Header Ads Widget

test banner

Gülen’in Mesajları Evrensel mi, Sekülerler ve Şeriat İsteyenler Bir Arada Nasıl Yaşayabilir?


Başlık:

“Aç herkese, açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana saygı duy. Kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!” cümlesinin pratikteki yansımaları; Sekülerler ve Şeriat İsteyenler Birarada Nasıl Yaşayabilir? Ya da bu mümkün mü? 

Giriş:

Felsefe hayatı anlamaya çalışmanın, bu konuda kafa yormanın adıdır bir bakıma. Sosyal bilimlerde temel amaç insanların farklılıklarına ragmen birarada barış içerisinde nasıl yaşayacabileceğina dair fikirler üretmek ve bu fikirlerin doğruluğunu yada yanlışlığını test etmektir. Evrensel insan hakları bildirgesinin de bu amaçla yazıldığını düşünüyorum. 

Bu yazımda Ahmet Dönmez’in yazı dizisinden de esinlenerek Gülen’in toplumsal barışa tehdit olarak gördüğüm bazı uygulamalarının kritiğini yapmak istedim. Bunu yaparken de başlıkta geçen ve yüzde doksanına katıldığım güzel söylemin pratikte uygulanıp uygulanmadığının kritiğini yapmak istedim. Sonuç kısmında da daha önce yaptığım gibi bazı önermeler ve argümanları tartıştım. Amacım eleştirel düşünceye ve tartışmaya katkıda bulunmak ve de her zamanki gibi toplumdan okuyucudan yeni şeyler öğrenmek.

Gelişme:

Gülen hareketinin toplumun büyük bir kesimince nefret edilen bir harekete dönüşmesinin çeşitli sebepleri var ve bunların bir kısmını daha önce tartışmıştım. Bu yazıda Dönmez’in yazısının satır aralarında geçen başka sebepleri de örnekleri ile ele alıcam. Başta da dediğim gibi Gülen gerçekten herkese sinesini açtı mı, gelişme ve sonuç kısmında bunları tartışacağım. 

Daha önceki yazdıklarıma ilaveten Dönmez’in yazı dizisinde geçen olaylar Fethullah Gülenin tek adamlık hırsına dair diğer örnekler içeriyor. Bunun Dönmez’in yazısında geçen ilk örneği ve birçok kişinin de muhtemelen bildiği “KÖZ sendromu”. KÖZ sendromu cemaatin bölünme korkusuna indirgense de bu indirgeme aslında Gülenin tek adamlık hırsının bir ürünü ve aslında kendi kaygısı. Hayatında hep “bir köyde bir muhtar olur”, “bir ilde bir vali olur” diye öğrendiği için bu bir olmayı çok önemsiyor. KÖZ sendromu aslında Fethullah Gülenin tek adamlık hırsının sendormlarının (semptomlarının) çok açık bir göstergesidir. Osmanlı hayranlığı da muhtemelen oradan geliyor. Bu hayranlığının karşılığı olarak da 3. Abdulhamidin dirilişine vesile ve şahit oldu 3. Abdulhamitten memnun olmasa da. KÖZ olayının diğer bir anlamı da şu ki farkli düşünene yer yok!  

Devam edelim...Gülen demokrat mı? Gerçekten herkese kucak açıyor mu? 

Yazı dizisinden başka bir örnek: heyet-i âliye…Şimdi sorgulayalım…Kim seçiyor bu heyeti aliyeyi? Cemaat taraftarının (özellikle taban diye tarif edilenlerin) herhangi bir oy hakkı var mı? Ne kararlar alıyor? Neden taban tavan ayirimi var? Gülen de bu kategorilerden memnun ki zirvesinden zırvasına diyerek cemaatte de zirve ve zırva tabakaları olduğuna dair ipucu veriyor. Böyle bir heyetten insanların haberi var mı? Daha da önemlisi Güleni kim bu heyetin başı yaptı? Biz Türkiye’yi filanlara bıraktık (birisinin rüyasında Muhammedi görüp Muhammed’in TRyi filanlara, yani Gülene bıraktık demesi) rüyası olabilir mi?

