Header Ads Widget

test banner

Hizmet’in Başına Gelenlere Dair Güncel Mülahazalarım




Devleti ele geçirme…

Bizim ne mecburiyetimiz vardı da, kırk yıldır, devleti ele geçirme hevesinden hiç geri durmadık? Devletin bütün kadroları bizim Hizmetkâr kardeşlerimizle dolu olsaydı ne geçecekti elimize? 

İşte görüyoruz, görüyorsunuz, bu mübtezel siyasi İslamcılar devleti ele geçirdiler de ne oldu? Başları göğe mi erdi yani?


Kimin kimi/neyi ele geçirdiğini zamanla daha net göreceğiz. 

 

Bu babda, bizim siyasi İslamcılardan ne farkımız var-dı, ne farkımız kaldı? Özgür Koca’nın deyimiyle “HEPİMİZ İSLAMCIYIZ!” https://kitalararasi.com/2018/11/26/hepimiz-islamciyiz-ozgur-koca/ .

 

Bizi batıran, memleketimizde insan içine çıkamaz hale getiren, memleketi bize dar eden, bize “vatan haini fetö” damgasını vurduran, devleti ele geçirme uğruna oluşturduğumuz, üstüne basarak/altını çizerek, aha da buraya yazıyorum : “mahrem hizmetlerdir, mahrem hadimliklerdir, mahrem imamlıklardır, mahrem imamlardır, mahrem abilerdir, mahrem haberleşmelerdir, mahrem..., mahrem..., mahrem...”.

 

Bizim Hizmetkâr kardeşlerimizin ne mecburiyeti vardı da, onları BYLOCK’a yönlendirdi içimizden birileri…?

 

Aşağıda yazacaklarım, doğru bulduğumdan, doğru olduğuna inandığımdan, bize bu zulümleri reva görenlere hak verdiğimden değil... 

Sadece ve sadece gerçeklerin böyle olduğunu düşündüğümden…

 

TC Devleti de dahil olmak üzere, dünyadaki bütün devletler zalimdir, insafsızdır, merhametsizdir. 

Alî (yüksek) menfaatleri uğruna savaşlara girdikleri gibi, lüzumuna hükmettiklerinde, bekalarına kasdolunduğuna kanaat getirdiklerinde, kendilerini, rejimlerini, vatanlarının ve milletlerinin bölünmez bütünlüğünü tehlikede gördüklerinde, karşılarındakiler vatandaşıymış, değilmiş, gençmiş, ihtiyarmış, çolukmuş, çocukmuş, suçluymuş, suçsuzmuş… ayırdetmez, kimsenin gözünün yaşına bakmaz, topyekun defterlerini dürerler.

 Devletler bu manada seri katildirler.

 

Kim devleti ele geçirmeye yeltenirse, bırakalım din kardeşliğini, babalarının oğlu olsanız, peygamber torunu olsanız, gözünüzün yaşına bakmaz, sizi hâk ile yeksân ederler, yerle bir ederler.

Peygamber torunlarına, Âl-i Beyt’te merhamet etmeyen o günün Muaviyeleri, Yezidleri, Mervanları, falanları, filanları, feşmekanları gibi, bugünün siyasi İslamcı Yezidlerini, Süfyanlarını vesaireleri kullanan TC devleti de size, bize merhamet etmedi. 


Dünyayı doğru okuyamayan, dini de doğru anlayamaz. Zira, din sadece Ahiret için değil. Kaldı ki Ahiretimizi de bu dünyada kazanma durumundayız. Dinimizi dünya hayatında nasıl ete kemiğe büründüreceğiz?

 

Dünyayı, hayatı, olayları, toplumları ve insanları doğru okuyarak, doğru anlayarak, doğru tanıyarak...

 

Devlet aklının nasıl çalıştığını akletmemek, anlayamamak, düpedüz, mollalıktır, dünyayı yanlış okumaktır.


Memlekette, bize duyulan kin, nefret ve öfkenin yegâne sebebi, senelerce, inatla ve ısrarla bu tehlikeli hevesin peşinde koşmuş olmamızdır. Bizi, devlete sızma hedefimiz yüzünden bitirdiler. Değilse, bize niye düşman olsunlar ki..?

 

Bizim okullarımızdan mezun olan gençlerin, yani, sevdiğimiz tabirle, Anadolu evladının, istediği yere girmesine karşı çıkan yok ki. İsteyen istediği yere müracaat eder, imtihanlarına, mülakatlarına girer. Başarılı olursa, gider, orada çalışır, vatanına, milletine hizmet eder.

 

Almıyorlarsa da girmez! Bu kadar basit! 

Buna muhalefet eden yok ki.

 

Amma..., biz bunu mahremiyete büründürerek organize ettik senelerce...

 

İşte bu yanlış idi, hata idi. Hem de affedilmez, müsamaha gösterilmez, tolere edilmez bir hata idi.

 

Biraz empati yapın yahu! 

