Cemaatle tanışıklığım seksenlerin sonuna ortaokul yıllarıma dayanır. O yaşlarda cemaatle tanışanlar bilirler. Abilerin yoğun ilgisi, halı saha maçları, yemekler, piknikler, ders çalıştırmalar, sohbetler küçük yaşta çocukların üzerinde büyük kalıcı etkiler bırakır. Çocuk yaştan sosyal çevreniz cemaat olmaya başlamıştır. En samimi olduğunuz yaşıtlarınız, en güvendiğiniz sözünü dinlediğiniz büyükleriniz, cemaatin içindendir. Hele ki aileniz cemaate olumlu bakıyor veya birçok Anadolu ailesi gibi çok üstünüze düşmüyorsa bütün çevreniz cemaat olmuştur. Daha üniversite öğrencisi olan, normal şartlarda kendi okullarıyla ilgilenmeleri gereken bu abiler hayat boyu rol modellerinizdir artık. Bu fedakâr, cefakâr örnek kişiliklerini de cemaate borçlu olduklarından siz de işin sırrını cemaat olarak bilirsiniz. Üniversiteye başlamadan önce bu abilerden birinin bana verdiği tavsiyeyi hiç unutmam. Aman ha demişti. Bu yaşa kadar hep ilgilenildin hep güzellikler gördün. Şimdi işin mutfağına gidiyorsun. Gittiğin yerde yanlışlarla karşılaşacaksın. Sakin ha kişilere takılma. Hataları hizmete mal etme. Hizmet hepimizden büyük.
İşte aklımda bu tavsiyeyle üniversiteye başladım. 90’lı yılların ortası 28 Şubat’ın hemen öncesi yıllar. Evlerde kalıyor, tıpkı abilerim gibi haftada yedi sekiz istişare, sayısını bilmediğim sohbetten kafamı kaldırabilirsem derslerle uğraşıyordum. Kendi çapında sosyal biri olarak okul arkadaşlarımla ilgilenmeyi de ihmal etmiyordum. Daha fazla insanla tanışma adına öğrenci kulüplerine girip çıkmaya başlamıştım. Zaman içinde bu kulüplerden birinin başkanı olmuştum. Böylece ajandamda yeni bir istişare olmuştu. Öğrenci kulübü başkanları istişaresi. Böyle bir istişarenin olmasına şaşırmadım diyemem. Meğer bazı başka kulüplerin başında da cemaatten arkadaşlar varmış. Haliyle hizmet her yerdeydi.Kulüp deyip geçmemek lazımdı. Değişik faaliyetler düzenleniyor bir sürü insanla bu şekilde tanışılıyordu. Ünlü insanlar okula davet ediliyor bu ziyaretlerin sponsorluğu cemaate yakın esnaflara veriliyor bu şekilde networkler oluşturuluyordu. Kimi zaman tersi düzüne gelip, bu ünlü insanlara – muhtemelen hiç akıllarında olmamalarına rağmen – cemaatle ilgili olumlu anılar anlattırılıyordu.
Benim bulunduğum kulüp diğerlerine göre daha vasattı. Bu tarz etkinlikler yapmıyorduk. Daha ziyade akademikti faaliyetlerimiz. En önemli aktivitemiz her sene düzenlediğimiz liselerarası ulusal bilgi yarışmamızdı. Anadolu’nun çeşitli illerinde üniversite kampüslerinde yazılı bir sınav veriyor, belli bir dereceyi yakalayan okul öğrencilerini üniversiteye getiriyor birkaç gün okul yurtlarında misafir ediyorduk. Çocuklar böylece okulu gezme fırsatı buluyorlardı. Daha sonra ikinci bir eleme yapıyor, eleme sonunda ilk beşe giren okulları da üniversitenin büyük salonlarından birinde seyirci önünde yarıştırıyorduk. Hem sosyalleşme adına hem de yeni insanlarla tanışma adına güzel bir faaliyetti.
İşte bu kulüp istişarelerden birinin bitiminde üniversite imamı abimiz benimle teke tek görüşmek istedi. Görüşmede yarışma sorularının hazır olup olmadığını hazır olduğunda bir nüshasını da kendisine vermem gerektiğini söyledi. Anlam veremedim. Sebebini sordum. Soruları hizmete bağlı birkaç okula göndereceğini, o öğrencilerin yarışmada başarılı olmasıyla hem okulların reklamı olacağını hem de üniversiteye ziyarete gelen çocukların ilerde üniversite sınavında burayı seçmelerine faydalı olacağını söyledi. Şoke olmuştum. Benden istediği şey o yaşıma kadar fedakar, cefakar abilerimden öğrendiğim bütün değerlere tersti. O an hiçbir şey söylemeden yanından ayrıldım. Kafamda bin bir sorularla kaldığım evin yolunu tuttum. Koskoca üniversite imamı olmuş bir abi nasıl böyle bir şey isterdi? Acaba o günlerde çok geyiği de geçtiği gibi aramıza sızmış bir ajan olabilir miydi? Belki de kendi kafasına iş yapan ve büyük yanılgılar içinde olan ve lisedeki abimin bahsettiği takılmamam gereken insanlardan biriydi. Karar verdim. Takılmayacaktım. Böyle bir şeye izin vermem mümkün değildi. Zamanla istekler baskıya dönüştü. Usulünce istediğini alamayan abimiz absürt tehditler yağdırmaya başladı. Beni üniversiteye çok uzak şehir dışında bir bölgeye sürermiş. Sanki böyle bir şey yapsa tıpış tıpış gidecekmişim gibi.