Yönetmek değil koordine etmek olmalı ülke yönetimindeki veya yönetmedeki amaç, mesela Başbakan aslında Başkoordinatör olarak adlandırılmalı. Bu illa bir kişi olmak zorunda değil. HDP eşbaşkanlığı fikri mesela çok akıllıca. Birçok seçenek var ama sistemsiz bir kişiye dayalı sistemler uzun süreli gitmez. Ki demokraside amaç tek kişinin değil, mümkün olduğu ölçüde herkesin sesinin duyulması ve yönetime yansıtılmasıdır. Türkiye’de demokrasi ve halk sadece oy kullanırken hatırlanıyor maalesef ve halkın yönetime katılımı seçimlerde oy kullanmakla sınırlı ve insanlar bu durumu kabullenmeye zorlanıyor psikolojik, ekonomik, ve de fiziksel yaptırımlar uygulanarak.  

Gülen’in kucaklayıcı ol(a)maması ve tek adam olma hırsı, çarpık yapılanması, istihbarat hırsı cemaati hem yapısal hem de legal olarak vulnerable (saldırı veya zarara açık) hale getirdi. Yazı dizisinde o ona hain iması yapıyor, o ona güvenmiyor, sen gizli pakradunisin, sen ermenisin. Şeffaflık neredeyse sıfır ve şeffaf ol(a)mayışın şeffaflığı yüzde yüz... Gülen bunu sohbetlerinde-- belki de farkında olmadan-- zaten yapıyor. İnsanları hatta toplumları ırk ayrımı yaparak subjektif olarak yargılamak toplumun altına döşenecek en büyük dinamitti ve de bunun patlamasını yaşıyoruz. Tek adam olma hırsı yüzünden onu sevenler de isteyerek/istemeyerek/bilinçli/bilinçsiz subjektif olarak insanları, grupları veya toplumları yargılamaya çalıştılar ve halen de yargılıyorlar (youtube üzerinden yayın yapan bazı eski STV habercileri gibi). Mesela bu gazetecilerin hiçbiri KÖZ meselesini Gülen eleştirisi yaparak ele almadı...Belki de dışlanmaktan korkuyorlar. Onlar da haklı...Birden fazla insanın konuşması yada fikir beyan etmesi nasıl böler insanları? Bölmekten kasıt ne? İnsan eksenli bir yapı ne kadar yaşar? Aynı soruyu soralım, Gülen gerçekten sinesi geniş ve kucaklayıcı mı?   

Gülen’in kucaklayıcı olmadığının, aksine tek adam olma hırsının başka bir göstergesi de cemaat mensuplarını darbeden çok öncesinde de hicrete! teşvik etmesi ve bu teşvike cemaat içerisinden doğru düzgün hiçbir eleştirinin gelmemesi/gelememesi. Hiç kimse sormuyor acaba bu ülkelere göç edersek o ülkeye yük olur muyuz? İnsanların göç etmek için parası var mı? Parası olsa bile insan kaçakçılarının eline mahkum olmuyor mu? Boğulma ölüm dayak yeme tehlikesi de cabası...Avrupa ülkeleri ve birçok gelişmiş ülke göçmen sorunlarıyla uğraşmaktan bıkmış. Hadi göç ettin, başka kültüre, farklı coğrafyaya adapte olmak o kadar kolay mı? Burada devlet görevlilerinin de büyük yanlışları var tabi ki ama bu yazının konusu değil…   

Ahmet Dönmez’in yazı dizisinden bir başka örnek. Dönmez’den alıntılasam da halen video internette mevcut… 2015 yılındaki bir sohbetinde, “Bütün terör örgütlerinin Allah belasını versin!.. Pakradun Terör Örgütü’nün Allah belasını versin!.. Pers Terör Örgütü’nün Allah belasını versin!.. Terör örgütü olmayana, ‘terör örgütü’ diyenlerin Allah belasını versin!.. Paralel olmayanlara paralel diyenlerin Allah belasını versin,”. Pakraduniliği birçok kez vurguluyor Gülen sohbetlerinde...Pakradun, sonradan musluman olanlara verilen bir sıfat…Ermenistan ve Doğu Anadolu'da hüküm sürmüş Ermeni hanedanlığı. 

Terörü lanetlemeyen yoktur herhalde. Peki var mı böyle bir terör örgütü? Pers terör örgütü? Pakradun terör örgütü? Bir de bu örgütler var ise neden ülkenin etnik kökeni terör örgütünün ismi olarak geçiyor?? Mesela birisi çıksa, “Türk terör örgütünün Allah belasını versin” diyerek bir örgütü lanetlese, Türk ırkından olan insanlar alınmaz mı? 

