Header Ads Widget

test banner

103 General ve Devlet Refleksi



En basit tanımı ile devlet:

 “Millet yada milletler topluluğunun meydana getirdiği, egemenliğe sahip, bağımsız ve bir toprak parçası olan tüzel varlıktır.” 

İnsanlar bu varlığı bir düzen içinde yaşamak, haksızlığa uğramamak ve diğer milletler tarafından zarar görmemek için kurarlar. 

Ancak doğu toplumlarında ve özellikle ortadoğu toplumlarında bu devlet tanımının yerini çok daha farklı bir tanım alır. 

Oralarda iktidar vardır birde muktedir vardır. Vatandaşa huzur veren değil sıkıntı çıkartan bir devlet yapısı mevcuttur. Sokaktaki bir polis memurunun bile “ben devletim” diye gezdiği bir durum söz konusudur. Çılgın vergiler vardır. Yaşamını kendisini huzurlu şekilde yaşatması için kuran vatandaşın sırtından sağlar. Tanrısal bir güç olduğuna inanılır. Yani devlette muktedir olan kendisini tanrı gibi hissetmeye başlar. Memurlar seçimle değil torpille seçilir ve yine torpille atanır. Muktedir sürekli kendisine biat edilmesini ister. Eğer muktedir el değiştirirse bu sefer yeniden bir biat süreci başlar. Suçluyu ve zengini pek severken suçsuza ve dürüste ızdırap olur. Kanunlar tektir ancak adamına göre uygulanır.Bir bakkalın 3 lira vergi borcu için kapısını aşındırırken “bizden” olarak tanımladığı zengin bir kitlenin ise yüzlerce milyonluk borcunu bir kalemde siliverir. Kimin idare ettiği bile efsanelere dayanır. Yani mesela Türkiye’de devleti “ak saçlılar” adında hayali bir grubun idare ettiği bile anlatılagelmiştir. İktidar asla muktedir değildir. Muktedir olan devlet içindeki gruplaşmaların belirlediği güçtür. İktidar ise bu grupların hepsinin çıkarına geldiği sürece baştadır. Bunun dışında iktidarın söylemleri ve icraatlarının maalesef bir hükmü yoktur.” 

Aslında amacım “devlet refleksi” olarak adlandırdığım bir kavramı tanımlamak. Ancak bunun için öncelikle “devlet nedir?” sorusunu cevaplamam gerektiğinden dolayı yukarıdaki açıklamayı yapmak zorunda kaldım. “Devlet refleksi” kavramı doğu toplumlarının devlet yapısında daha çok görülen bir şey. Gözaltına alındığımda genç bir komiser bana devletin refleks göstererek kendini koruma altına aldığını ve bir daha darbe olmasın diye bizi memurluktan çıkartacağını, bunu yapmak zorunda olduğunu söylemişti. Ama “devlet refleksi” bu değildi. O genç adam kendi yaşadığı durumdan bu sonuca varmıştı. Benim bahsettiğim “Devlet refleksi” kavramı ise aslında oyun gibi işleyen bir hareket türü. 

Söyle düşünün; 

Bir kişi kırmızı bir kazak giyer ve “ben muktedir olmak istiyorum” der. Ardından hemen devlet içindeki gruplar harekete geçer. Kimisi o kişiyi istemediğinden  mavi kazak giyer, kimisi ise tarafsızım anlamında turuncu, bazıları ise desteklediğinden dolayı kırmızı. Alt kademede çalışanlar ise torpil sisteminin getirdiği durumun doğal neticesi olarak kendine hangi renk giymesi emrediliyorsa onu giyer. Bu iktidar olma isteği seçimle de olabilir, başka yollarla da. Mesela bir darbe girişimi başarısızsa ve önceden deşifre olmuşsa bu durum maalesef ama maalesef ülkenin demokratik olarak geliştiğinden değil, “devlet refleksi” neticesinde darbecilerin destek bulamamış olmasından gelir. 

Şimdi bana muktediri belirleyen grupların isimlerini say deseniz birkaç grubu ancak sayarım. Zaten tümünü sayıyor olsam şu anda yumurta satan bir pazarlamacı değil başka bir şey olurdum. Ama saymayı bilmiyor olmam okumayı bilmediğim anlamına gelmiyor. Bu durumu okuyabiliyorum çok şükür. Konuyu 15 Temmuza bağlamayacağım. O zaten “devlet refleksi” neticesinde hiçbir destek bulamamış gülen örgütünün terör eyleminden başka bir şey değil. Ben işi daha eskiye 9 Mart 1971 tarihine götüreceğim.

O tarihte Cemal Madanoğlu diye bir Korgeneral var. Bu kişi daha önce 27 Mayıs 1960 darbesinde daha Tümgeneral rütbesinde iken cuntanın gerçek liderliğini yapmış. Avam ifadesi ile “kodu mu oturtan” bir adam. TSK içinde müthiş bir sempatizan grubu var. Zeka seviyesi yüksek. Olay ise şöyle gerçekleşiyor;

 Süleyman Demirel’in 1969 seçimlerinde büyük bir zaferle çıkmasından sonra bir hareketllik başlıyor. Bazı gruplar Demirel’in devleti yönetmesini istemiyor ancak kimin yöneteceği konusunda da bir fikir yok. Demirel’in partisinin içinden Adalet Partisi diye yeni bir parti bile çıkıyor. Ancak daha farklı bir antidemokratik oluşum var. Kendine “Milli Demokratik Devrimciler” diyen ve “Devrim Gazetesi” etrafında toplanan Madanoğlu’nun ekibi var. Bunlar siyasi partilerin milleti oyaladığını savunuyor. Siyaset dışı bir muhalefet söylemi ile ortaya çıkıyorlar. Orduyu tahrik ede
rek yönetimi ele geçirmek için girişimlerde bulunuyorlar. 

 İşte “devlet refleksi” dediğimiz kavram burada harekete geçiyor. Kırmızı kazağını giyip biz yöneteceğiz diyen Madanoğlu ve ekibine destekler geliyor. Bunlardan bir tanesi Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral “Muhsin Batur”. Yavuz Bey kod adlı. Evet Orgeneralin kod adı mı olur kardeşim diye düşünüyorsunuz biliyorum. Muhsin Batur öyle kolay yorumlanacak bir asker değil. Detaylı bir incelemenizi tavsiye ederim. Kader bazında şuanki iktidarın bile kurulmasına Muhsin Batur’un sebep olduğunu söylesek abartmış olmayız. Çünkü kendisi “Necmettin Erbakan’ı” yurtdışından getirip onun seçimlere girmesine ön ayak olan kişi. Yani “Muhsin Batur’un” desteği aslında devletteki bir grubun desteği demek. Bir diğer kişi ise Orgeneral Faruk Gürler. O da o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı. Devlet 1960 yılında yaşanan bir darbe sürecinden henüz çıktığından dolayı kendileri grup kurma şansı bulmuş kişilerden biri de o. 

                                 


“Devlet refleksi” ordu içinde devam ediyor.  Bu sefer Genelkurmay Başkanı ve 1. Ordu Komutanı bu darbeci ekibe karşı çıkıyorlar. Ardından herkes safını belirlemeye başlıyor. Faruk Gürler ve Muhsin Batur Genelkurmay Başkanı Memduh Tamaç ile görüşünce ikna olup Madanoğlu ve ekibinden desteğini çekiyorlar. Grup iyice yalnızlaşıyor. Lakin yine de yönetim ısrarını sürdürüp, 9 Mart 1971 tarihinde darbe hazırlığı yapıyorlar. Darbeyi yönetecek kişi Kara Kuvvetleri Karargahında görev yapan Tümgeneral Celil Gürkan. Ah o Karargah subayları yok mu ah. Ancak destek bulamadıkları için tüm darbe planları, hatta toplantı görüntüleri o dönem Milli İstihbarat Teşkilatında görev yapan Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür tarafından Genelkurmaya veriliyor. 


 Yüksek güvenlik önlemlerinin arasında 10 Mart günü Ankara’da Genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısı yapılıyor. Darbeciler kendilerinin destek alamadığını artık net olarak anladığı için harekete geçmiyorlar. 12 Martta günü Ordu muhtıra veriyor. Başarısız bu grubu kazıma operasyonu da böylece başlıyor.  Darbeciler ve uzantıları (yani irtibatlı ve iltisaklı olanlar) emekliliğe sevkediliyor. Devrim yazarlarları gözaltına alınıyor. Hazır muhtıra
verilmişken seçilmiş Başbakan Demirel görevden alınıp, yerine teknokrat hükümeti kuruluyor, CHP milletvekili Nihat Erim ise partisinden istifa ettirilerek başbakan yapılıyor. Muktedir yine iktidarı kendi belirleyip seçimlegeleni alaşağı ediyor.  Bu durum ABD’de de geniş yankı buluyor. Çünkü maalesef devletimiz içindeki muktedir grupların içerisinde ABD’de var. Onunda desteğini almadan yönetimi ele geçiremiyorsunuz. Ama ABD tek başına karar verici değil. Bu karanlık “devlet refleksi” sonucunda başbakan olan Nihat Erim ise yine karanlık bir başka “devlet refleksi” ortamında tam 9 yıl sonra 1980’de suikast ile öldürülü
yor.