Siz olsaydınız onların yerinde, siz de ayni şeyi yapardınız.

 

Burada mes’ele, gariban Anadolu evladının, kendi ülkesinin “anasının ak sütü gibi” girmesi helal olan kurumlarına girmek istemesi değil.

 

Mes’ele, bizim bunu mahrem usul ve yöntemler geliştirerek, mahremiyete büründürerek ve üstelik, bunu da büyük bir hırsla ve açgözlülükle, ‘’bizim uşaklardan başka hiçbir gencin girmesine meydan vermemecesine’’, “Rabbenâ hep banâ” görgüsüzlüğüyle yapmamız...

 

O kurumlara giren diğer uşaklar da Anadolu evladı. Onlar uzaydan gelmiyorlar.

 

Bıraksaydık, mahrem organizasyonlara kalkışmasaydık, mezunlarımızı örgütlü biçimde değil de, kendi kişisel çaba ve gayretleriyle, eğer isterlerse, o kurumlara girmelerine imkan tanısaydık, böyle bütün kin, nefret ve hased şimşeklerini ve oklarını üzerimize çekmezdik.

 

Bu mahrem işleri eleştirmek, mezunlarımıza “gidin köyünüzde, kasabanızda çoban olun” demek değil ki. Neden bunu anlamaya yanaşmıyoruz?


Herifler, bize memleketimizde cüceliği bile çok gördüler. Bize “Vatan haini fetö” dediler.  Değer miydi? Değdi mi?

 

Vallahi de değmezdi, billahi de değmezdi, tallahi de değmezdi…😞

 

Bu kabilden, ciddi ve sarsıcı bir nefis muhasebesi, Hizmet muhasebesi yapmaya mecburuz.

 

Nefsimize zor da gelse, ağır da gelse, bu muhasebeyi, en ağır şekliyle yapmak mecburiyetindeyiz.

 

Bunları dile getirmenin moral ve maneviyat bozmakla hiçbir alakası yok.

 

Herbirimiz, herbir Hlzmetkâr kardeşimiz bu muhasebeyi, bu can alıcı, can yakıcı detaylarıyla ve ciddi ciddi herşeyimizi sorgulayarak yapmalı.

 

Bu hezimetin ve bu hezimete yol açan sebeplerin, saiklerin, fiillerin, kararların ve tabii ki bunların sorumlularının sorgulanmadık hiçbir yanı, yönü kalmamalı. Dersler çıkarılmalı. Hem de bütün Hizmetkârlar tarafından.

 

Bu muhasebe ve sorgulama ihtiyacı, zarureti, mecburiyeti kesinlikle ıskalanmamalı.

 

Neden bunları alenî konuşuyoruz? 

Neden konuşmayalım ki?

 

Herşeyi açık açık müzakere ve mütalaa etmenin ne mahzuru olabilir? Mahremiyet ve gizlilik eğilimi genlerimize, dokularımıza, kimyamıza işlemiş.

 

Türkiye’de bittik, bitirildik. Kısa, orta ve uzun vadede, dünyada da aynı akıbete dûçâr olmak istemiyorsak, eğri oturup, doğru konuşmamız lazım.

 

Bulunduğumuz ülkelerde, buzlu cam gibi değil, şeffaf cam gibi olmalıyız.

 

Bize bakan, şeffaf cama bakar gibi, bizim içimizi, dışımızı görmeli, görebilmeli.

 

Memlekette yaptığımız ve helakımıza sebep olan mahrem alışkanlıkları, mahrem işleri terketmeliyiz. Bunu da herbir Hizmetkâr kardeşimiz duymalı, öğrenmeli, içselleştirmeli.


Bulunduğumuz ülkelerde, memleketimizde yaptığımız gibi (daha doğrusu Hizmet karar vericilerinin yaptıkları gibi…) HÜKÜMET DEVİRMEYE FALAN ASLA KALKIŞMAMALIYIZ…🤓

 

Bu yüzden bendeniz bütün fikir ve kanaatlerimi tanıdığım, bildiğim herkesle alenen ve açıkça paylaşıyorum.

 

Bundan da hiç gocunmuyorum. Niye gocunayım ki! Yarası olan gocunur demişler. Doğru demişler.

 

Hem baştan beri yazdıklarım sır değil ki. Memlekette de, dünyada da, gizli işleri bilmesi gerekenlerin, bu amaçla örgütlenenlerin, yani erbabının zaten bildiği şeyler.

 

Herşeyimizle, her halimizle, her yönümüzle şeffafiyet şart ve olmazsa olmaz... Ben bunu bilir, buna inanır, bunu söylerim...


Türkiye’de devlete sızmanın tehlikesini görememek mollalıktır!

 

Türkiye’de bunu farkedemeyip, arabayı duvara toslatanlar, bununla da kalmayıp, uçuruma yuvarlatanlar, öngörüsüzdür, basiretsizdir, firasetsizdir, vizyonsuzdur, ufuksuzdur...!


Sünnetullah, Allah’ın kainata koyduğu kanunlardır ve hata kabul etmez, hatayı yapanların Müslüman/kafir/münafık/vs olduğuna da hiç bakmaz.

 

Bıçak ile tedbirsiz ve dikkatsiz oynuyorsanız, elinizi, ayağınızı kesersiniz.

 

Su ile tedbirsiz, dikkatsiz oynuyorsanız, boğulursunuz.

 

Silaha oyuncak muamelesi yapıyorsanız vurulursunuz, ölmeseniz de yaralanır, muhtemelen sakat kalırsınız…

 

Devlet ile kavga etmeye yeltenirseniz devletin tokatını yersiniz!

 

Devleti ele geçirmeye yeltenirseniz, hâk ile yeksân olursunuz, yerle bir olursunuz.

 

Dikkat edin…!

Devleti haklı bulmuyorum, devlet haklıdır demiyorum


Devletler, tarihteki ilk kurulan devletten, günümüze dek kurulan bütün devletler, Müslümanlarınkiler de dahil, hatta Müslümanların kurduğu devletler en başta olmak üzere, SERİ KATİLDİRLER. İNSAF, MERHAMET, ŞEFKAT gibi şeyler ONLARIN KİTABINDA YAZMAZ. Ali (yüksek) MENFAATLERİ İÇİN BABALARININ OĞLUNU BİLE KATLEDERLER!

 

Eğer bu mübarek Hizmet’in karar vericilerinde birazcık ufuk ve vizyon olsaydı, devleti ele geçirmek gibi hevesatın tehlikeleri konusunda FG’i usulünce ikaz ederlerdi.

 

Bizim, Müslümanlar olarak, devleti ele geçirmek gibi bir saplantımız hiç, ama hiç olmamalıydı...

Gerisi laf-ü güzaf (boş laf) tır…😊

 

Devlete dair bu kanaatlerim, devletçi olduğumdan, devleti kutsadığımdan, devletin zalim ve abus suratını beğendiğimden değil. Bilakis, devletle aşık atılamayacağına, onunla başa çıkılamayacağına olan inancımdan.

 

Devletler zalimdir, gaddardır, devletlerin kitabında insaf, merhamet yazmaz.

 

Muaviye’nin, Abbas’ın, Selahaddin’in, Gaznevi’nin, Babür’ün, Safevi’nin, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın, Fatımi’nin ve dünyadaki gelmiş geçmiş bütün devletlerin ortak karakterleri böyledir.

 

Sünnisiyle, Şiasıyla, biz müslümanların yanılgısı, ‘’din-ü devletin ikiz kardeş olduğu’’ yönündeki telakkimiz, yani dinimizi devletle özdeşleştirmemizdir.

 

‘’Din ve devlet ikiz kardeştir’’ anlayışından bahsediyorum. Bu anlayış biz müslümanların gözünde, devleti din gibi kutsallaştırıyor.

 

Yanlışlık burada.

 

Bu arada, bilirsiniz, anarşizm devleti kabul etmez. Devletsiz bir dünya hayali ve peşindedir. Halbuki, devletsiz bir toplum düzeni düşünülemez.

 

Amma, devlet, müslümanın YEGANE hedefi olmamalı. Dinimizi devletsiz de pekala ve adam gibi yaşabiliriz.

 

İşte şimdi herbirimiz AB ülkelerindeyiz, ABD’deyiz, Kanada’dayız, Avustralya’dayız. BAŞÖRTÜSÜ VE BENZERİ, dinin aslıyla, özüyle herhangi bir alakası olmayan, sadece ve sadece bir gelenek ve kabul olan fürûâtı saymaz isek, Muazzez Dinimizi yaşamakta var mı bir sıkıntımız? 

Hangi birimiz sözümona şeriat ile idare olunan veya Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkeye sığınabildik?

 

Biz müslüman Türkler, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizden ötürü, devleti kutsuyoruz. Devletsiz edemeyiz sanıyoruz. 

Yanlışlık burada.

 

Ahiret suallerinde, Rab bize devletinizi neden ele geçirmediniz demeyecek.


FG aynen Said-i Kürdi gibi, cübbeli ahmed soytarısı ve emsali gibi, içinden geldiği uyduruk muaviye (Sünni) islamı geleneğinin günümüzdeki mümessillerinden…

 

Bu tiplerin bilaistisna tamamının “devleti ele geçirme, devlete sahip olma, İslam devletini (ne idüğü belirsiz şeriat-ı ğârra’yı) yeniden tesis ve ihya etme” şeklinde ifade edilebilecek emelleri, hevesleri, gaye-i hayalleri, moda tabirle saplantıları, takıntıları, muarızlarının tabiriyle söylersek, gizli ajandaları var.

 

Gerek eski asırlarda, gerek son birkaç asırda, gerekse asrımızda, devleti ele geçirerek İslamîleştirme gaye-i hayali, bütün ulema, şüyûh, pîran, mürşîdân, hacegân, vesairede mevcud.

