-->
Dorothy Martin isimli bir ev kadınının önderi olduğu Seekers
tarikatı müritleri, 21 Aralık 1954 günü şafak vakti meydana gelecek ve dünyayı
yok edecek olan bir tufana ve bir gün önce gelip kendilerini uzaya götürecek
bir UFO sayesinde de bu tufandan kurtulacaklarına inanıyorlardı. Günler
öncesinden gazetelere, radyolara ilanlar verip insanları uyarmaya çalıştılar,
tarikata içten bağlı olanlar bunun için işlerini bıraktı, bütün varlıklarını
elden çıkarttı, kendileri gibi inançlı olmayan ailelerini terk etti.
Tufanın yaşanacağı gün Dorothy'nin Chicago'nun kenar mahallesindeki
evinde toplandılar. Tam bir inanmışlıkla dualar ederek liderlerinin kehanetinin
gerçekleşeceği şafağı beklediler.
Şafak söktüğünde ne tufan koptu ne de bir uzaylı geldi. Beklenen
kehanet boşa çıkmıştı. Müritler arasında homurdanmalar başlarken Dorothy Martin
mutfağa gitti. Az sonra geri döndüğünde yüzünde bir gülümseme vardı.
“Clarionlularla yeniden konuştum” dedi memnuniyetsiz gruba, “Dünyaya ve bize
bir şans daha verdiler, şimdi çıkıp daha çok çalışmalı, daha çok insanı yok
oluşun kaçınılmazlığına ikna edip kurtuluşa erdirmeli, kendi saflarımıza
çekmeliyiz.” Bu açıklama salonda bekleyenleri rahatlattı, artık inanacak yeni
bir şeyleri vardı. Fakat Dorothy Martin ve taraftarlarının bilmediği, o gece
aralarına sızmış birkaç tane doktora öğrencisinin varlığıydı.
İlk bakışta müritlerin boşa çıkan bu kehanetler yüzünden tarikattan
soğuyacaklarını ve ayrılmak isteyeceklerini düşünebilirsiniz. Ancak yürütülen
araştırmanın sonucunda fedakarlıkta bulunmuş müritlerin birkaçı dışında,
müritler artan bir bağlılıkla tarikat için çalışmaya devam ettiler.
Bilmem size tanıdık geldi mi? 2014 yılı Gülen için çok önemli bir
yıldı. 17/25 sonrası seçimlerin de olacağı 2014’ün cemaat için tam bir yükseliş
yılı olması bekleniyordu ama tam tersi oldu ve dershane hamlesi geldi.
Bu kez yeni bir hedef ve cemaatin kan kaybetmesini engelleyecek
motivasyon hazırdı, ebced hesapları yapıldı, rüyalardaki goriller vs herkese
anlatıldı, eldeki güç tartıldı, 2016 zafer yılı olacaktı. 2016 görülmemiş bir
hüsran getirdi ve Gülen liderliğindeki cemaatin aldığı en büyük yara 15 Temmuz
gerçekleşti.
15 Temmuz’dan kısa bir süre sonra Gülen bu kez objektif karşısına
geçerek arkasındaki ekrandan baharın yakın olduğu müjdesini verdi. Hapishanelerin
Kasım ayında boşalacağı cemaat içinde dilden dile yayılıyordu. Hatta içerde
yatanlar birbiriyle takım elbisesine iddiaya giriyor, Kasım ayında kazandığı
takım elbiseyi giyip cezaevinden öyle çıkacağını anlatıyordu. Örnekleri daha da
çoğaltabilirim.
