Header Ads Widget

test banner

Din Şeytan Olduğu Zaman Kitabının İncelemesi


Din Şeytan Olduğu Zaman (When Religion Becomes Evil) kitabını yaşadığım bölgedeki Yahudi tapınağı beni ‘Din bizi nasıl birleştirir veya ayırır’ konulu etkinliğe davet edince, sunumuma hazırlanırken taramak istedim. Zira dinleyicilerin daha çok konunun negatif tarafını merak edeceklerini ön görmüştüm. Olumsuz bir kitap derlemesi bekliyordum, beklentilerimi düşük tutmanın karşılığı olarak bir hayal kırıklığı yaşamadım.

Yazar ‘Din problem midir?’ sorunsalına ‘hem evet hem de hayır’ yanıtını veriyor. Neden sorun olduğunu derinlemesine incelerken, neden sorun olMAdığını yüzeysel şekilde hızlıca değinerek geçiyor. Arz-talep bu yönde çünkü, bir çoğumuz sorunlu kısmını merak ediyoruz, sorun olmayan kısmı pek ilgi çekmiyor. Bence bu çok acımasız ve yanlış bir şekilde din konusunu anlamak oluyor. Olması gereken bütüncül şekilde, hem olumlu hem olumsuz yönleri anlayıp ona göre yorumlamak. Onun için biz insanlığın çoğu zaman kötüye olan merakını protesto ettiğimi not ederek kitap özetime devam ediyorum.

Yazar din ne zaman şeytanileşir sorunsalını 5 ortak örüntü (pattern) seklinde inceliyor.

1) Mutlak doğru biziz anlayışı: Buna inananların ortak özellikleri Allah algısının dar olması (kapsayıcı değil). Kuran’daki bütüncül kapsayıcı kucaklayıcı ayetlerin yanında birkaç ayet ile sadece kendi görüşü doğru anlayışının ulaşılamayacağını; literal yorumun mutlaka ‘biz doğruyuz’ sonuçlandırdığını; literizmin yanlışın ötesinde çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Birçok inanç topluluğun kritik soru sormaya teşvik etmediğini ancak buna Yahudilerin istisna olduğu gözlemini paylaşıyor (ki buna katılıyorum, Yahudiler kutsal metinlerini ibadetlerinde toplu şekilde kritik ediyorlar ve bizden öncekiler bunu yanlış anlamışlar diye söyleyebiliyorlar, ben bile buna tanık oldum, ilkten çok şaşırsam da şimdi anlıyorum bunun 3500 senede oluşan bir kültür olduğunu). Karşılaştırmalı kutsal metin okumaların ise ‘mutlak doğru biziz’ anlayışına çare ve çözüm olacağını; Hristiyanların ve Müslümanların misyonere benzer şekilde kendi dinlerine ‘davet’ etmeye inanışlarının mutlak doğru biziz anlayışına odun taşıdığını; geçmişte Hristiyanların misyonerlik adına yaptığı kimlik temizliklerinin kabul edilmez olduğunu; kendi dinlerine çevirmek için önce kültürlerine format attıklarını, yani kültürel bir soykırım olduğunu söylüyor. Dinde zorlama yoktur ayetini hem bu bölümde hem de bir çok yerde hikmetli bir davet olarak paylaşıyor. Başkalarını dine çevirmenin bizim sorumluluğumuz olmadığını; ABD’deki Müslümanların hapishane ve sonraki yaptıkları ıslah hareketinin topluman çok faydalı ve başarılı olduğunu; karizmatik dini kanaat önderlerinin mutlak doğru bizim yorumumuzu çok güzel pazarladığını ve buna alıcı bulmasının kolay olduğunu; hakikati buldum demenin hakikati aramaktan çok daha kolay olduğunu söylüyor bu başlık altında.