 

Tabir-i dîğerle, dîn-ü devletin beraberliği, birbirlerinden ayrılamazlığı anlayışı üzerine bina edilmiş ve idealize edilmiş bir islamî hayat telakkîsi hepsinde, müştereken ve bilaistisna mevcud.

 

Bu zihniyetin “Din ve Devlet ikiz kardeştir” hüküm ve kabulüne istinad ettiğini, dayandığını düşünüyorum.

 

Hatta, bu “Din ve Devlet ikiz kardeştir” sözünün (uyduruk) bir hadis olarak meşhur olduğunu, taaa Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün tesis ettiği Nizamiyye Medreselerinden bu yana, talebe-i ulûma böyle belletildiğini ve ümmet-i müslimîne böyle öğretildiğini biliyoruz.

 

Aslında bu sözün bir peygamber sözü falan olmayıp, Ardeşîr denilen bir Sasanî kralının sözü olduğu, İmam-ı Gazzalî ve emsallerince, hadismiş gibi uydurularak peygambere nisbet edilerek ümmete belletildiği... gibi müşahhas ve doğru tarihî malumatı da hatırlamakta/hatırda tutmakta/hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum.

 

Yani, bizim klasik/Sünnî ve Şii ulemanın zihin dünyasında, çok derin ve köklü bir din-ü devlet beraberliği, devletin dinsiz, dinin devletsiz olamayacağı ictihadı/kabulü/anlayışı mevcud.

 

Hz. Osman’ın şehadetiyle mayalanmaya başlayıp, Hz. Ali’nin hilafeti müddetince, Muaviye denen şerefsiz herifin itirazlarıyla pekişen, Hz. Ali’nin şehadeti ve sonrasında Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin’in başlarına gelenlerle/getirilenlerle ete kemiğe bürünen, şerefsiz Muaviye’nin kendini ‘’İslamın ilk kralı’’ ilan etmesiyle ve bununla da yetinmeyip, kendisi daha hayatta iken şerefsiz oğlu Yezid’i de veliahd tayin etmesiyle iyice ayyûka çıkan ve Yezid denen bu şerefsizin de Ehl-i Beyt’e reva gördüğü zulümlerle tahkîm edilen saltanat, o günden bu güne kesintisiz devam ediyor.

 

Bütün İslam tarihini, saltanat-lar tarihi, saltanat içi taht mücadeleleri tarihi, saltanatlar arası hakimiyyet mücadeleleri tarihi olarak okumak, kabul etmek LAZIM.

 

Zaman gazetesinin seneler önce dağıttığı iki ciltlik muhtasar Osmanlı Tarihi kitabında okuduğum, Osmanoğulları’nın Karamanoğullarına hücum ederek Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırmasının şer’î altyapısını ve mazeretini oluşturan şu ulema ictihadını hala hatırlarım :

 

“Manî-i gaza’ya gaza, gaza-i ekberdir”!

 

Karşısındakini ‘’mani-i gaza’’, yani “benim gaza ve cihadıma mani oluyor” şeklinde bir uyduruk bir Şeyhulislam fetvasıyla damgalayıp, arkasından da ona karşı gaza etmek ‘’gaza-i ekber’’dir, yani en büyük gazadır, en büyük cihattır deyup, defterini dürüyor.

 

Bizim klasik, geleneksel Sünnî akîdemizde devlet olmazsa olmazdır. Biz devletsiz edemeyiz! Devlet-i ebed müddet... Devlet, bizim geleneksel Sünnî ulemamızın kızıl elma’sıdır!

 

İslamın uzak geçmiş asırlarını, yakın geçmiş asırlarını, oldukları yerlerde ve zamanlarda bırakalım. 

Olan oldu, yaşanan yaşandı ve hepsi tarihin tozlu raflarında yerlerini aldılar.

 

بسم... تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz. diyor Rabbimiz, Bakara 134’de. Asrımıza, günümüze gelelim.

 

Bu arada, yeri gelmişken, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları üzerine de birkaç kelam edelim.


Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye, batı karşısında evvela harp meydanlarında mağlubiyetler almaya başlayınca ve buna binaen toprak kayıpları başlayınca, Saray ve devlet erkânı, haliyle, bu konuya eğildiler, çareler aradılar, tedbirler geliştirmeye çalıştılar.

 

Ne yaptılarsa olmadı. Mağlubiyetler ve toprak kayıpları durdurulamadı.

 

Devlet gittikçe zayıfladı, kuvvetten düştü, küçüldü, sonunda da hâk ile yeksân olup tarihe karıştı.

 

Ulemamız bu uzun inkıraz/yıkılma sürecini “boyunduruğun yere bırakıldığı son üç asır” tabiriyle ifade ediyor!