Ve son zamanlarda siyasi gündemle birlikte artan bahar gelecek
vaadi, döngüsel zaman-olay düzenine atıfta bulunarak her mecrada
dillendiriliyor. Her devran gibi bu devran da dönecek, dünyanın düzeni
böyledir. Bugün dışarıda buna sebep olanlar yarın parmaklıkların ardına, bizler
de eski günlere döneceğiz diye. Burada her devran dönüyor mu aslında onu da
sorgulamak lazım, bu söylentiler ilk kez yüksek sesle dillendirildiğinde benim
aklıma hilafet kaldırıldığında kulislerde karşı çıkan, ayaklanma çıkaran,
Atatürk’e suikaste kadar varan olayları organize edebilecek ve halkta da
karşılığı olan bir grup gelmişti. Eminim onlarda benzer söylemlerle yakında
halifeliğin tüm azametiyle geri döneceğini, bunu yapanların acıklı sonlarını
görmeyi beklediklerini anlatıp durmuşlardır. Fakat onların torunlarının
torunları şu an devranın ne olduğunu bile unutmuş durumda ve o hilafet gibi
güçlü bir devran, devrini tamamlayıp kapandı. Gülen cemaatine bir de bu gözle
bakmak, fikir çeşitliliği açısından önemli.
İki örnek: Seekers tarikatı ve Gülen cemaatine mensup insanlar
birbirinden çok farklı hayat tarzı ve kültürlerden ve başta ayrı dinlerden
olmalarına rağmen, inancın bu seviyesinde ortak tepkiler veriyorlar. Seekers
tarikatını örneğin 2012 yılında okumuş olsaydım muhtemelen onların aklıyla
dalga geçer, ayaklarına kadar gelen apaçık bir fırsatı değerlendirmediklerini
düşünürdüm. Belki de “Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık
değildir.” deyip geçerdim.
Fakat şimdi cemaate masumane inanmış insanların hala canla başla
destek verdiklerini, Twitter’da muhalif yazıların altına ibadet neşvesiyle
koştuklarını görünce bunları diyemiyorum. Çünkü onların duygu ve düşünce
dünyalarını çok iyi biliyorum. Bir önceki yazımda aynı semtin çocuklarıyız
minvalinde bir şeyler karalamıştım. Bazen şöyle de düşünüyorum. Biz Platon’un
alegorisinde bahsettiği mağaranın çocuklarıyız (Burada uzun uzun Platon’un
alegorisini yazıp uzatmak istemiyorum, bu kısmın anlaşılması için okumayanlardan
okumalarını rica ederim). Aynı zincirlere bağlıydık ve her gün o zincirleri
minnetle beraber öpüyorduk. Mağaradan çıkan birinin, daha sonra tekrar mağaraya
gelip dışarıyı anlattığında maruz kaldığı hakaretler ve yalancı yaftası bugün
cemaat özelinde aynen yaşanıyor.
İnsan doğası gereği inanmak ve kendini güvende hissetmek istiyor.
Bu göz ardı edilemez bir gerçek. Ancak Gülen ve cemaatin üst kısmının, alt
kısmına Allah rızasını hedef gösterip, kendi gizli ajandalarındaki yol haritası
sonucu kervanı ulaştırdıkları yer bambaşka. Tüm inançlı, gayretli ve iyi
insanların gözünü açmasını istiyorum. Sizin göremediğiniz bir açıdan sizi
izliyorum ve boynunuzda akrep var diyorum. Bir zamanlar sizinle aynı
konumdaydım ve aynı sizin gibi boynunda akrep var diyenlere bazen gülüyor bazen
de hararetle karşılık veriyordum. Bana hiçbiriniz kızamazsınız, dediğim gibi
bazılarınızın abisi bazılarınızın da kardeşi sayılırım. Bu ikazımdan değil
darılmak, memnun olmanız iktiza eder. Ey iyilik ve fedakarlıkta bu dünyaya fazla
gelecek seviyedeki insanlar, şu boynunuzdaki akrebi atın, çünkü bir kısım
üzerinde gezdiklerini soktu ve sıradaki de sizler olacaksınız, çünkü bir
hikayede anlatıldığı gibi akrebin tabiatı budur…
-O ER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder