Header Ads Widget

test banner

Yazıyoruz, Doğaçlama ve Müşterek

Uzun bir aradan sonra yaşadığım şehre kar yağdı. Uzun dediysem, şöyle bir 10 yıldan bahsediyorum. Ara ara yağan yağmurlar rahmeti, bereketi hatırlatıyorsa da, ne bileyim, kışları çocukların güle oynaya eğlendiği karları bizden esirgeyen Tanrı’nın artık bizi unuttuğunu ya da, anlayın işte, pek de umursamadığını düşünmeye başlamıştım. Küçük bir hesap yapınca 10 yaşından küçük, hatta bunu 13-14’e de çekebilirsiniz, çocukların hayatlarında hiç kar görmediklerini düşünmek öyle böyle içimi acıtmıyor. 

Aslında geriye dönüp ortak hikayemize baktığımızda, tüm jenerasyonumuzun garip bir şanssızlığı ve hatta talihsizliği var diyebiliriz. Hep, bir geçiş döneminde yaşadık adeta. Daktilolar bilgisayara, telgraf internete, telsizler akıllı telefona döndü. Hep garip dönüm noktaları oldu hayatımızda. Son 30 yılımız sadece bizim değil, belki de tüm dünyanın hissedebileceği türden dönüm noktalarıyla dolu. En büyük travması savaş ve yokluk olan nesillerin devamı olarak, hem bu acıların etkisini yaşadık hemde extra dertlerle dertlendik. Olmadık travmalar, gün görmemiş psikolojik sorunlarla yüzleştik. Eskilerin yüzyılda yaşadığı karmaşık olayları, biz bir kaç on yıla sığdırmayı başardık. 40 yaş bandında olup elektriksiz-susuz bir köyde doğup büyüyen, şimdilerde ise elinde akıllı telefonlarla, sosyal medyada cirit atmanın garipliğini yaşamakta bu jenerasyona nasip oldu. Bu değişimler sadece mekanik ve teknolojik anlamda olmadı. En çok fikir, düşünce, ideoloji ve tutum değiştirebilen jenerasyonda bizleriz. Muhafazakarlarımız liberale, solcularımız dindara, garibanı zengine, mazlumu zalime dönüşebildi bu bir kaç on yılda. Övünülecek ve yerilecek bir çok acı olay, hatıra, durum ve yaşam ürettik bu süreçte. 

Aslında geçmiş hikayeleri üzerinde düşünmekten, konuşmaktan da yoruldum. Ama insan öyle bir şey, ya geçmişte yaşıyor, ya gelecekte. Ana odaklanması o kadar zor ki. An hep gelip geçiyor çünkü. Benim anım anıma uymuyor, hep değişiyorum. Evet, değiştim; ve değiştiğime pişman değilim; her bulduğum yeni cevap yeni ve daha zor sorular getirse de. Orta büyüklükteki bir Anadolu şehrinde her şeyi bildiğini zanneden körpe bir gençken yurt dışında olgunlaşmış, yaşlanmış, yorulmuş bir şaşkın olarak buldum kendimi. Şaşkınım çünkü bu sonlu ve dolayısıyla değersiz hayatın elimdeki en değerli şey olduğunun farkındayım. Şaşkınım çünkü quantaların, maddenin, enerjinin, fizik kurallarının dışında başka bir şey gözlemleyemediğimiz bir kozmozda madde ile açıklayamadığım bir bilince sahibim. Nereden geldim, nereye gidiyorum? Tek bildiğim doğumla geldim, ölümle gideceğim. Geri kalan tüm görüşler, adı üstünde, sadece bir görüş. Bir görüş limanına demir atamıyor ruhum, dolaşıyorum serseri bir gemi gibi bu hayatın dalgalı denizinde. Evet, Dücane’nin dediği gibi: ‘yaşamı seçmedik, ona maruz kaldık; şaşkınız.’ 

Hava soğuk, ikinci kar da yağdı, çocuklar evde üşüdüklerini söyledikçe bende ısınsınlar diye odun kırmak için ormana gidiyorum, odun bol ama ocağa sığacak kadar küçük kesmek vakit alıyor, hatta sağ bileğimi incitmişim geçenlerde, hala acıyor. Ortaçağ ve öncesinde, hayatın temel ihtiyaçlar için bile bu kadar koşturmacasından vakit bulup oturup kitap yazmışlar diye aklıma geliyor ve şaşırıyorum. Sonra apartman tarlalarında yetişen şu anki nesli hayal etmeye çalışıyorum ve o sırada kızım geliyor odaya, kapıyı açıp bana gülümsüyor ve umudum yeşeriyor. 