O günden sonra tabiri caizse abiyle saklambaç oynadık. O arıyor ben kaçıyorum. Eve gitmiyor eskiden evlerde kalan - o zamanın tabiriyle bozulmuş - ex-cemaatçi arkadaşlarımın yanında kalıyordum. Bu arada evdeki arkadaşlardan ben yokken odamın üniversite abisi tarafından didik didik arandığını öğrendim. Bütün bunlara rağmen olayları hizmete mal etmemeye kararlıydım. Bu abi ya büyük bir yanlış içindeydi veya birileri onu kullanıyordu.
Nitekim soruları kaptırmadım. Benden soruları alamayınca o hışımla mütevelliden yarışmaya sponsor olanları sponsorluktan çektirdiler. Aslında önceki senelerde başka sponsorlarla yarışma yapılıyordu ama abilerin ısrarlarıyla bu esnafların reklamı olsun diye sponsorları değiştirmiştik. Neyse ki eski sponsorlar son anda kabul etti de yarışma için gereken yol masrafları, ödüller vs. halloldu. Bir şekilde yarışmayı yüz akıyla yapıp bitirdik.
Yarışma bittikten sonra haber geldi. Bölge abisi yanına çağırıyormuş. Kendisiyle ilk defa görüşeceğim. Gittiğimde çekyatta oturuyordu. Kütüphaneden Sonsuz Nur kitabını alıp yerdeki mindere oturmamı söyledi. Sonsuz Nur'dan şu an ismini hatırlamadığım bir sahabenin hikayesini sesli olarak okuttu. Bu sahabe Müslüman olunca peygamberimiz Müslümanlığını kimseye duyurma sanki müşrikmiş gibi devam et ve bize bilgi aktar demiş. Kısaca ajanlık yapmasını istemiş. Hikâye bitince bizim de bu şekilde olmamız gerektiğini üzerimizdeki sorumluluğun büyük olduğunu vs. anlattı. Benden de bu şekilde bir ders çıkarmamı bekledi sanırım. Benim cevabım basitti. Abi dedim ne bizler ajanız ne de muhatabımız müşrikler. Burada bize küçük bir şey emanet edilmiş ona en iyi şekilde sahip çıkmamız gerekiyor. Baktı beni ikna edemeyecek sözü hocaefendiye getirdi. Belki dedi. Hocaefendi bu yaptığını duysa aferin diyecek ama. Amada sözünü kestim. O zamanki saflığımla en son söylediğim şuydu. Hocaefendi bu yaptığınızı duysaydı burada duramazdınız. Aksini düşünseydim burada bir dakika durmazdım.
O senenin sonunda üniversite sınavına girip başka bir şehre taşındım. Hizmetle mesafeli ancak hizmet içindeki arkadaşlarıma yakın kaldım. Sohbetlere çağırdıklarında veya yardım istediklerinde yanlarında oldum. Zaman içinde karşıma çıkan başka garip olayları da hizmete mal etmedim. Kişilere takılmadım.
Çok sonraları soru çalma hadiseleri gazetelere düştü. Geriye doğru bir okuma yapınca gördük ki Ruşen Çakır daha seksenlerde bunları ortaya çıkarmış. Yeni bir şey değilmiş bunlar. Başımdan geçenler sistematik bir şekilde uygulanan bir stratejinin küçük bir parçasıymış. Okuyup öğrendikçe kendi değerlendirmemi yaptım. Anladım ki aslında bu zamana kadar hep kişilere takılmışım. Hizmetin içinde güzel insanların hürmetine cemaatle bağımı koparamamışım. Kişilere takılmaktan arkadaki kokuşmuş yapıyı görmezden gelmişim. Hizmete mal etmem gereken kötülükleri her biri emir kulu olan en büyük yanlısı fazla inanmak ve sorgulamamak olan insanlara atfetmişim.
Son söz: O soruları kaptırmadığım yarışmada cemaat okullarından ikisi ilk beşe girdiler. İçimi en çok yakan şey işte tam da bu. Tertemiz çocukları küçük menfaatler uğruna kirletmeleri altın nesil derken ortaya teneke nesil koymaları.
İsimsiz
2 Yorumlar
Harika bir yazi, harika bir yazi.
YanıtlaSilEllerinize saglik.
Çok güzel bir yazı. 90’lı yıllar 2010’lu yıllar değişen bir şey yok. Bu hizmet şahıslardan oluşuyor ve şahıslarda bir program varsa takılmamaktan ziyade sorunun kökenine inmek gerekiyor. Sorun Gülen mi sorun Nursi mi sorun siyasal İslam mı sorun İslam mı sorun tam olarak nedir de böyle oluyor. Eski günlerim aklıma geldi, okul derslerine önem vermediğiniz saçma sapan amaçsız 7-8 istişare ve 3-4 sohbete katıldığımız yıllar, adeta fanus içinde nefes alacak boşluk bırakmamışız, olur da nefes alırsak beynimize oksijen gitmesin diye. Dediğiniz etkinlikler hala 2013’lerde devam ediyordu. Soruları vermişler midir bilmem, sanmıyorum o kısmı belki sizin dik duruşunuzla değişmiştir. Ama o soruların verilmesinin arkasında yatan felsefe asla değişmedi. Hizmette girmeyen bilmez, sizin yazınızın da ne kadar doğru olduğunu gösteren altın ifadeler “hem de üniversiteye ziyarete gelen çocukların ilerde üniversite sınavında burayı seçmelerine faydalı olacağını söyledi.” Evet bu ifade hiçbir zaman değişmedi mantık ve kafa hep aynı kaldı. Zeki ve şakirt öğrenciler bizim bölgemize gelmeliler ki onları BTM, BBTM yapalım, bölgemiz daha güzel olsun. Bölgemize gelmeleri için buradaki üniversiteyi tercih etmeleri lazım, o yüzden onlara bu üniversiteyi övelim, burayı yazsınlar. Bunun için gerekirse kolejlere gidilir o çocuklara o üniversite tanıtılırdı. Üniversitenin kendisi bu kadar reklam yapmamıştır emin olun. Liseli çocuklar açısından kötü bir durum yok, ayaklarına gelen tanıtım var, üniversiteler de beş para etmez değil, hepsi Türkiye’nin en kalitesi üniversiteleri ama hangisini seçecek? Ne için bu tanıtımlar yapılır? Amaç Hizmetse o çocuk başka bir üniversite yazsın o bölge gelişsin, senin bölgede talebe baktıracak adama ihtiyacın var da o bölgenin yok mu? Bu öğrenciler için kayıt dönemlerinde kavgalar bile olurdu, gelip başka üniversitenin öğrencisini çalan abiler olurdu. Böyle insanlar eminim hizmette çok yükselmiştir. Düşünseniz ya davası! uğruna gidip başka bir üniversiteden öğrenciyi gel bizim evlerimizde kal sizin üniversiteye en yakın yerler burası diye kandırıyordu. Ama gerçek öyle değil, o üniversiteye en yakın yerde zaten bir bölge var ve cemaat evleri var, o çocuğu hiç düşünmeden kandırırlardı. Ne kavgalar olurdu falan filan, saçma sapan şeyler. O çalınan öğrenciler zaten siyah ördek gibi bellidir, onun üniversitesinden tek o vardır o bölgede. Hizmet içi gruplaşmalar, benim bölgem iyi olsun mantığı, sistematik büyük bir sorun acaba niye oldu senelerdir devam etti ve her İl’de aynı sorun yaşandı?
YanıtlaSil“Cemaat okullarından ikisi ilk beşe girdiler.” bu ifade de tüm soru vermelerde geçerli, zaten zeki çocuklar kazanacaklar niye verirsin ki? Diğer yandan bölge imamını şikâyet edecek bir merci bulunmaması? Sistematik bir sorun daha, diktatörce bir örgütlenme, bölge imamını siz ancak onun 2 üst abisine şikayet edebilirsiniz. Çünkü kendi bölge menfaatleri için öğrencileri oraya çekmek için ahlaksız bir işe girişiyor. Onun bir üstü de aynı bölgeden kişidir. Onun bir üstü de öyledir. Ancak il abilerine ulaşırsanız onlar için değişen bir şey olmayacağı için (yani o öğrenciler ha o üniversite gitmiş ha başka üniversite her türlü o il de kalacağı için il abisi için değişen bir durum olmaz) yani bu işten menfaatleri olmayacağı için bence olaya müdahale ederdi. Ama onlar da okulların reklamı olsun diyebilir, ya da zaten 90’lı yıllarda iyi üniversiteler bir istanbul’da bir ankara’da ise, istanbula gitceklerine ankar’a gelsinler diyebilirler. Öyle olunca taa türkiye abisine ulaşmanız gerekir.