Sen terör örgütleri uzmanı mısın? Ki bu söylem bir bomerang gibi kendini vurmadı mı—Fethullahçı Terör Örgütü yaftası yemesi? Kin eken nefret biçer sözü gerçekleşmedi mi? Her grup başka bir grubu terör örgütü ilan edebilir olması korkutucu değil mi? Bu durum gerçekleşmedi mi Türkiye’de son on yılda? Tek tek gazetecilerin hedef gösterilmesi. Ergenekon örgütü denerek tüm ordunun zan altında bırakılması, birçok siyasetçiye veya diğer insanlara bu yönde imalarda bulunması…

Ya da Gülenin sıkça kullandığı münafık kelimesi...Müslüman insanları bile birbirine düşürmeye yetebilecek tek kavram. Ya münafık denen ve gerçekten islama inanmayan insanlar can yada toplum baskısı korkusundan öyle davranmak zorunda kaldıysa. Ya da gerçekten müslüman olan ancak kendisini acaba münafık mıyım diye kendi kendini yemesini düşünelim. Nereden baksan insanları en azından psikolojik olarak yıpratan bir olgu. Yazık insanlara! Evrensel insan haklarına yine zıt. En azından psikolojik şiddettir münafıklık söylemleri. İnsanların iş hürriyetleri ve can hürriyetlerini bile tehdit edecek bir potansiyeli vardır. Bazı AKPlilerin kripto FETÖcü söylemi de bu münafıklık kavramından esinlenmiştir ve münafıklık kavramı kadar tehlikelidir. Kripto FETÖcüğün ya da münafık olmanın hiçbir sınırı yoktur...Toplumsal barışın düşmanıdır bu türlü kavramlar...Erdoğan aynı söylemlerle-hain, münafık, sapkın- Gülen cemaatini vurmadı mı? TRT vb. devlet kurumları dizileriyle FETÖ ile mücadele ettiğini zannediyor ve o kadar dikkatli davranıyorlar ki dizilerdeki mesajların dini hedef tahtası haline getirmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar! Çünkü FETÖnün yargılanması veya sorgulanması aslında dinin de sorgulanması ve yargılanması ve de dolayısıyla AKPnin yargılanması anlamına geliyor.

Gülen’in bu söylemleri nefret (lanetlemek) içerdiği gibi terör örgütleri kınaması kılıfında belli etnik kökenliler (Ermeni, Iranlı) için genelleme yapan ifadeleri insan hakları evrensel bildirisine de zıt aynı zamanda. Bakalım bu bildirinin 2. Maddesinin ingilizce ve Türkçesine:    

The International Bill of Human Rights (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) 

Article 2: Everyone is entitled to all the rights and freedoms set forth in this Declaration, without distinction of any kind, such as race, colour, sex, language, religion, political or other opinion, national or social origin, property, birth or other status. Furthermore, no distinction shall be made on the basis of the political, jurisdictional or international status of the country or territory to which a person belongs, whether it be independent, trust, non-self-governing or under any other limitation of sovereignty.

Tercüme:

Madde 2

1.    Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.

Diğer bir örnek olarak Dönmez’in yazısında geçen Mernis tartışması. Yani insanların soy kütüğüne bakılarak muamele yapılması cemaat yöneticileri çerisinde. Soy kütüğü kayıtlarının insanların elinde oyuncak olması...Korkunç!!! Ayrımcılık içinde ayrımcılık. Kafatasçılık. Adam Ermenistan’da doğup Türkiye’de büyüse müslüman olsa yine şansı yok! Soyu bozuk mernis analizcilerine göre!   

Gülenin şu söylemi daha açık bir ırkçılık göstergesi:

Bunlar esasen Anadolu insanı değil. Kuzeyden gelen insanlar oldukları söyleniyor. Anadolu insanının hakiki değerlerini kaybettiler.” Gülen burada daha açık bir şekilde kafatasçılık yapıyor. Türkiye’ye kuzey ülkelerinden göç etmiş tüm insanları zan altında bırakıyor. Bir bakıma Dönmez’in yazısında geçen Mernis içerikli kısmın içeriğinin doğruluğunun sağlamasını da kendi ağzıyla yapıyor! Gülen nereden biliyor bir kısım insanların soy kütüğünü ve kuzeyden geldiğini, elinde kayıtlar var demek ki! Bu kayıtlar nasıl eline geçti, neden bu kayıtlara sahip, hep soru işareti. 