 

Tanzîmât Fermanları, Islahat Fermanları, Gülhane Hatt-ı Hümayûn’ları, Vak’a-i Hayriyyeler, Nizam-ı Cedid’ler, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’ler, Mecelle’ler, Meclis-i Mebûsânlar, Meşihat-i İslamiyyeler, Mekteb-i Sultanîler, Mekteb-i Tıbbiyyeler, Mekteb-i Mülkiyyeler, Mühendishane-i Bahri-i Hümayûnlar, Mühendishane-i Berri-i Hümayûnlar, vesaire... bütün bu ve benzeri modernleşme ve çağa ayak uydurma çabaları ve gayretleri kifayet eylemedi, yeterli olmadı ve kendisini Devlet-i Ebed Müddet addeyleyen, kabul eden Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye göçtü gitti.

 

Bilhassa Devlet-i Âliyye’nin son asrında, bu işlere kafa yoran, her saf ve sınıftan, Osmanlı okumuş yazmışları, münevverleri arasında, kuvvetli bir damar olarak, “dinin terakkiye mani olduğu” tezi vücud buldu ve yaygınlaştı.

 

Bu konu, müdafileri ve muarızları arasında, uzun müddet tartışıldı ve bu ‘’din terakkiye manidir’’ damarı varlığını, kökleşerek sürdürdü.

 

İttihad ve Terakki Fırkası içinde de bu tez yaygın olarak savunuluyordu.

 

Mustafa Kemal ve silah arkadaşları da zaten gökten zenbille yeryüzüne inmediler.

 

Onlar, Osmanlı Erkan-ı Harbiyyesinin (Genel Kurmayının) en parlak ve donanımlı kurmay zabitânı idiler. Amma, kafaları ve gönülleri din, yani İslam konusunda karışık idi.

 

Kendi zihin ve gönül dünyalarında ciddi gelgitler yaşıyorlar, dini, yani İslam’ı, hem kendi hayatlarında, hem de cemiyet hayatında nereye koyacaklarını net olarak bilemiyorlardı.

 

Hatta bunlardan, Pozitivizm’i benimseyen bazıları için ise, din çoktaaaan gündem dışıydı, yani i’rabdan mahalli yok idi!

 

Eğri oturup, doğru düşünmeli, doğru akletmeli, elimizi vicdanımıza koymalı, insafı elden bırakmadan empati yapmalıyız.

 

Bu insanlar uzaydan gelmediler. Çağdaşları olan Batı’daki fikir akımlarından etkilenerek, dini terakkiye mani görürken, içinde doğup büyüdükleri Osmanlı cemiyyetini esas alıyorlardı.

 

Hurafelerle, kocakarı masallarıyla, cehaletle, üfürükçülükle, cincilikle, yeniliklere ve yenileşmeye muhalif ham softa ve kaba yobazlıkla ve benzeri sayısız illetlerle mefluç (felç olmuş) vaziyetteki Osmanlı müslüman cemiyetine bakıyorlardı...

 

Osmanlı müslüman cemiyyetinin bu haline dair hazîn ifadeleri, İslamcı şairimiz Mehmet Akif’in şiirlerinde mebzul (bol) miktarda görebiliriz.

 

Asırlar içinde, değişemeyen, kendini yenileyemeyen, güncelleyemeyen cemiyet, giderek kokuşmuş ve maddeten ve manen çürümeye yüz tutmuştu.

 

Bu ictimaî gerileme kendiliğinden ve kendi kendine pat diye bir anda meydana gelmedi.

 

Saray, yani Saltanat ve buna bağlı devlet erkânı ve ULEMA VE MEŞAYİH, özelde Osmanlı müslüman cemiyyetini, genelde de, hakimiyyeti altında tuttukları Arap ve diğer bütün müslüman teb’ayı ve cemiyyetteki İslamî hayatı dondurdular, kokuttular, yozlaştırdılar ve çürüttüler.

 

Burada kasdettiğim bizatihî Kur’an’daki İslamın kendisi değil, uyduruk muaviye islamıdır, Osmanlı cemiyyetinin müslümanlığıdır. 

Yani, gerçek Kur’an dini değil, KUR’AN’daki İslam değil, mel’un ümeyyeoğullarının uydurduğu yamuk islamdır. 

 

Benim gözümde diyanet, dinin ete kemiğe bürünüp, cemiyet hayatında görünmesidir.

 

Devlet-i Âliyye yıkılıp, onun enkazından bir TC Devleti’nin kurulması aşamasına gelindiğinde, son Osmanlı münevverlerini teşkil eden M. Kemal ve silah arkadaşlarının zihinleri ve gönülleri işte bu mes’elelerle meşgul idi.

 

Ve MAALESEF yaşadıkları acı tecrübeler, devletin sür’atle yıkıma gidişini durduramayışları, Balkanlarda ve diğer bütün cebhelerde şahid oldukları mezalim ve daha birçok acılar ve hatalar ve bunlara bağlı muazzam toprak kayıpları onları UYDURUK MUAVİYE DİNİNE uzak hale getirdi.