Çocuklar, evet çocuklar olabilir bir ebeveyn için hayatın manası. Bir baba çocuklarının kendi yaşayabildiğinden daha güzel bir hayat yaşamasından başka ne ister ki? Bir nevi ben beceremedim, siz daha iyisini yapın demek gibi bir şey. Bak yine felsefeye daldım. Bugünlerde hep öyle oluyor. Herhalde bu bir orta yaş krizi, hatta orta yaş ve varoluş krizinin birleşmiş hali. Hayatını düzene oturtmuşsun, güzel bir iş, güzel bir eş, güzel çocuklar nasip etmiş sana Tanrı. Şükredilecek çok şey, sabredilecek az şey var kendi küçük adanda. Ama olmuyor, yapacak şeyler azaldığında düşünecek şeyler çoğalıyor. En başta ve en fazla düşünülecek mesele şu. Neden varım bu dünyada? Hazır paket gelen cevaplar seni tatmin etmiyor. Aman ya, boşver. Çocuklar, evet çocuklar çok güzel. 

Kendi kendime dert yanarken, aklım yine çocuklara gitti. Geçmişi, yapamadıklarımı, olmayışları düşünmekten yoruldum çünkü. Kendimden kaçanları da, kendim kaçırdıklarımı da geri getirebilir miyim diye çabalamaktan da yoruldum. Geleceğe bakmak, yeni başlangıçlar yapmak istiyorum. Bitmemiş bir hayatı bitmiş gibi yapmak istemiyorum. Çocuklar, evet çocuklar: Gelecek, umut, yeniden başlangıç. Onları neşesi ve heyecanıyla hayatı kucaklamak, yağan kardan mutlu olmak, dışarı çıkıp çocukça oynamak istiyorum. Hunharca okumak; tanıdığım, tanımadığım her i̇nsanla sosyalleşebilmek; hatasıyla, sevabıyla i̇nsan olmak, i̇nsan olarak kalmak istiyorum. Bence bunların hepsini ve dahasını fazlasıyla hak ediyorum. 

Hak etmek derken, çok az kişinin hak ettiği şeyleri görebildiğini düşünüyorum dünyada. İşte bu yüzden bir ahiret olmalı. Evet, ahiretin olmasını çok istiyorum. Ölümden korktuğum veya sonlu hayatın beni rahatsız ettiğinden değil (ne de olsa ölünce hiçbir şey hissedemeyeceğim, bu hayat tek hayatsa) bu dünyanın adaletsizliğinden rahatsız olduğum için. Ahiret gerçek hayat olup varsa da, hüsnü kuruntum olup yoksa da, bildiğim şu: bu hayat çok değerli. Peki bu değerli hayatı nasıl geçireceğim, üzerlerine hayatımı bina ettiğim değerlerim neler olacak? Bir tarafım Cemre’nin dediği gibi ‘ya nihilizm, ya teizm’ diyor, bir tarafım varoluşçular gibi ‘verilmiş mana aramayı bırak, manayı (keyfi ve dolayısıyla manasız olduğunu bilerek) kendin oluştur’ diyor. Klasik teizmin önümüze sunulmuş halinin garabeti teizmden; ‘yorgun Tanrı’nın mükemmeliyetten eksikliği’ deizmden; belki hissizliğim, belki fikrin soyutluğu panteizm ve pananteizmden; kainatın mükemmelliği ve materyalizmi (şimdilik) mağlup eden bilinç ve özgür iradenin varlığı ateizmden soğutuyor beni. Ama bunların her birisinde beni kendine çeken bir taraf da buluyorum. Belki hepsi birden var bende, belki de ‘possibilianism’ veya ‘anatheism’ üzerinde biraz daha okumam, düşünmem gerek. Aman ya, neyse! Hem niye illaki kendimi bir şeyle tanımlamak mı zorundayım? Her tanım bir sınır değil midir? Ama işin diğer tarafı, sınırlanmayan şey anlaşılamaz ki! Ne doğru ne yanlış bilmiyorum. Ama bildiğim şey şu, sadece sınırlıyı anlayan zihnimizle varlığını hissettiğimiz ‘sonsuz ve bilinemez olan şey’dir Tanrı. Tanrım bana, çocuklarıma, sevdiklerime, sevenlerime huzur ver. 

-MFP Discord

Not: 7 paragraftan oluşan bu yazı (hepsi MFP Discord grubu üyesi olan) 4 yazar tarafından doğaçlama olarak yazılmıştır. Her paragraf bir yazar tarafından yazılmış, sonraki paragraflarda önceki paragraflarda yazılanlardan esinlenilmiştir.        

author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Muhammede 40 yasinda gelen peygamberlik fetullah sagolsun bize 11 yasinda geldigi icin yok anatheism yok babatheism dolasip dururuz boyle.

    YanıtlaSil