Aslında Gülenin vaazları konuşmaları yüzlerce örnek içeriyor ayrımcılık (discrimination) konusunda…

Sonuç:

Okuduklarımdan ve dinlediklerimden ve de bizzat Gülenin söylemlerinden yola çıkarak başlıktaki Gülenin kucaklayıcı söyleminin maalesef uygulamada karşılığının olmadığını düşünüyorum. Aksine, Gülenin söylemleri evrensel insan hakları beyannamesine ve dolayısıyla da toplumsal barışa aykırı olduğunu düşünüyorum.   

Toplumsal barış ve huzur tekrar sağlanabilir mi tartışması yaparak sonuç kısmını bitirmek isterim. Daha önceki yazılarımda islamın insan ürünü olduğunun kabulünün toplumsal barışa katkıda bulunabileceğinden bahsetmiştim. Bazı okurlar muhtemelen dinin kaldırılması gerektiği sonucuna vardığımı düşünüp şu soruyu sormuştu: Din olmayacaksa onun yerine ne konabilir? Bu konuda çok düşünmemiştim. Bu çok zor...Dinin insanların hayatında çok önemli bir yeri var, bunu inkar etmek yada baskılamaya çalışmak sosyolojiye ve felsefi düşünceye ters. Ayrıca Tanrının varlığı ihtimal dahilindedir ancak Tanrının belli insanlarla (direk yada melekler—varlıklarının ispatı yok-- aracılığıyla) konuştuğunun herhangi bir delili yok. Çocuğun birisi sordu, Tanrı Twitterdan herkese mesaj atsa olmuyor mu dedi. Aslında dinler veya dini gruplar sosyalleşme ve yardımlaşma aracı olarak toplumda işlev görebilirler ve evrensel insan hakları beyannamesine sadık kaldıkları sürece toplumsal barışa ve yardımlaşmaya katkıda bulunabilirler. 

Ancak fundamental islam, yani Muhammet döneminde yaşandığı şekliyle islam, maalesef evrensel insan haklarına, en azından kadın haklarına zıt bir felsefeye sahip. İslam’ın ilk dönemindeki haliyle uygulanması halinde toplumsal huzur mümkün değildir çünkü dinin ruhu ve yazılı dili müslümanları eliyle, diliyle, yada nefretle (buğz ederek) diğer insanları değiştirmeye teşvik eder. Ayrıca ailenin en önemli yapıtaşı olan kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapar (4 eş ve sınırsız cariye hakkı! erkeklerindir). Yine Muhammet ölüm döşeğinde bile ordular yollamıştır. Gülen’in deyimiyle sahibüsseyftir, kılıç sahibidir. Kılıç sahibi demek ne demek? Uzuuun uzun düşünmek lazım…Belki de gayet açık... Said Nursinin bir eserinden bir başka örnek:

Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane, körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimâiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimâiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musâlâha etse hakk-ı hayatı var” diye usûl-i şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür; fakat fâsık merdûdü’ş-şehadettir. Çünkü haindir.” (Lem’alar, 17. Lem’a)

Vicdanı bozuk!!! Hain!!! Mürted!!! Yaşam hakkı yoktur!!! Semmi katil, öldürücü zehir!! Bu nefret söylemlerinin hem Evrensel insan hakları beyannemesine hem de başlıktaki Gülen’in güzel sözüne taban tabana zıt olduğunu analiz etmeye gerek yok herhalde! 

Bu nedenle de halen islamın insan ürünü olduğu tartışması ve de yanlış yönlerinin değiştirilmesinin toplumsal barışa katkıda bulunma potansiyelinin olabileceğini düşünüyorum. Ahmet Kuru’nun yazılarını değerli bulmakla birlikte islamda reformun maalesef pek mümkün olmadığını düşünüyorum. 