 

Devlet-i Aliyye’yi yıkan Batılı güçlerin, biz Müslüman Türklere ve Kürtlere ve Anadolunun bilumum Müslüman halklarına, şu küçücük Anadolu coğrafyasını dahi çok görerek, bırakmak istemediklerini, sağını, solunu, ötesini, berisini işgal ettiklerini, Yunan’a işgal ettirdiklerini ve son bir gayretle son Karakol dediğimiz Anadolu’yu M. Kemal ve silah arkadaşlarının askeri dehalarıyla ve önderlikleriyle nasıl kurtardığımızı, yani İstiklal Harbimizi iyi öğrenmemiz boynumuzun borcudur. 

Anadolu’nun kurtarılması için ne bedeller ödendiğini asla unutmamamız gerekir.

 Bu konuyu çok ama çok iyi anlamamız lazım.

 

Yani, bu insanların neden uyduruk muaviye dinine uzak kaldığı/uzak durduğu ve dolayısıyla da, kuruluşuna liderlik ve öncülük ettikleri Türkiye Cumhuriyeti devletini neden bu uyduruk dinin dindarlarından (DAHA DOĞRUSU DİNCİ YOBAZLIKTAN VE DİNCİ YOBAZLARDAN) sakındıkları konusunu çok iyi tahlil etmemiz ve bu kadronun zihni arkaplanını çok iyi teşhis ve tesbit etmemiz lazım…

 

Bu öyle, kolayca, “Efendim, onlar dinsizdiler, din düşmanıydılar. Bu sebeple yeni TC Devletini dinden ve dindardan uzak tuttular” demekle işin içinden çıkamayız. Bunu demek kolaycılıktır, mes’elenin künhüne, aslına, içyüzüne HİÇ AMA HİÇ vakıf olmamaktır, tabir-i diğerle MOLLALIKTIR!. 

İşin aslını astarını anlamadan, dinlemeden, kafa yormadan, incelemeden, muaviye islamımın ne menem bir bela olduğunu öğrenmeden ve anlamadan, basmakalıp işkembe-i kübradan atmaktır (konuşmaktır, yazmaktır).

 

Bu insanların neden uyduruk muaviye dinine ve yobaz dinciliğe cephe aldıklarını, neden uyduruk muaviye İslamını terkettiklerini, sadece terketmekle kalmayıp, o uyduruk muaviye dinine büyük darbe vurduklarını çok ama çok ciddi olarak araştırmalı ve anlamalıyız.

 

Bugün de o uyduruk muaviye dinine küskün, ona mesafeli ve uzak toplum kesimlerini anlamak istiyorsak, evvela empati yapmalıyız. Kendimizi onların yerine koyup, onların zihin ve gönül dünyalarını doğru anlamaya, doğru okumaya, doğru çözmeye gayret etmeliyiz. Onların gözünde nasıl göründüğümüzü anlamak zorundayız. Basmakalıp ahkam kesmekle, beylik laflar üretmekle olmaz bu işler.

HEPSİNDEN EVVEL VE MÜHİMMİ DE, BİZE ÖĞRETİLEN DİNİN UYDURUK MUAVİYE DİNİ OLDUĞUNU FARKETMELİYİZ VE KUR’AN’DAKİ GERÇEK İSLAMI ÖĞRENMELİYİZ…!

 

Ne TC Devletini kuran kadro uzaydan geldi, ne de Türkiye’nin dine ve diyanete bîgane ve kayıtsız kesimleri uzayda yaşıyorlar.

 

İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmakla mükellefiz.

“Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?” demiş, diyenlerden biri. 

Doğru demiş!

 

Aynen öyle de, “memlekette, dünyayı ve çağını doğru okuyan, doğru yorumlayan ve buna istinaden, buna doğrudan bağlı olarak da, dinini doğru okuyan, doğru anlayan, adam gibi adam, müslüman-lar varmıydı da, bu insanlar dine küstüler, dindara cephe aldılar?’’.

 

Şuna samimiyetle inanıyorum ; 

Yaşadığı dünyayı doğru okuyamayan, doğru çözümleyemeyen, doğru değerlendiremeyen, gerek kendi toplumunu, gerekse dünya insanlığını doğru tanıyamayan, Türkiye’nin ve muasır dünyanın geldiği noktayı doğru anlayamayan-lar dini de doğru anlayamazlar.

 

Bu, dün, yani Osmanlı’nın son asrında, TC Devleti’nin kuruluş hengamesinde böyle idi. Bugün de böyle. Yarın da böyle olacak…

 

Eğer biz müslümanlar, Kur’an’daki gerçek İslamı öğrenebilseydik ve buna bağlı olarak dünyamızı ve çağımızı adam gibi doğru okuyabilseydik, son dönem Osmanlı münevverleri, aydınları gerçek Kur’an dinine asla düşman olmazlardı. Bugünün Türkiyesinin dine mesafeli kesimleri de din ile barışık olurlardı.

