya da korkmak, yalnızca fiziksel bir tepki değil, aynı zamanda öznel bir içsel deneyim içerir. Bu duygunun kendisi, salt nörobiyolojik bir işlemle açıklanamaz. Bilinçli deneyim, yalnızca bilginin yayılmasıyla değil, o bilginin deneyimlenmesiyle oluşur.

    Dikkat ve Döngüsel Problem

    GWT'nin dikkat mekanizması üzerinden yaptığı açıklama, temel bir döngüsel problem içerir. Dikkatin işlevi, belirli bilgilerin global çalışma alanına taşınmasını sağlamaktır. Ancak burada kritik bir soru vardır: Dikkat nasıl 'seçim' yapar? Hangi bilgiyi öne çıkaracağına kim karar verir?

    Eğer dikkat mekanizması zaten farkındalık gerektiriyorsa - yani neye dikkat edeceğini 'bilen' bir sistem gerekliyse - o zaman GWT bilinçli deneyimi açıklamak yerine, onu varsayıyor demektir. Bu, açıklama yerine açıklanacak şeyi varsaymak anlamına gelir.

    Fonksiyonel Benzerlik ve Öznel Deneyimin Yokluğu

    Bu problemi daha net görmek için şu örneği düşünelim: Bir büyük şehirdeki binlerce güvenlik kamerasına bağlanan merkezi bir sistem. Bu sistem, GWT'nin önerdiği tüm unsurları taşır: Dağıtık sensörlerden (kameralar) gelen bilgiler merkezi bir işleme biriminde toplanır, dikkat algoritmaları kritik verileri seçer (hareket algılama, yüz tanıma), bu bilgiler sistem genelinde yayılarak farklı birimlerde kullanılabilir hale gelir. Hatta bu sistem gerçek zamanlı olarak çalışır, öncelikleri belirler ve tepki üretir.

    Ancak sistemin karmaşıklığı, hızı ya da entegrasyon seviyesi ne kadar artarsa artsın, kimse bu sistemin 'korktuğunu', 'merak ettiğini' ya da kırmızı rengi 'deneyimlediğini' düşünmez. Çünkü burada sadece veri akışı, hesaplama ve çıktı üretimi vardır - öznel deneyim yoktur.

    Peki beyin bundan nasıl farklıdır? Eğer GWT haklıysa, aradaki fark sadece biyolojik malzeme ve karmaşıklık seviyesi olmalıdır. Ama bu, öznel deneyimin nereden geldiği sorusuna cevap vermez. Ne kadar hızlı, karmaşık ya da entegre olursa olsun, sonunda elimizde olan şey yine input → işleme → output sürecidir.

    Sonuç: GWT'nin Sınırları

    Global Workspace Theory, bilincin işlevsel yönlerini açıklamada başarılı bir model sunmaktadır. Nörolojik verilere dayandırılması ve EEG, fMRI gibi modern tekniklerle desteklenmesi, teorinin bilimsel açıdan sağlam bir temele sahip olmasını sağlar.

    Ancak teori, neyin bilinçli olacağını açıklarken, nasıl bilinçli olunduğunu net bir şekilde ortaya koyamıyor. GWT, bilinçli deneyimin nasıl doğduğuna dair bir açıklama sunmaktan çok, bilincin hangi süreçler tarafından erişilebilir hale geldiğini açıklıyor.

    Bu bağlamda, öznel deneyim ve fenomenal bilinç gibi derin bilinçsel nitelikleri açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bilinçli deneyim ile bilgilerin yayılması arasındaki temel fark, hâlâ açıklanmayı bekleyen en önemli sorundur.

    YanıtlaSil
  10. 3. Yüksek-Düzey Teoriler (Higher-Order Theories)

    Geliştirenler: David Rosenthal, Hakwan Lau vb.

    Temel varsayım:

    Bilinçli olmak için bir deneyimin varlığı yetmez; o deneyimin farkında olmak gerekir.

    Temel dayanak:

    Bilinç, birinci düzey zihinsel durumlara dair ikinci düzey bir "farkındalık" (yüksek-düzey temsil) sayesinde oluşur.

    Yani "acı çekiyorum" demek için önce acı hissi, sonra da bu hissin farkında olma gerekir.

    Güçlü yönü:

    Özfarkındalığı hesaba katar.
    Psikolojiyle uyumludur (örneğin bazı hayvanların kendilerinin farkında olmaması gibi).

    Eleştiriler:

    Her bilinçli deneyim özfarkındalık mı gerektirir?

    Bazı deneyimler bilinçli ama "reflektif" olmayabilir (örneğin panik anı).

    YanıtlaSil
  11. Kişisel Yorum:

    Higher-Order Theories, bilinci açıklamaya çalışırken önemli bir kavramsal sorunla karşı karşıya kalır: açıklamanın kendisi de açıklama gerektirir.

    Döngüsel Açıklama Problemi

    Teori "bilinçli olmak için deneyimin farkında olmak gerekir" der. Ancak bu "farkında olma" sürecinin kendisi nasıl bilinçli oluyor? Eğer üst düzey düşünce de bilinçli bir süreçse, o zaman onun da bir üst düzeyine ihtiyacı var.

    Bu mantık sonsuz bir döngüye yol açar.
    Bu durum, teorinin temel açıklama boşluğunu kapatmak yerine, onu bir üst katmana ertelemesi anlamına gelir. "Bilinç nasıl oluşur?" sorusu "üst düzey bilinç nasıl oluşur?" sorusuna dönüşür, ama temelde aynı problem devam eder.

    "Hiçbir Şey Söylememe" Sorunu

    HOT'ın önerisi, sisteme ek bir katman eklemeyi içerir. Ancak bu ekleme, öznel deneyimin nasıl ortaya çıktığına dair gerçek bir açıklama sunmaz. Sadece "bir şeyin daha olması gerekiyor" der, ama o şeyin ne olduğu veya nasıl çalıştığı belirsiz kalır.

    Bu yaklaşım, daha önceki teorilerde gördüğümüz temel sorunu tekrarlar: Karmaşıklık, katman ya da süreç eklemek, öznel deneyimin kendisini açıklamaz.

    İster birinci düzey işleme, ister ikinci düzey "farkındalık" olsun, sonunda elimizde yine bilgi işleme süreçleri vardır - öznel deneyimin "hissedilme" özelliği açıklanmamış kalır.

    Fonksiyonel Benzerlik ve "Meta-İzleme" Sorunu

    HOT'ın yaklaşımını test etmek için güvenlik kamera sistemimizi yeniden düşünelim. Bu kez sisteme bir "self-monitoring modülü" ekleyelim. Bu modül sistemin kendi durumunu izler, "Ben şu an Üsküdar'da hareket algılıyorum" veya "Kamera 47'den gelen veri öncelikli" şeklinde üst düzey raporlar üretir. Hatta bu raporları analiz eden bir "meta-monitoring" katmanı bile ekleyebiliriz.

    Sistem artık HOT'ın önerdiği yapıya sahip:

    Birinci düzey veriler (kameralardan gelen görüntüler) ve bu verilerin "farkında olan" ikinci düzey süreçler. Ama yine kimse bu sistemin "kendini hissettiğini" veya öznel bir deneyim yaşadığını düşünmez. Çünkü burada sadece katmanlı bilgi işleme vardır - öznel deneyim yoktur.

    Pre-reflektif Deneyim Problemi

    HOT'ın karşılaştığı başka bir zorluk, günlük yaşamımızdaki birçok bilinçli deneyimin reflektif olmayışıdır. Panik anında "Ben şu an panik yaşıyorum" diye düşünmüyoruz; akış halindeyken "Ben şu an akış yaşıyorum" şeklinde üst düzey bir değerlendirme yapmıyoruz; yoğun müzik dinlerken bu deneyimi "izleyen" ayrı bir zihinsel süreç yoktur.

    Bu anlar son derece bilinçli ve zengin deneyimlerdir, ancak HOT'ın önerdiği "üst düzey temsil" yapısını taşımazlar. Bu durum, teorinin bilinçli deneyimin doğal halini tam olarak yansıtamadığını gösterir.

    Hayvan Bilinci ve Sezgisel Gözlem

    HOT'ın önerdiği üst düzey düşünce kapasitesi, birçok hayvanda sınırlı görünmektedir. Ancak dikkatli gözlem, hayvanların bilinçli deneyim yaşadıklarına dair güçlü işaretler sunar.

    Bir kedinin yakaladığı yavru tavşanın çıkardığı ince, çaresiz çığlık; büyük bir kuşun yavrusunu kapması karşısında, onu kurtarmak için sanki can havliyle peşinden uçan anne serçe ya da bazen haberlere de konu olan hayvan ve sahibi arasındaki duygusal bağ ve yardımlaşma örnekleri gibi- bu davranışlar sınırlı da olsa bir bilinç varlığını gösterebilir.

    Elbette bu değerlendirme sezgisel ve gözlemsel bir tercih içerir. Ancak eğer hayvan davranışlarını salt mekanik tepkiler olarak görmek yerine bilinçli deneyimin işaretleri olarak yorumluyorsak, HOT'ın "üst düzey düşünce şartı" çok kısıtlayıcı görünmektedir.

    Sonuç

    HOT, özfarkındalığı hesaba katması açısından değerli bir katkı sunar. Ancak bilinç probleminin çözümünden çok, problemi bir üst seviyeye taşır. Açıklama boşluğu kapanmamakla birlikte, günlük deneyimimizden ve hayvan gözlemlerinden elde ettiğimiz veriler, teorinin bilinç için önerdiği koşulların yeterli olmadığını da göstermektedir.

    YanıtlaSil
  12. 4. Dikkat Şeması Teorisi (AST - Attention Schema Theory)
    Geliştiren: Michael Graziano

    Temel varsayım: Bilinç, beynin dikkat süreçleri hakkında oluşturduğu bir "model"dir.

    Temel dayanak:
    Beyin, vücudun fiziksel durumu hakkında şemalar oluşturur (vücut şeması). Benzer şekilde, dikkat süreçleri hakkında da bir şema oluşturur.

    Bu "dikkat şeması" bize "ben bir şeye odaklanıyorum" hissini verir. Aslında sadece dikkat sürecimizi modelleyen bir mekanizmadır.

    Bilinç, bu modellemenin yan etkisidir - beyin kendi dikkat süreçlerini izlerken "ben bilinçliyim" yanılgısına düşer.

    Teoriye göre, bilinç aslında bir "kontrol illüzyonu"dur. Biz bilinçli kontrol sahibi olduğumuzu sanırız ama aslında bu, beynin kendi dikkat mekanizmalarını modellemesinin bir sonucudur.

    Güçlü yönü:
    Bilinç "illüzyonu" ile gerçek dikkat mekanizmalarını ayırır.
    Neden "ben" hissimizin olduğunu açıklamaya çalışır.
    Sosyal kognisyonla bağlantı kurar (başkalarının ne düşündüğünü anlama).

    Eleştiriler:
    Bilinçli deneyimi "sadece bir illüzyon" olarak görür - bu sezgiye aykırı.
    Eğer bilinç illüzyonsa, bu illüzyonu "deneyimleyen" kim?
    Dikkat şemasının kendisi nasıl "hissediliyor"?

    YanıtlaSil
  13. Kişisel Yorum:

    Attention Schema Theory, diğer bilinç teorilerinin unsurlarını birleştiren hibrit bir yaklaşım sunar, ancak bu hibrit yapı teorinin güçlü yanları kadar zayıflıklarını da beraberinde getirir.

