Header Ads Widget

test banner

Hakikat Peşinde Olmak ya da Hakikati Peşinden Koşturmak

The cemaat hususunda kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? 

a) “Cemaatin illegal bir faaliyeti (darbe, sınav soruları) olduğuna inansam bir saniye bile bu çatı altında durmam.” diyenler 
b) “Ben cemaatin pür pak olduğuna inanıyorum, ama Türkiye’de şartlar gereği bazı yasadışılıklar olmuşsa da (darbe dahil) benim için çok önemli değildir.” 
c) Cemaatin illegal faaliyetlerinin bir aktörü olmak, soru çalan-alan, darbe talimatı veren-alan gibi 
Son günlerde sıklıkla tartışılan cemaat içi tartışmalarda alacağınız pozisyon kanaatimce yukarıdaki üç seçenek ile (başka şıklar da eklenebilir tabi) oldukça ilişkilidir. 

Öncelikle eğer “a” yani cemaatin yasadışı bir faaliyeti olduğu ortaya çıktığında tüm ilişkilerinizi kesecek pozisyonda iseniz cemaat içi tartışma ve eleştirilerden rahatsızlık duymanız anlamsız olacaktır. Çünkü siz dayatılan, duyulmak istenen hakikat değil; vuku bulan hakikatin peşindesiniz, ya da iddianız bu yönde en azından. 

Fakat eğer “b” ve “c” şıklarından birindeyseniz bu durumda işler değişir. Eğer cemaatin temiz olduğunu, ama olası yasadışı eylemlerinden rahatsız olmayacağınızı düşünüyorsanız iç eleştiri ve kavgalardan rahatsız olmanız normaldir. Çünkü netice iç tartışmalar hakikati aramaya dönüktür, ama zaten siz, sonuçların pozisyonunuzu değiştirmeyeceğini baştan kabul ediyorsunuz. 

Eğer cemaatin illegal faaliyetlerinde irili ufaklı oynayan bir pozisyonda iseniz aynı şekilde cemaat içi eleştirilerden memnun olmanız beklenemez. Zira bu eleştirilerin aslında hedefinde de bulunuyorsunuz doğal olarak. Yani aşçının masaya getirdiği yemeğe “Çorba tuzsuz, et iyi pişmemiş” demesini beklemek oldukça iyi niyetli bir yaklaşım olacaktır. Çünkü aşçının bunları söylemesi hem dürüstlük hem de itiraf ve özeleştiri taşır ki bunu her insan yapamaz. Mesela yemin ettirilip sınav soruların verilmesi hususunda; soruları veren abi veya bu soruları alan adaylardan iseniz sınav hırsızlığının muhataplarından birisiniz. Eğer bunun yanlış olduğuna ikna olmamışsanız, cesur değilseniz bunu tartışma konusu haline getirmeniz oldukça zordur. Aynı şekilde iddianamelerde bazı sanıkların söylediği; “15 Temmuz’da seni birileri arayacak” diyen asker abisi iseniz cemaatin darbedeki rolünü tartışmanız için ya yaptığınızın büyük bir yanlış olduğuna artık inanmış olmanız ya da cesur olmanız ile mümkündür. Kanaatimce böyle bir ayırım yapılmadığı müddetçe cemaat içi tartışmalara yönelik tavırlar böyle sürüp gidecektir. 

Pekiyi neden bu kadar tartışma konusu haline geliyor. Bence bunun en temel sebeplerinden birisi hatta belki de yegâne sebebi cemaatin yapısı, kapalı ve parçalı örgütlenmesidir. Sizi bunu bir örnekle açıklayayım. Bir tren istasyonunda mola veren bir trenin yanından geçiyorsunuz. Ön taraflarda şık hanımların yolculara envai çeşit içki servisi yaptığına şahit oluyorsunuz. Sonra biraz daha ilerliyorsunuz, camdan dışarıyı seyreden bir yolcuya “bu trende içki servis ediliyor değil mi?” diye soruyorsunuz, o yolcu “yok vallahi, bak yanımda sadece ayranım var” diyebilir, ceteris paribus. Ceteris paribus dedim, eğer yolcu trenlerin yapısından habersiz ve bilinçli bir birey değilse kendi vagonundan ve kendisinden hareket ederek bu soruya cevap verebilir. Aslında yolcu yalan söylemediği gibi soruyu soran da iftira atmıyor. 