 

Tabii bu durum, sadece biz müslümanlarla alakalı bir durum değil.

 

Hristiyan alemi de bu dertten muzdarib idi. Hristiyan alemi 400 sene evvel, Reform ile, Protestantizm ile, Katolisizmin, yani Kilisenin DİNCİ VE ZALİM saltanatını ve tahakkümünü kırdı. Amma bu uğurda büyük acılar çektiler, büyük bedeller ödediler, büyük bunalımlar yaşadılar. Onların tarihî tecrübesi onları bağlar.

 

Amma, bize de oradan, yani Batı’dan alınacak dersler olmalı ve vardır.

 

Netice itibariyle, insanoğlunun din karşısındaki tavrı ve din ile olan münasebetleri, dine yaklaşımı, bütün coğrafyalarda ve toplumlarda, tarih içinde üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Bu yüzdendir ki, Rab, Adem atamızdan bu yana, insanlığa her devirde rasuller ve nebiler göndermiş.

 

Son asırda, dünya ölçeğinde insanlığın giderek dinden soğumasında, dinden uzaklaşmasında, giderek daha fazla insanın dinsizleşmesinde, ateizmin bu denli yaygınlaşmasında din adamları güruhunun (Hristiyanlıkta Ruhban sınıfının, bizde de dinci yobaz taifesinin) dahli ve cürmü ve günahı çok büyüktür çok...

 

Bu noktada, Cumhuriyeti kuran kadroyu, yani M. Kemal ve silah arkadaşlarını, uyduruk muaviye dinine ve onu savunan dinci yobazlığa muhalefetleri ve ona büyük darbe vurmaları yüzünden YERDEN GÖĞE HAKLI BULUYORUM. 

İYİ Kİ O UYDURUK MUAVİYE DİNİNE DARBE VURDULAR…

 

Maalesef, onların muasırı, çağdaşı olan dinciler onların din ile barışık olabilmelerine imkan vermiyecek derecede ham softa ve kaba yobaz idiler.

 

Fildişi kulemizden inip, hayal alemlerinden uyanıp, yani intibaha gelip, gerçeklerin çıplaklığıyla sarsılmak durumundayız.

 

M. Kemal’ın Said-i Kürdi’yi Ankara’ya, Meclise daveti, bana göre, benim tarih okumama göre, büyük bir şans idi, büyük bir imkan idi.

 

Said-i Kürdi bana göre, o büyük şansı değerlendiremedi, heba etti...

 

‘’Paşa! Paşa! Kainatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin de hükmü merdudddur’’ diyerek, namazı bahane edip, amiyane tabirle, Atatürk’e posta koydu ve çekti gitti.

Bana göre, büyük ve tarihi bir fırsatı fevt etti, kaçırdı.

 

Bir kere, namaz imandan sonra gelen en büyük hakikat falan değildir. 

Bu dinin, imandan sonra gelen en büyük ikinci emri “okumak”tır, ilimdir, Rabbin bahşettiği aklı kullanmaktır. 

Bu sıralamada, namaz SEKİZİNCİ SIRADA GELİR…!

Ve, namaz, bu uyduruk muaviye dininin propagandistleri tarafından “BU ÜMMETİN BAŞINA BELA HALİNE GETİRİLMİŞTİR”.

 

Said-i Kürdi de, asla unutmayalım ki, son tahlilde İslam devleti diyordu. 

Hatta, onun bir de KÜRTÇÜLÜĞÜ VARDIR VE AĞABEYLER denilen RİSALE RANTİYERLERİ TARAFINDAN MAHARETLE GİZLENİR. 

Bunları bilmemeniz mümkün değil. 

Zira, bunlar bir sır değil ve bunları bilmek için müneccim olmaya da hacet yok.

 

İslamcılık ve siyasi İslamcılık, özünde ayni şeydir ve devleti her ne yolla ve yöntemle olursa olsun ele geçirmeyi, arkasından tepeden tırnağa devleti dönüştürerek İslamileştirmeyi, bununla beraber ve peşisıra toplumu devlet gücüyle tepeden zorlayıp İslamileştirmeyi hedefler.

 

Türkiye’de istisnasız bütün tarikatlar, cemaatlar, Erbakan’ın Milli Görüş Partileri ve akp, İslamcı damarı teşkil ederler.

 

Said-i Kürdi ve FG her ne kadar, alenen İslamcıyız demedilerse/demiyorlarsa da, devlete sahip olma gaye-i hayalleri olduğu için, son tahlilde onlar da İslamcıdırlar.

 

“Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Nur/Hizmet Cemaatiyiz!”...

 

Said-i Kürdi hem “Maddi kılınç kınına girmiştir. Bu zamanda medenîlere galebe ikna iledir” der, hem de “devletin İslamileştirilmesi için toplumun yüzde şu kadarının iman probleminin hallolunması gerekir” der.

 

FG’in de devletin İslamileştirilmesine yönelik, mahrem ve alenî epey sohbetleri vardır. Arayıp, bulup, dinleyebilirsiniz. İnternette de bolca mevcuddur.

 

Halbuki, Türkiye’de devleti ele geçirme yönünde harcanan emekler, devletin halihazırdaki sahipleriyle iyi geçinmeye harcansaydı, onların meramı anlaşılsaydı, neden devleti DİNCİ YOBAZLARDAN sakındıkları, devletin stratejik kadrolarını onlarla paylaşmaya neden yanaşmadıkları araştırılsaydı ve bunlara yol açan sebepler izale edilebilseydi, yani onlarla aramızdaki güven bunalımı giderilebilseydi, onlara güven verebilseydik, onlarla gül gibi geçinir giderdik ve hakkaniyet ve liyakat ölçüsünde bizim gençlerimiz de devletin önemli ve hassas ve hayati kadrolarında istihdam edilirlerdi.

 

Amma, buna yanaşılmadı. Aksine, mahrem hizmetler, mahrem imamlıklar, mahrem ağabeylikler, mahrem vazifeler ihdas edilerek, TC devletinin kilit bürokratik kadrolarına inatla ve ısrarla sızılmaya çalışıldı. Hem de büyük bir hırs ve açgözlülükle...

 

Hulasa-i kelam, bizi bitiren bu mahrem hizmetlerdir, mahrem imamlıklardır, mahrem imamlardır... Gerisi laf-ü güzaf...

 

Bütün Hizmetkâr kardeşlerimizin, başımıza bu musibetlerin neden geldiğini düşünmeleri, buna kafa yormaları ve bu mahrem hizmetler denilen faaliyetlerin bizim canımıza okuduğunu farketmeleri, anlamaları gerekir.

 

Yanılıyorsam eğer, herşeyin en iyisini bilen molla ağabeylerimiz beni ikna etsinler...!!!


-Abdullah Erdemli


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Yarıya kadar okudum,bende bu şekilde düşünüyorum.mahrem işlerle alakalı...fakat yarıdan sonrakilere, hiç birine katılmıyorum..

    YanıtlaSil
  2. Yazdıklarınıza canı gönülden katılıyorum. Emeğinize sağlık. Sadece kısmen katılmadığım bir şeyi arz etmek istiyorum. "Uyduruk Muaviye Dini" diye islamı yanlış anlama ve yanlış yorumlamayı bir kişinin üzerine atmamak lazım diye düşünüyorum. İslamın ve Kuranın yanlış yorumlanması ayrıntılar içinde boğulması, başörtüsü, sakal bıyığa indirgenmesinde elbette Muaviye'nin tesiri büyük ama onunla birlikte o günden bu güne hepimizin bunda karınca kaderince suçumuz var. İlk emri Oku olan bir dinin okumayan müntesipleriyiz maalesef, biz okumadığımız için de bizim sırtımızdan din devşirmişler

    YanıtlaSil
  3. Genel itibari ile dolu ve guzel bir yazi olmus.Fakat "devlet " dediginiz şey nedir? Acimasiz olan yezid fikri yada kardesini katleden hırs degilmi?Devlette kavga olmaz kismi ni elestiriye acik buluyorum. Bu yazi gibi birde bizim ulkenin burokrasini senelrdir elinde tutan sadece ninelerin namazina karismayan "laik" tayfa icin yazsaniz cok guzel olur.

    YanıtlaSil
  4. . Fetöcülerin asla pişman olmadıklarını ve olmayacaklarını kanıtladığınz için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  5. Yurt dışında bulunan cemaat mensuplarının ,yabancı ülkelerde kabul gormelerinin sebebi o ülkelerdeki türkiye karşitligidır,ileride yine türkiye üzerine operasyon çekilirse,ellerinin altında hazir dursunlar istenir,örneğin bolsevik ihtilalini yapan lenin, veya İran İslam devrimini yapan humeyni gibi ikiside avrupada beslenip ülkelerine gönderildiler .Yani diyeceğim beyler yurt dışından ülkeye ,vatandasa saydiriyosunuzda ,o adamlar sizin kara kaşınıza meraklı değil.bu arada arkadaşın bazı tespitleri doğru halkı kendinizden tiksindirdiniz.Ama her nekadar sizden sebep askeri liseye giremeyen bir alevi tanidigim sirf erdogan muhalefetinden dolayi size artik sicak bakiyor olmasi da benzer vaka ,yarın Erdoğan gitse bu avrupasi ,solcusu ve vb. süngüyü gene size cevirir. Yanlışta ısrarcı olmamalı .Kalkışmaya dahil olmayıp masum olanlara ve olsada kalben pişmanlık duyanlara Allah sabır versin.(not: bir ara Allah rizasi icin sohbetlerinize katılan ama asla araniza girmeyen ve gülen żındığina hiçbir zaman muhabbet besleyemeyen bir vatandaş )



    YanıtlaSil