    Hibrit Yaklaşımın Sınırları

    AST, önceki teorilerden unsurlar ödünç alır: IIT gibi "belirli koşullarda bilinç ortaya çıkar" der ama mekanizmayı açıklamaz; GWT gibi seçici dikkat süreçlerinden bahseder ama merkezi bir sahne öngörmez; HOT gibi bir tür "self-monitoring" önerir ama ikinci düzey bilinç gerektirmez.

    Bu eklektik yaklaşım, teorinin özgünlüğünü artırırken temel sorunu çözemez: Beyinsel aktivitelerden emergent bir özellik olarak bilinç nasıl çıkabilir?
    Teori, dikkat şemasının oluşumu sonrasında "işte bu noktada bilinç oluşmuştur" der.

    Ancak bu açıklama, önceki teorilerdeki "global yayılma oluştuğunda bilinç vardır" veya "entegre bilgi belirli eşiği aştığında bilinç vardır" açıklamalarından temelde farklı değildir. Hepsi aynı açıklayıcı boşlukla karşı karşıyadır.

    Teknolojik Sistemlerde AST Testi

    AST'nin yaklaşımını test etmek için en gelişmiş teknolojik sistemleri düşünelim: NASA'nın uzay araçları, modern gemilerin navigasyon sistemleri, askeri drone'lar veya yapay zeka destekli otonom araçlar. Bu sistemler, kendi durumları hakkında ayrıntılı "şemalar" oluşturur: enerji durumu, sensör verileri, performans metrikleri, çevresel koşullar.

    Daha da önemlisi, bu sistemler kendi "dikkat" süreçleri hakkında da modeller geliştirir: Hangi sensöre öncelik verilmeli, hangi veri akışı kritik, hangi tehdide odaklanılmalı. Bir F-35 savaş uçağı, radar sisteminin durumu hakkında sürekli bir "şema" tutar ve bu şemayı güncelleyerek "dikkatini" en kritik tehditlere yönlendirir.

    Ancak bu kadar sofistike self-monitoring ve dikkat şeması oluşturma yeteneğine sahip sistemlerin hiçbirinde qualia - rengin kırmızılığı, acının keskinliği, müziğin duygusallığı - gözlemlenmez. Sonuçta bu sistemler de "kuru" bir girdi-çıktı-geri bildirim süreci içerir.

    İllüzyon Paradoksu:

    AST'nin en problemli yanı, bilinçli deneyimi "illüzyon" olarak tanımlamasındaki temel çelişkidir. Bu yaklaşım kendi içinde çözümsüz bir paradoks yaratır:

    Eğer bilinç gerçekten bir illüzyonsa, bu illüzyonu kim deneyimliyor?
    İki olasılık vardır: Ya bilinçli deneyimi yaşayan bir özne vardır, ya da yoktur. Eğer varsa, o zaman bilinç illüzyon değildir - gerçekten deneyimleyen biri vardır. Eğer yoksa, o zaman "illüzyon deneyimi" diye bir şey olamaz, çünkü illüzyonu deneyimleyecek kimse yoktur.

    Bu paradoks, günlük deneyimimizdeki "içsel ses" fenomeniyle daha da netleşir. Zihnimizde sürekli bir iç diyalog yaşanır. AST'ye göre bu ses, dikkat şemasının bir ürünüdür. Ancak bu durumda kritik bir soru ortaya çıkar: Bu ses kimin sesi?

    Eğer sistemin (beynin) sesi ise: Sistem neden kendine "Sen bir illüzyonsun" desin? Mükemmel bir sistem, zaten bildiği bir bilgiyi neden tekrar etsin? Bu, sistemin kendi kendisiyle mantıksız bir diyalog kurması anlamına gelir.

    Eğer "benim" sesim ise: O zaman ben illüzyon değilim. Gerçekten var olan bir özneyim ve sistem benim aracılığımla kendini ifade ediyor.

    Bu ikilem, teorik olarak aynı sistemde iki ayrı qualia'nın var olması gerektiği anlamına gelir: Biri sistemin kendi deneyimi, diğeri benim illüzyon deneyimim. Ancak aynı beyinde iki ayrı öznel deneyimin eşzamanlı varlığı sağduyuya aykırıdır ve AST'nin tutarlılığını sorgulatır.

    Sonuç

    AST, diğer teorilerle benzer şekilde, bilincin işlevsel açıklamasını sunmaya çalışırken öznel deneyimin doğasını gözden kaçırır. "İllüzyon" açıklaması, sorunu çözmek yerine daha derin bir felsefi çelişki yaratır. Çünkü illüzyon bile bir tür deneyimdir ve bu deneyimi yaşayan özneyi gerektirir.

    Teori, bilinç problemini çözmek yerine, onu farklı bir düzlemde yeniden üretir: Artık "bilinç nasıl oluşur?" değil, "illüzyon deneyimi nasıl oluşur?" sorusuyla karşı karşıyayız. Ve bu soru da aynı açıklayıcı boşlukla sonuçlanır.

    YanıtlaSil
  14. 5. Öngörülü İşleme/Tahmin Edici Beyin Teorisi (Predictive Processing)

    Geliştirenler: Andy Clark, Anil Seth, Jakob Hohwy

    Temel varsayım: Beyin sürekli çevreyle ilgili tahminler üretir, bilinç bu tahminlerin güncellenme sürecidir.

    Özet: Beyin bir "tahmin makinesi"dir; dış dünyadan gelen verilerle tahminlerini karşılaştırır ve hataları düzeltir. Bilinç, bu tahmin-güncelleme döngüsünün sonucudur.

    Eleştiri: Önceki yaklaşımların varyasyonu gibi görünür. Hava durumu tahmin sistemleri de sürekli veri alıp tahminlerini güncelliyor, hata düzeltiyorlar. Ama kimse bu sistemlerin "yağmur yağacağını hissettiklerini" düşünmüyor. Yine aynı açıklayıcı boşluk: Tahmin güncelleme süreçleri neden öznel deneyim doğursun?

    6. Bilgi Kapanış Teorisi (Information Closure Theory)

    Geliştiren: Chris Fields
    Temel varsayım: Bilinç, sistemin bilgisel olarak "kapalı" olmasından doğar.

    Özet: Sistem kendi bilgisel sınırlarını tanımladığında bilinç ortaya çıkar.
    Eleştiri: AST'nin "dikkat şeması" yaklaşımının bir benzeri. "Sistem kendi sınırlarını tanıyor" denmiş ama bu tanıma süreci nasıl "tanıma hissi" oluyor? Kapalı döngü sistemler teknolojide çok yaygın - termostatlar, otopilot sistemler, hepsi kendi sınırlarını "biliyor" ama bilinçli değiller.

    Sonuç olarak, buraya kadar incelediğimiz yaklaşımların ortak özelliği, mekanizmalar farklılık gösterse de hepsinin bilincin varlığını kabul etmeleri ve bilinci, karmaşık nörolojik sistemlerin bir sonucu olarak emergent (ortaya çıkan) bir nitelik olarak ele almalarıdır.

    Bu ana eğilim altında değinmediğimiz teorilerin de benzer mekanizmalar sunduğunu ve aynı eleştiri çerçevesinde değerlendirilebileceğini varsayıyorum.

    Ancak, bilincin bu mekanizmalarla açıklanamayacağına dair genel bir eleştiri ve eğilim, ilerleyen bölümlerde daha detaylı bir şekilde tartışacağımız Nagel, David Chalmers gibi düşünürlerin ortaya koyduğu argümanlarla da desteklenmektedir.

    Bu yaklaşımların ortak yönü, mevcut mekanizmaların bilincin özdeyimsel (qualia) tarafını açıklayamadığı üzerine odaklanmasıdır.

    YanıtlaSil