Daha önceki yazılarımda bahsetmediğim diğer bir seçenekten bahsetmek isterim Kuranın insan ürünü olduğu tartışması mümkün değilse eğer: Bu da AKP veya Gülen grubu gibi grupların şeriat anayasa/yasalar taslağı hazırlayıp bunu halkoylamasına sunmaları. Evet, ilk bakışta garip gözükse de toplumun çoğunluğu bunu istiyorsa bu tartışılmalıdır. Bazı gazeteciler veya sanatçılar Türkiye laiktir laik kalacak, yada şeriat istiyorsan Afganistana git gibi söylemlerde bulunmalarını yanlış buluyorum çünkü AKP veya Gülenin şeriat istemeleri de bir hak. Kimse Atatürkü veya devrimlerini -ki ben dahice ve akılcı buluyorum bunları- istemeyen insanlara bunları dayatamaz. Padişah yada halife isteyen insanlar da var. Ancak bunu nasıl bir anayasayla gerçekleştireceklerini net bir şekilde ifade etmeleri ve de seküler insanlarla olan ilişkilerini nasıl düzenleyeceklerine dair tartışmaları gerekir. Tabi seküler ve şeriat taraftarları arasında anlaşmazlık olduğunda hangi kanununun/anayasanın uygulanacağı gibi konular açıklığa kavuşmalıdır. Hatta coğrafi olarak şeriat ve seküler yönetimi benimseyenlerin ayrılması olasılıkları da tartışılabilmeli. Sonuçta demokrasi halkın istediğinin yansıtılabilmesi ve mümkün olduğunca her bireyin sesinin duyulabilmesi ve dinlenmesidir. Toplumsal barışa sebep olacak ise her yol denenmelidir veya en azından tartışılmadır.

Son olarak şeriat tartışmaları veya halk oylamaları, şeriatın net tanımı yapılarak (operationalization) tartışılmalıdır. Pew araştırması örneklem hakkında bilgi vermiyor ama sonuçlara göre Türkiye örnekleminin %12’si şeriat isterim diyor. Şeriatın tanımı çalışmada çok genel ve vague (belirsiz). Şeriatın pratik hayattaki sonuçları anlatılarak bu anket yapılsaydı acaba bu araştırmanın sonucu ne olurdu, merak ediyorum. Örnek olarak, pew anketinde poligaminin (dört kadınla evlilik ve sınırsız cariye sahibi olmak) yasal olacağı söylenseydi cevaplar nasıl olurdu? Kadınlar ne cevap verirdi? Ya da böyle bir soru sordurulmadı mı?  Bilmek zor korku imparatorluğunda! Yine biraz dağınık bir yazı oldu😊 

-Dr. X    


author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Yazının son kısmında şeriatin oylanması konularından bahsedilmiş, bir iki şey söyelmek isterim.
    Şeriatın oylanması falan demokrasilerde olmayacak iştir. Şeriat açıktan kadını 2. sınıf görür, fikir özgürlüğü yoktur, böyle bir sistem oylanamaz, söz konusu bile olamaz, demokrasilerde buna hayat hakkı verilmez, aynen Almanyada Nazi partisi kurulmasına izin verilemeyeceği gibi.
    "silah sahibi olduğu zaman sizi öldüreceğini" deklere eden birisine, özgürlük adına silah veremezsiniz. Bu yüzden demokrasi ile şeriatın hiç bir türü yan yana gelemez, ancak çoğunluğun hakimiyeti anlamına gelen cumhuriyetten bahsedilebilir ki demokrasi sadece cumhuriyet değildir, özgürlükçü, laik ve azınlıklara eşit haklar veren bir cumhuriyettir.

    YanıtlaSil
  2. Gülen'in hiç bir sözüne güvenemezsiniz. Çünkü tevil diyerek çok rahat yalan söyler, duymak istediğinizi söyler.
    Cemaat de böyledir, olmadığı gibi görünür, gücü ele geçirinceye kadar demokrat, Atatürkçü, Alevi görünür. Gerekirse kadınlar başını açar, içki içilir.
    Her şey hizmet içindir. Hizmetin hedefi de İman-Haya-Şeriat sırasıyla, hayatın her alanını ele geçirip sonunda şeriatı ilan etmektir.
    Cemaat yalan, gizlenme, sızma, aldatma, olmadığı gibi görünüp gücü ele geçirme ve arkadan vurma üzerine kurulmuştur.
    Bu yüzden Gülenin bir sözünü başta yazıp, "aslında ne kadar doğru" gibi bir analiz yapılması bile naifçe.

    YanıtlaSil
  3. Cemaat yalan gizlenme ve sızma üzerine kurulmuştur. Cok doğru tespit.Adamların çıkardığı derginin adı bile SIZINTI

    YanıtlaSil