2) Kör itaat: Geçmişte yaşanmış kör itaat cemaat örneklerinden ve ölü sayılarından (Aum Shinrikyo (28), David Koresh (76), Jim Jones (918)) bahsediyor; kör itaat nerede görürseniz bu kesinlikle bozulmuş bir dinin belirtisi olduğunu söylüyor. Bu ismi geçenlerin nasıl on yıllar boyunca inceden inceye kendi kör itaat cemaatlerini kurguladıklarını; adam kafalamak ve himmet toplamak için cemaatlerini nasıl kör itaate zorladılarını; bütün dünyaya güzellikler yaymak söylemini nasıl kör itaat için kullandıklarını anlatıyor. Sünni islamın değil de Şia islamının içinde daha çok zincirlemeli kör itaat olduğunu; kanaat önderlerine mutlak itaat olduğunda er yada geç sorun kesin çıkacağını; cemaat mensuplarının entelektüel kontrollerinin eksik olmasının sorun oluşturacağı söylüyor. Kör itaat sonrası cemaatin daha çok toplumdan izole olacağına; dışarıdan belirgin şekilde görülebilen sorunların, içinde olanlar için hiç görülemeyebileceğine; kör itaat edenlerin kendilerini kurtulmuş, dışarıdakileri ‘kurtulmayı bekleyenler’ olarak kodladıklarına dikkat çekiyor. Kör itaat eden hristiyan kültlerinin kutsal kurtuluşun ABD topraklarından çıkacağını vaaz ettiklerini; kör itaat edilip edilmediğini test eden kanaat önderleri için bu hareketin tehlike işareti olduğunu (buna örnek, 917 takipçisine zehir içeren Jones daha öncede ‘bu suda zehir var için’ diye deneme yapıp içip içmediğini test etmesi, cemaatinin içmesi, ve en sonunda da gerçek zehir ile hep beraber intihar etmeleri); çok zeki olanların bile, sürü psikolojisi ile kör itaat edebileceğine değiniyor bu bölümde.

3) Asrı saadeti tekrar kurma gaye-i hayali: Bu başlığı bizim okuyucu anlasın diye bizim aramızda kullandığımız terimlerle ile yazmak istedim, zaten arzu eden aslına bakabilir. Tekrar İsa geri geliyor-gelecek söylemi ile insanların hipnoz edildiğini ve bunun için şiddete bile başvurmaya kalkışan örnekler olduğunu; şu anki dünya düzenin ‘asrı saadet’ olmadığını işaret ederek adam toplandığını anlatıyor. Tanrının asrı saadeti kurmaya senin cemaatini görevlendirdiği söyleminin tehlikesini; Taliban'ın kurduğu asrı saadet iddiasının saçmalığını; Batının İslam tarihindeki katkılardan haberdar bile olmamasının gülünç bir durum olduğunu söylüyor. Dindar olmayan Saddam Hüseyinin nasıl kendi iktidarı için dini bir çok alanda kullanmaya kalkıştığını; Müslüman çoğunluğun seküler bir düzenin aslında daha uygun olduğuna inandığını, bunun karşısında azınlık düzeyde kalan müslümanların hayali bir asrı saadet hayal ettiklerini belirtiyor. Gelişmiş batıda yaşayan Müslümanların özellikle kanaatlerinin geleceği şekillendirmede çok daha belirleyici olacağını; Amerikayı asrı saadet dönüştürmek iddiası ile misyoner hristiyan yapılmaya çalışılmasını ve politika bu nedenle yön verilme gayretlerini anlatıyor. ABD’deki misyonerlerin üstün olmalarını hristiyan olmakla ilişkilendirdiklerini anlatıyor (Güney Amerikadaki Hristiyanlar neden bu durumda o zaman?). Asrı saadet için neyin işe yaraMAdığını bildiğini ancak neyin işe yaradığı için kolay bir cevap olmadığını söylüyor.

4) Kıyamet geliyor öyleyse her şey mübah anlayışı: Dinin amacının özgürlük ve kurtuluş olduğunu; kıyamet geliyor öyleyse her ne gerekiyorsa yapılmalı diyenlerin, başkaları ile olan ilişkilerini ya göstermelik ya da yok denecek seviyede olduğunu ve bunun bir örüntü belirtisi olduğunu söylüyor. Kendi kanaat topluluğundan olmayanların insan bile olmaması öğretisinin bir başka işaret olabileceğini; Hristiyanların Yahudilere karşı tarihte bir çok kez katliama kalkıştığını ve holokost ile bunun en aşağı seviyede gösterildiğini; ABD’de göstermelik olarak Hristiyan ve Yahudilerin beraber çalıştığını, ancak zaman aşımına uğradığı için Beyaz Sarayda yayınlanmaya başlayan Nixon Graham kayıtlarının aslında hiç de perde arkasında öyle olmadığını anlatıyor. Tekrarlanan düzenli örüntülerin çok daha büyük sistematik soruna işaret ettiğini; Katolik kilisesinin nasıl kendi cemaatlerinin adını korumak adına ifşa olan papazlarının olaylarını nasıl gizlediğini söylüyor (Spotlight filmi efsanedir bu konuyu anlatan). Toplumu cehennem azabından korumak için nasıl 16. Yüzyılda hristiyanların topluma baskı yaptığına; insanların insan değil de nesne ve kafa sayısı olarak görülmeye başladığında sorgulanması gerektiğine değiniyor.

5) Kutsal savaş yorumları: Kutsallık sıfatı ile pazarlanan mücadele veya savaşın aslında bozuk ve tehlikeli olduğuna işaret ettiğini; Hristiyanlığın nasıl barışçıl başladığı ama zamanla savaş için bile kullandığına tarihteki örneklerini (haçlı seferleri ve kolonileştirmek gibi); Batı hafızasında haçlı seferleri her ne kadar silik olsa da, Doğu toplumunda sanki yakın zamanda olmuşcasına hala çok canlı ve travma şeklinde devam ettiği anlatıyor. Hristiyanların Armageddon öğretisi ile nasıl tehlikeli sulara yelken açtığını ve entellektüel enerjilerini nasıl bu konuda boşa kullandıklarını; Kuranın ortak noktada buluşalım ayetinin çok anlamlı bir çağrı olduğunu; iyi işlerde yarışın ayetinin ise rekabeti olması gereken yere çektiğini; Medyanın ve sosyal medyanın en kötü ve sansasyonel olayları ‘normal’ gibi gösterebileceğini; Müslüman olmayan öğrencileri ders için söyleşi yaptıkları Müslümanlardan çoğu zaman olumlu etkilendiklerini söylüyor. İslamın içinde değişik dönüşüm olarak bir çok işaret sinyali verdiği; medyanın ılımlı sesler yerine radikal seslere yer vermesinin zamanla yanlışı aşarak tehlikeli olabileceğini; Saddam Hüseyin dini kullanırken çok fazla yayın alanı aldığını söylüyor. Yapıcı yanıtlar bulmanın bir son değil, süreç olduğunu; Amerikan hükümetinin kararlarının seçmeni olMAyan bir çok kişiyi doğrudan etkilediğini söylüyor. Kutsal savaşın kutsal olmadığına; barışçıl çözüme adanmış kişilerin gerekliliğine; Sufi geleneğinin buna güzel bir örnek teşkil edebileceğe değiniyor ve burada sonlandırıyor.


Yazar bütün dinlerin ‘aynı’ olmadığını birçok yerde yazsa da yanlışlardaki ortak noktalarını bir ‘örüntü’ (pattern) var diyerek gözlemlerini sıralıyor. Hatta bir basamak üste çıkarak, aynı dinin farklı çağlarda farklı olduğunu belirtiyor ve zamanla kendini bir daha yorumladığını yani evrildiğini söylüyor. Dinin ‘zaman testinden’ geçmiş bir çok hikmet taşıdığını ve günümüzdeki kanunların kaynağı olduğunu belirtiyor (sayfa 196).

Allah ile God’in aynı olduğunu, bunun aksini inkar eden misyoner tele-vaizlerin saçmaladıklarını, ancak cemaatlerini heyecanda tutmak adına böyle ucuz oyunlara başvurduklarına değiniyor. Bu çok hoşuma gitti, çünkü günlük hayatta çok karşılaşıyorum, sizin tanrınız Allah bizimkisi God diyenlere, hala bu konunun bile konuşulması konunun ne kadar ilerle(me)diğini gösteriyor.

Silah lobisinin dillendirdiği ‘silahlar insan öldürmez, insanlar öldürür’ gibi ‘dinler iyidir, kötü olan insan’ arasında söylem benzerliğine dikkat çekiyor. Her ne kadar buna dikkat çekse de, yazar insanın sorunun bir parçası olabileceğini gör(e)mediğinden bunu sadece bir paragraf olarak yazıp geçiyor. Benim şahsi görüşüm birçok olay gibi insan hem çözümün hem de sorunun en büyük etkeni veya edilgeni. İnsan düzelince bir çok şey düzeliyor, bozulunca çoğu şey bozuluyor. Sanırım bunu kabul etmek bizim ağrımıza gidiyor, umarım geliştikçe bunun farkındalığı artar.

Bu konu hakkında yapılmış bazı araştırma ve istatistikler şu şekilde:

  • Amerikalılar İran'dakilerden daha çok toplu ibadete katılım sağlıyor
  • Dini aidiyetinle oy verdiğin parti arasında bir ilişki var, yani hangi inançtan olduğunu söylersen karşındaki kime oy verdiğini büyük oranda tahmin edebiliyor
  • İnançsız birinin iyi biri olabileceğini halkın çoğu onaylıyor
  • Çoğu kişi kendisi gibi olmayanların da cennete gidebileceğine inanıyor
  • Müslümanlar sempati duyulan en az topluluk
  • Ankete katılanların %93’un komşuları kendi inançlarından değil

Burada yazılanlar hem çeviri hem de benim süzgecimden geçti, mutlak hakikat olmadığını belirtmek isterim, referans vermeden önce kendiniz bir daha kaynağına bakarsanız çok daha doğru olur.

Son olarak tavsiyem, bu ve benzeri kitapları e-kitap şeklinde okuyabilirsiniz, 20 sayfa kadar inceleme şeklinde zaten okumaya izin veriyorlar Google Play Books, dolayısıyla bir fikir oluşuyor aklında. Gece uykuya dalmak içinde en azından benim için ideal.

Ahmet Çağlar

Twitter: @AhmetCaglar20

author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Doğru noktalara değinmiş kitap. Gülen cemaati özelinde baktığımda her madde var nerdeyse çok acı geç fark edilmesi.

    YanıtlaSil
  2. Yazıdaki 5 madde dinlere dışarıdan bakan birisinin gözünden verilmiş. Eğer bu maddeler problem olarak görülüyorsa çözüm ancak dinleri yok etmektle sağlanır.

    Bu maddeler aslında din olmanın doğal sonuçlarıdır.
    (Mutlak doğru biziz) anlayışı bir din için zaruridir, öyle olmasa zaten din olmaz. Hele hele tek tanrılı bir din ve konuşan tanrı söz konusu ise mutlak doğru ancak o tanrının sözü olabilir.

    (Kör itaat) yine dinin vazgeçilmezidir. Detaylarda istişare danışma gibi sahte rahatlatma söylemleri olsa da temel konularda din otoritelerine aksiyomatik olarak mutlat itaat söz konusudur. (Örneğin Allah ve resulü bir konuda karar verdikten konuştuktan sonra inananlara mutlak teslimiyet düşer). Teviller yapılsa da sonuç kör itaattir. Temeller çizildikten sonra fazla hareket alanı yoktur. Dinlerin tartışılmaz doğruları vardır, bunlara ve zincirleme sonuçlarına koşulsuz itaat etmeyen o dinden çıkar.

    (Asrı saadet) yine vazgeçilmezdir. Dini kim çıkarmış ise en iyi uygulaması da onlara aittir, ideal bir örnek kişi veya kişiler mutlaka vardır.

    (4. ve 5. maddeleri, Kıyamet , kurtuluş ve kutsal savaşı birlikte ele alacağım).
    Özellikle ibrahimi dinlerde kutsal savaş, kurtulma ve helak olma her şeyin merkezindedir. Kutsal savaşı ister sıcak savaş ister soğuk savaş veya mücadele anlayın sonuç değişmez.

    Bu dinlerde inanmayanlar sadece "öteki" değil aynı zamanda günahkar, asi, kötü, zalim hatta ebedi cehennem işkencesini hak eden şeytanın uşağı "pisliklerdir"(kuranda müşrikler pisliktir der. Hrıstiyanlar da müşrik olduğuna göre bir avuç yahudi dışında herkes pisliktir. Yahudiler de lanetten yeterince pay almıştır.)

    Savaş varsa, hele bir de başkalarının senin dinine inanmaması savaş için yeterli sebepse bunun anlamı (hedefe giden yolda HER ŞEY MÜBAHTIR) demektir. Savunma harici savaşın olduğu yerde ahlak yoktur. (Savunma kavramını "önleyici savaş" gibi süslü laflarla sulandırıp genişletmek savaş ahlaksızlığının başka bir şeklidir). Fetih niyetiyle başkasının toprağını malını almak hırsızlığın gaspın en büyüğü değil midir? Ya da ganimet bir kadınla istediğin gibi yatmak hangi normal ahlaka uyar?

    Din demek mutlak dogmatik doğrunun sahibi olmak demektir, bu mutlak doğruya kör itaat demektir, günahkar asi cehennemlikleri yola getirmek, gerekirse dünyayı fesada vermemeleri ve kirletmemeleri, zulmetmemeleri için cezalandırmak, ezip kontrol altına almak demektir. Zulüm ve fitne, kir ise direk olarak o dine inanmamaktır.

    Kitabın yazarı dinlere dışardan bakmış, açıkça, bırakın artık şu din saçmalığını, demek yerine yumuşak dışarıdan bir bakışla mesaj vermeye çalışmış.

    YanıtlaSil