Cemaat de vagonlara ayrılan tren gibi parçalı bir teşkilat yapısı geliştiriyor. İnsanlara bilmesi gerektiği kadar bilgi veriyor. Örneğin sohbetlere gelip giden esnaf sınıfının bilmesi gereken şeyler Kur’an okuyan aynı zamanda iyi eğitim de alan çalışkan öğrenciler, bu kadar. Bugün artık “herkesin bildiği bir sır” haline gelen sınav soruları meselesinde Bülent Keneş “Önceki gün bir dost sohbeti sırasında, bu tür bir kepazeliğe imza atmış biriyle konuştuğunu söyleyen çok güvendiğim bir meslektaşım, o kepazeliğe imza atan adamın hala doğru bir şey yaptığını savunduğunu "Hizmet için gerekirse aynısını tekrar yapmakta gözünü bir lahza olsun kırpmayacağını" söylediğini aktarınca, doğrusu şok oldum.” Dediğinde dışardan birisi “yalanın da bu kadarı, yıllarca gazete genel yayın yönetmenliği yap; ama bundan haberin olmasın” diye düşünür. Aslında haksız da sayılmaz. Gerçekten de bu pozisyonda olan bir kişinin bilmemesi insana inandırıcı gelmeyebilir. Ama ben Keneş’in de samimi olduğuna inanıyorum. Aynı şekilde sosyal medyada çok karşılaşılan ve cemaatçilerin söylediği “soru çalanın Allah belasını versin”, “darbe yapanın Allah belasını versin” söylemlerini de bu bağlamda değerlendiriyorum. Bunu Türkiye’deki cemaat karşıtları yalan, takiyye, kıvırma olduğunu sanır, ama ben bu kişilerin samimi olduğundan eminim. 

Pekiyi samimiyet bir gerekçe olmalı mıdır? Bence hayır… mahallede dürüstlüğünden emin olduğunuz, hiçbir yanlışına şahit olmadığınız bir kişi sizden öğrencilere yardım adı altında para topluyor; ama bunu kumarda kaybediyor. Siz diyorsunuz ki “ameller niyetlere göredir, beni kandırabileceğini nerden bilebilirdim” … Bir de mahallede ismi şaibeli olan, insanların çok da iyi bilmediği bir kişi aynı şekilde sizden öğrencilere yardım adı altında topladığı paraları kumarda kaybediyor. Siz yine “ ameller niyetlere göredir, beni kandırabileceğini düşünmemiştim” diyorsunuz. Ben ilk durumda bir kaybınız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sizin cüz’i iradenizle bu konuda yapabileceğiniz bir şey yoktu. Ama ikinci durumda aynı kanıda değilim. Çünkü siz bu şahsın toplumdaki bu kötü profilini göz önünde bulundurmalıydınız. Bunu başta sınav soruları olmak üzere darbe ve cemaat ile ilgili diğer tartışmalı konulara da uyarlayabilirsiniz. Vesselam. 

Cihat Mirzaoğlu 
author

"Sorumluluk Reddi" Konusunda Önemli Bilgilendirme:

Münferit Fikir Platformunda yazılan tüm yazılar, aksi MFP YYK tarafından belirtilmedikçe yazarların kendi görüşleridir. MFP’nin ve platformdaki diğer yazarların görüşlerini yansıtmaz veya ifade etmez.

Yorum Gönder

0 Yorumlar