Biliyorum şimdi birçok kişi bu olayı 15 Temmuzun akışıyla kıyaslayıp arada birçok benzerlik bulacak. Doğrudur. Aradaki fark ise Gulencilerin sadece ABD desteği ile bu işi başarabileceğini zannetmeleri, darbeyi Atatürkçüler yaptı yalanıyla işin içinden çıkacağını sanmaları, silahı görünce devletin içindeki grupların kendi etrafında toplanacaklarını düşünmeleri diyebiliriz. Bunun neticesi kan,ölüm ve resmen seppuku. Bu ayrı bir konu. 

“Devlet refleksi” her daim yukarıda açıkladığımız nedenlerden ötürü ülkemizde var olmuştur ve olacaktır. Ne zaman biri “kırmızı kazak” giyse veya giymeye yeltense hemen bir hareketlilik başlar. Hatta bazen giymese bile yine de bir hareketlilik göze çarpar. Bunlardan bir tanesi de geçen gün yazılan ve 103 Generalin (aslına bakarsanız 104) imzasıyla yayınlanan bir metin. Metnin içeriğine bakarsanız darbeyle ilgili hiçbir söylem yok. Bir yönetim biçimi veya bir muhalefet biçimi sunmuyor. 

(https://www.sozcu.com.tr/2021/gunun-icinden/emekli-generallerden-montro-ve-sarikli-amiral-bildirisi-6352482/)

Öncelikle Montrö Boğazlar sözleşmesinden bahsediyor. Şunu söylemek gerek ki Montrö ülkemiz için avantajlı bir sözleşme. Hükümet eğer bu sözleşmeden çıkarsa boğazlardaki egemenliğimizin zarar göreceği bu metinde düşünülmüş. 

Ardından tarikatçı generalden bahsediyor. FETÖ olayından henüz kurtulmuşken bu kez tarikat mensubu kişilerin general olması kınanıyor. “Aksi halde Türkiye geçmişte yaşadığı tehditler ile karşı karşıya gelebilir” diyor. 

Aslında bu söylem Montrö söylemine göre biraz daha ciddi. Çünkü tarikatçı kişilerin TSK’da general olmasını neredeyse hiç kimse istemiyor. Ama bu kişiler bir şekilde özellikle iktidarı referans alarak yükseliyor. Bu bildiride “devlet refleksini” harekete geçirebilecek tek unsur bu. Birilerinin bu refleksi harekete geçirip geçirmeme girişiminin var olup olmadığı ise önümüzdeki dönemde daha net belli olacaktır. 

 Şunu söyleyeyim 15 Temmuza 103 gün kala 103 imza söylemleri sadece iktidarın kendi tabanını kenetleme söyleminden başka bir şey değil. Ama iktidar “devlet refleksinin” harekete geçebileceğini düşünerek derhal, kınamasını yaptı. Generallerin bir kısmı gözaltına alındı. Gözaltına alınmayanlar ise ifadeye davet edildi. Kendilerine sorulan soru ise şu; “bu bildiriye kim ön ayak oldu”. Bu soru çok önemli bir soru.  Sebebi ise ön ayak olanın güçlü bir kişi veya grup olması işin rengi değiştiriyor olması. Çünkü ekonomik sıkıntılar ve siyasal bölünmeler şu anda zaten mevcut.


Tüm bu olanlar ışığında Türkiye’deki gelişmelere ve olacak olaylara bu açıdan bakmanızı tavsiye ederim. Çünkü tarih bize “devlet refleksi” kavramının kilit aktör olduğunu söylüyor. Seçimle değişen iktidarlar dahil her değişim “devlet refleksine” tabidir. Şahsi olarak her ne kadar yönetimini ve usulünü beğensemde beğenmesemde ben her zaman meşru demokratik ve seçilmiş hükümetten yanayım. Her daim seçimlerle gelen halk iradesinin doğru olduğunu düşünüyorum.           

-Emir Yıldız  

     


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. "Devlet" kavramına anlamsızca kutsiyet atfeden insanlar, "devlet refleksi" gibi bir tabire de kutsiyet atfetmesinler :) Olay devlet refleksi falan değil tamamen "Sürüyü ben güdeceğim" kavgasıdır.

    YanıtlaSil